Acıda yarışmak

Çünkü biz bir Şark toplumuyduk. Bizim anlayışımıza göre kervan yolda düzülürdü. Korkarım ki, zaman geçtikçe kervan yine yolda düzülmeye devam edecektir.

BİZİM Doğu (Şark) toplumları, bâhusûs İslâm toplumları ilginç toplumlar doğrusu. İlginçliği duygusallığından (hissiyat), duygusal bir yapıya sahip olmasından ileriye geliyor. Batı toplumları ise rasyonalist (akılcı). Onun için Doğu toplumları daha sıcakkanlı, Batı toplumları ise daha soğukkanlıdır.

Duygusal ve akılcı olmanın hem avantajları, hem de dezavantajları vardır. Göreceli olarak bu özelliklere hem iyi, hem de kötü diyebiliriz. Duygusal olmanın iyi tarafı (avantaj) insana insânî, ahlâkî ve erdemli vasıflar kazandırabilme ihtimâli ve potansiyelinin bulunmasıdır. Daha doğrusu bu özellik, insanın insanlığını ve insâniyetini muhafaza etmesine yardımcı olur. Ama aynı oranda yanılma payını artırır ve hata işleme katsayısını da yükseltir.

Diğer yandan duygusal toplumlarda ilim, bilim, teknoloji imkânları fazla oluşmaz (dezavantaj). Çünkü duygular ön plânda, akıl ikinci plândadır. Bu tür toplumlarda tasavvuf, tarikat ve mistik anlayışın oluşması ve gelişmesi bu yüzdendir. Bu anlayışta “bir lokma, bir hırka felsefesi”, yeterli bir felsefedir. Sorgulama yoktur, ön kabûl esastır. İşte Doğu ve İslâm toplumları bu minvâl üzeredir. Hâlbuki ilim, bilim ve teknolojiyi realize eden akıldır.

Akılcı olmanın iyi tarafı (avantaj) rasyonel düşüncedir. Rasyonel düşüncenin temelinde aklı kullanmak vardır. Duygular ise ikinci plândadır. Dolayısıyla bu düşüncede yanılma payı azalır, isabetlilik oranı ve katsayısı ise yükselir. Akılcı toplumlarda bilim ve teknoloji gelişir. İcat, keşif, inovasyon artar. Çünkü bütün bunlar ancak aklın devrede olmasıyla mümkündür. Ön kabûl yoktur; araştırma, inceleme, sorgulama ve analiz vardır. İşte Batı toplumları da bu minvâl üzeredir. Ancak, Batı toplumlarında duygular arka plâna atıldığı için insanlık ve insâniyet oldukça zayıflamış ve körelmiştir. Acıma ve merhamet hisleri dumura uğramıştır. Bundan dolayı materyalist, kapitalist, Makyavelist, oportünist, hedonist bir felsefeyle hareket ederler ve çıkarları, zevkleri için insanları katletmekten, ülkeleri sömürmekten geri durmazlar, menfaatleri uğruna yapmayacakları şey yoktur (dezavantaj).

Bu giriş ve girizgâhtan sonra gelelim asıl meseleye…

Asıl meselemiz, deprem ve depremlerle ilgili algı ve düşüncelerimizdir.

Şu bir gerçek ki, bu coğrafya bir depremler coğrafyasıdır. Hatta dünyamız (yer küre) böyledir. Bu kürre-i arz Sünnetullah (Allah’ın varlığa, varlığın özüne, cevherine koyduğu kanunlar, kurallar, yasalar) gereği hep hareket hâlindedir ve hareket olan her yerde de doğal olarak bir enerji vardır. Zâten yer kürenin çekirdeğinde muazzam bir enerji mevcuttur. Bu enerji (magma tabakası) zaman zaman kendisini çok açık biçimde belli eder. Volkanların (yanardağların) ateş ve lav püskürtmesi bu meyanda ve bu minvâl üzeredir.

Dolayısıyla bunlardan kaçış yoktur. Bunları durdurmak da mümkün değildir. O hâlde ne yapmak lâzımdır? Yer küre ve yer kürede meydana gelecek olan tabiat olaylarıyla barışık ve onlarla uyumlu bir şekilde yaşamak lâzımdır. Onlara savaş açarak ya da onlarla savaşarak değil!

Zâten böyle yapsak dahi bu savaşın kaybedeni biz oluruz. Şimdiye kadar hep böyle olmuştur. Çünkü gücümüz yetmez. Gücümüzün yetmediği gibi, bir sınırı da vardır. “Titanik fâciası”, Endonezya’daki “tsunami” gerçeği bunun en açık delillerinden ve çarpıcı örneklerindendir.

