Açık bilet

O avluda toplanıyoruz. O avluda okutuluyoruz telaştan birbirimizi göremeden. Yapayalnız göçüp gittik zannederken, o avluda ve onun sahibinin huzurunda toplanıyoruz. Sınav kâğıtları sağımızdan verilsin diye umuyor, merhametine sığınıyoruz. Artık tek bir biletimiz var ve dönemiyoruz…

İNSAN, yüreğinde dört mevsim yaşıyor. Dünyanın mevsimleriyle uyuşmayabiliyor her daim. Kalbin de bir akşamı vardır. Ve serin geceleri, kıştan keskin ayazları ve yakıcı sıcakları…

“İnsan yüreğinde dört mevsim yaşıyor” demişti de hangi mevsimde ne giyilir, söylememişti. Örtmekle kurtulamadığımız ayazları anlatmamıştı. Bazen de su dökündükçe daha da yandığımızı…

Dünyanın fizik kuralları işlemiyor orada. Başka bir âlemmiş orası. Öyle diyorlar. Merakını ve şüphelerini uyandırıyor insanın. Daldıkça derinleşen bir koyda serinliyor dağları yürüten dertleri. Başkasının yarası daha anlaşılır geliyor. Başkasının yaralarına isim koymak, tanımlamak daha kolay oluyor. Başkasını anlamak ve nasihat etmek…

Kendine yabancı bir insan olup çıkıyor ikilemleri arttıkça. Kendine o kadar merhametli ve müsamahakâr değil asla. Kendini dinlemek, başkasını dinlemeye benzemiyor. Konuşmaktan sıra gelmiyor ki, biz de haklıyız. Susacaksın da, dinleyeceksin de, yargılamayacaksın da anlayacaksın… Çok zor iş hakikaten!

Zamanla her şey durulup dünya ve ona dair her şeyin suları çekilince bu kıyıdan ve kendine ait bir kıyıda serinleyince insan, çekilen suları sorguluyor bu kez sakin kafayla. Anlaşılmayan ve çıldırtan o sorular birden berraklaşıyor ve yakınlaşıyor. Artık yıldızları avuçlarına sığdırabiliyorsun. Artık ateşe doğru mesafeyi koyabiliyor, boyuna göre suya giriyorsun. Çok kez boğulduktan ve yandıktan sonra öğreniliyor. Böyle bir öğretmen işte kendisi; adına “Zaman” diyor. Farklı bir tarzı var, okullarda öğretilmemiş. Kendine has bir dili var ve anlayana kadar çok tekrarlatıyor. Turistlere Türkçe ve tane tane bağırmamız gibi, sanki öyle olunca anlaşılıyormuş gibi, tek tek, tane tane, bağırarak ve yayarak öğretiyor. Başta anlamasan da zamanla anlıyorsun ne söylemek istediğini. O senin dilinde konuşmuyor, sen onun dilini öğreniyorsun. İstersen anlama. Anlamazsan, içine sızı koyuyor bu sefer; tek tek, sıradan gidiyor. Çözüyorsun şifreyi. Bir isteği var: Okuma gözlüklerini al eline, sakin bir köşeye geç ve önce heceleyerek, sonra pratiğe dökülmüş bir şekilde oku. Oku ve anla.

Bir dersi var ve sen, o dersten öyle ya da böyle geçeceksin. Sınıf tekrarının sonu yok. Dövmek, sövmek de yok. Gözlüklerini arayıp bulmak var. Sana uygun dereceli gözlüğü bulursan, birden her şey netleşiyor. Karar vermek eskisi kadar kolay olmuyor. Ömrünü savuramıyorsun artık. Ve hiçbir şeyin, kimsenin peşine takılamıyorsun. Bir kıymeti oluyor. Geçerken yolda bulunmuş bir para olmadığını anlıyorsun. O paraya hemen el uzatamamayı anlıyorsun. Paranın ardındaki emeği okuyorsun artık. Maddenin ötesinde biri oluyorsun. O yabancı dilde konuşan, anlamadığın şey öğretiyor bunu sana. 20 yaşından 30 yaşına getiren öğretmen… “10 yıl” diyorlar meselâ adına, “3 yıl” diyorlar. “Dönüm noktası” diyorlar. Herkes başka bir şey söylüyor, herkese başka tanıtıyor kendini. Nihayetinde herkesle ahbap…

Belli bir dönemde ayrı bir kıymeti oluyor galiba. Onun adını yeni koyduğun zamanlarda ayrı bir değeri oluyor. Çünkü onunla tanıştıktan sonra “Ne gerek varmış, neden hep ben?” diye sorguladığın her şeyin bir anlamı ve anısı oluyor. Hızır’la geziyormuşçasına mahiyeti oluyor her şeyin. İnsanın yüreğine bir şey dokunuyor, bir şey doluyor. Ve artık berceste olmadığını anlıyor hayatın ve barındırdığı tüm ihtimâllerin. Bir yolculukta olduğunu anlıyor ve varmaya çabalıyor. Olmasını isteyip de olduramadığı şeylerin bile kıymeti oluyor. Olmamasındaki hayr ihtimâlini kabulleniyor meselâ. Yani avucunun içinde sıkılacak bir şey olmadığı anlaşılıyor. O ecnebi öğretmen öğretiyor işte. Sıktıkça kaçırtıyor. Bıraktıkça getiriyor. “Çekim yasası” diyor kimisi. Dua, niyet, samimiyet…

Farklı adlarla andığımız aynı şeye çıkıyoruz neticede. O avluda toplanıyoruz. O avluda okutuluyoruz telaştan birbirimizi göremeden. Yapayalnız göçüp gittik zannederken, o avluda ve onun sahibinin huzurunda toplanıyoruz. Sınav kâğıtları sağımızdan verilsin diye umuyor, merhametine sığınıyoruz. Artık tek bir biletimiz var ve dönemiyoruz. Bu açık bilet, bizi niyet ettiğimiz bir yere götürsün umuduyla yola çıkacağız. Bavulu hazırlamakta gecikmemeyi dileyerek…