AB’nin kâbusu: Mülteci krizi

Tarihsel süreçte Avrupa’nın mültecilere yönelik tutumları hiç de insanî olmadığından, sınır kapısına yığılmış olan mültecilerin geleceği endişe konusudur. Her şeyden önce insanî bir sorun olan mülteci sorunu, Batılı aktörler tarafından yalnızca Türkiye’nin meselesi olarak görülmekte ve çözüme yönelik adım atmaktan kaçınmaktadırlar. Oysa mülteci sorunu tek bir devletin mücadele edebileceği ve yüklenebileceği bir mesele olmaktan öte, çok aktörlü ve çözüm odaklı bir sorundur.

20’NCİ yüzyıl boyunca siyasal gelişmelere bağlı olarak insanlar başka coğrafyalara göç etmek zorunda kalmışlardır. Savaşlardan ve siyâsî hâdiselerden bağımsız olarak insanların çok daha iyi sosyal şartlara sahip olmak amacıyla göç ettikleri de bilinmektedir.

Bilindiği üzere göç; “siyasal, ekonomik ve sosyal nedenlere bağlı olarak kitlesel ya da bireysel anlamda yer değiştirme hareketi” şeklinde tanımlanmaktadır. Birleşmiş Milletler tanımına göre göç, “kişinin köken yerinden başka bir yere giderek orada kalıcı yerleşmesi ve böylece ikâmet yerinin değişmesi” anlamına gelmektedir.

Küreselleşme ile birlikte iletişim imkânlarının artması ve farkındalığın oluşması, uluslararası ortamdaki siyâsî, ekonomik ve sosyal krizler uluslararası göç hareketlerini hızlandırmıştır. Artan göç hareketleri ülkeler arasındaki sınırların değişmesine ve kültürlerin kaynaşmasına sebep olmuştur. Söz konusu bu durum, aynı zamanda kültürlerin çatışması sorunsalını da beraberinde getirmiştir.

Günümüz dünyasında uluslararası bir kriz niteliğine dönüşmüş olan göçmen, başka bir deyişle mülteci sorunu, Türkiye’nin de iç ve dış politikadaki önemli dinamiklerinden birini oluşturmaktadır. Jeopolitik konumunun bir sonucu olarak Türkiye, doğudan batıya, kuzeyden güneye köprü vazîfesi görmektedir. Orta Doğu’yu Avrupa’ya, Avrupa’yı Asya’ya bağlayan Türkiye, göç etmek durumunda kalan toplumlar için âdeta koridor özelliği taşımaktadır. Özellikle bölgemizde 2011’den bu yana yaşanmakta olan Suriye Savaşı, Türkiye’nin ulusal ve uluslararası düzeyde mülteci sorunu yaşamasına yol açmıştır.

Suriye’deki savaştan kaçan milyonlarca insan, bölge ülkelerine göç etmek zorunda kalmıştır. Bununla birlikte bölgesel ve küresel aktörler içerisinde Suriyeli mültecilere en fazla ev sahipliği yapan ülke, Türkiye olmuştur. Bu bağlamda Suriye’de savaşın başlamasından bu yana yaklaşık 3 buçuk milyon Suriyeli Türkiye’de misafir edilmiştir. Bununla birlikte uluslararası düzeyde tartışma konusu hâline gelen Suriyeli mültecilerin durumu, bilhassa Avrupa Birliği ülkeleri ile Türkiye’yi karşı karşıya getirmiştir. Avrupa Birliği ülkelerinin mültecileri kabul etmemeleri ve mültecilere yönelik yabancı düşmanlığı ile beraber sınır dışı edilmeleri hususu, Türkiye’nin tepki göstermesine yol açmıştır.

Türkiye, Avrupa ve dünyanın mülteci sorununa çözüm odaklı yaklaşmamalarından dolayı Suriye’de güvenlikli bölgenin kurularak mültecilerin topraklarına geri dönmelerini sağlamayı hedeflemiştir. Suriye’de yaşanan savaşın belirsizliği nedeniyle Türkiye’nin güvenlikli bölge teklifi uzun süre kabul görmemiştir. Buna karşın Türkiye ise, sınırında güvenli bölgenin inşâsı talebinden vazgeçmemiştir. Bu bağlamda Türkiye’nin hem kendi sınırlarının güvenliği, hem de mültecilere yönelik izlediği politika kapsamında 22 Ekim 2019 tarihinde Rusya ile imzalanmış olan Soçi Mutabakatı önem arz etmektedir.