Hâl böyle olduğuna göre, meselenin özünü iyi kavramak, eşyanın tabiatına nüfuz etmek, varlığın künhüne vâkıf olmak artık elzemdir ve kaçınılmaz olarak bu gerçek apaçık bir şekilde karşımızda durmaktadır. Bu bakımdan behemehâl, hiç vakit geçirmeden hemen işe koyulmakta ve gereken tedbirleri almakta sayılamayacak kadar büyük faydalar vardır. Aynı zamanda bu durum hem Devlet, hem de toplum nezdinde büyük bir sorumluluğu beraberinde getirmektedir. Ancak, bu görev ve sorumluluğu ne yazık ki büyük ölçüde yerine getiremedik. Maddî ve mânevî anlamda çok acılar çektik, çok can ve mal kayıplarına düçâr olduk. İşte bu durum, sosyolojik ve sosyo-psikolojik olarak bizim Doğu (Şark) toplumu olduğumuzun (duygusal) acı ve çarpıcı bir gerçeğidir. Dolayısıyla toplumsal olarak temel karakterimiz, acıda ve yardımlaşmada yarışmaktır. Bu konuda üzerimize yoktur doğrusu!

Kültürümüz; mûsiki, şiir, destan ve edebiyatımız hep acılar üzerine kurulu arabesk bir kültürdür. Ağıt ve mersiyelerimiz bunun delilidir. Biz acılardan beslenen bir toplumuz. Acılarımızı hep canlı ve diri tutarız. Şiî Müslümanlarının Hazreti Hüseyin hakkındaki mâtem ve mersiyeleri ve zulmün yıldönümünde yüzyıllardır bedene zincir vurma ritüelleri hep bu minvâl üzeredir.

Toplumsal olarak diğer bir özelliğimiz de tedbir almamak, göz göre göre lades demektir. Yanlış kader ve tevekkül anlayışında da üzerimize yoktur. Bizler bu özellik ve anlayışlarımızdan dolayı önce ölür, öldürür, sonra da kalanlarımız gidenlerimize ağıtlar yakar, mersiyeler okur, hep birlikte yas tutar, mâtemlerimizi paylaşır ve yaşatırız. Bu bir edebiyattır. Bu konuda muazzam bir külliyat oluşmuştur.

Başımıza gelenlerden ibret almaz, ders çıkarmaz, aklımızı kullanmaz, bilim ve tekniğin prensiplerine uymaz, ama sorumluluktan kaçmak ve kurtulmak için de kaderci bir anlayışla faturayı hep Allah’a keseriz -hâşâ-.

İşte 6 Şubat 2023 tarihinde Kahramanmaraş’ın Pazarcık ve Elbistan ilçelerinde başlayıp tüm bölgeyi (köy, mahalle, ilçe merkezleriyle birlikte 10 il) etkisi altına alan, hatta mücâvir şehir ve ülkelere kadar sirâyet eden ölümcül bir depremden (zelzele) sonra ülke olarak hemen depremzedelerin yardımına koştuk ve her zaman olduğu gibi acıda ve yardımlaşmada birbirimizle yarıştık.

Lâkin, keşke böyle olmasaydı da, bütün bu acı ve yıkımlar yaşanmasaydı ve bizler de acılarımızı paylaşmak ve yardımlaşmada yarışmak zorunda kalmasaydık, daha iyi olmaz mıydı? Böylesi daha iyi değil miydi? Ama bunun olabilmesi için tek bir şarta ihtiyaç vardı: Aklımızı kullanmak ve bilimin kanunlarına itaat etmek… Ha bir de ahlâklı ve dürüst olmak gerekiyor!

Ancak biz bunların hiçbirine uymadık. Her zaman olduğu gibi ve Şark toplumlarının karakteristiği ve kurnazlığı gereği duygularımızın ve çıkarlarımızın esiri olduk. Tâ ki yeni acılarda buluşmak, yeni acıları paylaşmak ve yardımlaşmada birbirimizle yarışmak zarûreti ortaya çıkıncaya kadar…

Çünkü biz bir Şark toplumuyduk. Bizim anlayışımıza göre kervan yolda düzülürdü. Korkarım ki, zaman geçtikçe kervan yine yolda düzülmeye devam edecektir.

Bu vesile ile depremde hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, yaralananlara da âcil şifalar diliyorum. Allah, tüm insanlığın ve mahlûkatın yâr ve yardımcısı olsun!