Soçi Mutabakatı’na göre mültecilerin güvenli ve gönüllü şekilde geri dönüşlerini kolaylaştırmak amacıyla ortak çalışma yapılmasına karar verilmiştir. Bunun akabinde, Soçi Mutabakatı’na göre güvenli bölge olarak ilân edilen İdlib’de çatışmalar devam etmiştir. Hattâ çatışmasızlık üzerine anlaşmaya varılmış olan bölgelerde Rusya ve Esed rejimi anlaşmaya uymamış, sivil halkı hedef alarak saldırılarına devam etmişlerdir.

Nihâî olarak, geçtiğimiz Şubat ayında güvenli bölge olarak ilân edilen İdlib’de 36 askerimizin şehit edilmesi, Türkiye’nin Suriye ve mülteci sorunu hakkında sahada ve masada proaktif bir politika izlemesi sonucunu doğurmuştur. İdlib’deki hain saldırının ardından Türkiye, Bahar Kalkanı Harekâtı’nı başlatmış ve bölgede aktif rol oynayacağını bir kez daha vurgulamıştır. Bununla birlikte mültecilere yönelik olarak da oldukça radikal bir karar alarak, 2016 yılında Avrupa Birliği ile yapmış olduğu anlaşmaya dayalı olarak sınırlarından geçmesine izin vermediği mültecilere engel olmama kararıyla sınır kapılarını açtığını duyurmuştur.

Türkiye’nin almış olduğu bu karar, Yunanistan başta olmak üzere Avrupa ülkelerini tedirgin etmiştir. Kararın ardından 150 bini aşkın sayıda mülteci, Yunanistan sınır kapısına dayanmıştır. Türkiye’den yoğun bir şekilde ayrılan mülteciler, Avrupa’nın yeni bir krizle karşı karşıya kalmasına yol açmıştır.

Mültecilerin Avrupa’ya geçişinde transit ülke konumunda olan Yunanistan, daha önce karşılaşmış olduğu göç sorununa ilişkin olarak tedbir amacıyla Türkiye sınırının büyük bir bölümünü kapsayan alanı tel örgülerle çevirmiştir. Yunanistan bu sayede ülkesine mülteci geçişlerini durduracağını hedeflemiş olsa da mülteci akını durdurulamamıştır.

Avrupa’ya yönelen mülteciler için Yunanistan, ilticâdan çok, geçiş ülkesi olarak görülmektedir. Türkiye’nin sınır kapılarını açma kararının ardından Türkiye’deki mülteciler hem Yunanistan, hem de Bulgaristan’a geçmek amacıyla sınır kapılarına göç etmişlerdir. Buna karşın Yunanistan, mültecileri sınırdan geri çevirmiş, gaz bombalarıyla ve şiddet uygulayarak dağıtmaya çalışmıştır. Bu süreçte Avrupa Birliği tarafından Türkiye, kapılarını tekrar kapatması yönünde ikna edilmeye çalışılmış olsa da Türkiye, kararlı duruşundan taviz vermeyerek kapılarını kapatmamıştır.

Tarihsel süreçte Avrupa’nın mültecilere yönelik tutumları hiç de insanî olmadığından, sınır kapısına yığılmış olan mültecilerin geleceği endişe konusudur. Her şeyden önce insanî bir sorun olan mülteci sorunu, Batılı aktörler tarafından yalnızca Türkiye’nin meselesi olarak görülmekte ve çözüme yönelik adım atmaktan kaçınmaktadırlar. Oysa mülteci sorunu tek bir devletin mücadele edebileceği ve yüklenebileceği bir mesele olmaktan öte, çok aktörlü ve çözüm odaklı bir sorundur.

Sonuç olarak, içinde bulunduğumuz süreç neredeyse tüm dünyayı etkisi altına alan Covid-19 salgını ve kapılarına dayanmış büyük bir mülteci akını karşısında Avrupa’nın yeni düzende bütün bu kaoslardan nasıl evirileceğini/devrileceğini göreceğiz.