Abla’nın delikanlılığı da bir yere kadar!

Asıl kıyamet bundan sonra kopacak! Milletvekili listeleri hazırlanırken yaşanacakların yanında masanın dağılıyor gibi yapıldığı o üç günlük süreç sönük bile kalacak. Ama bu defa dersini almış olan muhalefetin vekil pazarlıkları bu kadar ortalıkta yapılmayacak tabiî. Dolayısıyla biz de her şey güllük gülistanlık zannedeceğiz belki.

AKŞENER’in, Türk siyasetini 72 saat meşgul eden hesapsız çıkışı İyi Parti’nin kendi içinde bile tolere edemeyeceği kadar vahim bir şekilde sona erdi. “Bu kadar ağır ithamın ardından tekrar bir araya gelemezler” diyenler kaybetti, “Siyasette 24 saat çok uzun zamandır” diyerek ilkesiz siyaseti baş tacı edenler kazandı.

Akşener, Fatih Altaylı’nın sorularını cevaplarken ne kadar da ilkeli olduğunu anlatmaya çalışıyordu oysa!

Tek derdi memleket olan, hiçbir makam mevki talebinde bulunmayan Akşener, kumar masasına benzettiği masaya geri dönmek için elli takla atmış meğer. Hanımefendi çok ilkeli ya, iki belediye başkanı randevu isteyince, “Genel Başkanınızın haberi var mı?” diyerek çok ulvî bir siyâsî nezaket bile göstermiş. Zannedersiniz ki, izinsiz gelseler görüşmeyecek. Sanki Almanya’da iken alelacele yapılan mitingden önce bilgilendirme yapılmış ya da masanın devrildiği günkü basın toplantısında İmamoğlu ve Yavaş’ı göreve çağırırken fikri alınmış Kılıçdaroğlu’nun. Yani anlaşılıyor ki, ortada ne bir ilke, ne bir siyaset var. Varsa yoksa iktidar hesabı!

Bu çok normal bir durum aslında; ama aksini iddia etmediğiniz sürece. Bir siyâsî parti elbette iktidar olmak isteyecek. Kendi gücü buna yetmiyorsa, eskiden olduğu gibi koalisyon kollayacak, şimdiki sistemde de kendine uyan bir ittifaka girecek. Daha önce Akşener’in bundan sonraki muhtemel hamlelerinin getirebileceği sonuçları sıralamıştım. Neredeyse hiçbir seçenekte İyi Parti için iyi bir sonuç görünmüyordu ufukta. 6 Mart’ta verilen fotoğraf ise belki de en kötü sonuçtu Akşener ve partisi için. Dönmese kendisi için daha hayırlı olurdu bence. Neyse, yeni bir kriz çıkıncaya kadar birlikteler artık. Biz gelelim masanın diğer partilerine…

Saadet Partisi, merhum Erbakan’ın kemiklerini sızlatacak bir görüntüyü seçim zaferi edasıyla kendi parti binasının önünde verdi. Temel Karamollaoğlu’na göre ev sahibi olduğu toplantıda dağılan masayı yine kendi ev sahipliğinde toparlamış olmak başarı gibi görülmüş olabilir. Ancak siyaset tarihi, 28 Şubat’ta boncuk boncuk terleyen Erbakan’ın partisi ile bunun karşısında avuçlarını ovuşturan CHP arasındaki gayrimeşru ilişkiyi derinlemesine yazacaktır. Beş milletvekilliği, bir bakanlık ve bir cumhurbaşkanı yardımcılığına satın alınan sadece Saadet değil de Türkiye’nin geleceği olursa, bu vebali hiç kimse taşıyamaz.

Hep söyledim; Babacan ve Davutoğlu için Millet İttifakı’ndan başka seçenek yok. Onlar zaten AK Parti’den birkaç puan koparabilme umuduyla bu projeye sokuldular. Aslında bu projenin sahibi olan üst akıl ne derse onu yapacaklardı da, Kılıçdaroğlu adaylıkta diretince sanki biraz daha millî olmak zorunda kaldılar. “Haydi! Nereden çıktı bu millî olma?” dediğinizi duyar gibiyim. İçinde Batı’nın direktiflerini barındırmayan, bile isteye Türk Devleti’ne karşı siyaset üretmeyen, terörle beslenmeyen her siyâsî fikir millîdir bence. Kılıçdaroğlu da başlarken Batı’nın desteğini almış, altılı masayı bu destekle bir araya getirmiş ve uzun süre bu güçle ayakta tutmuş olsa da, proje sahiplerinin aklındaki cumhurbaşkanı adayı yerine kendi adaylığını dayatarak ufak da olsa bir millî duruş sergilemiştir. Ve bence, artık millî bir adaydır kendisi. Bunu kendi siyâsî geleceği için yapmak zorunda kalması fikrimi değiştirmez, zira hangi siyasetçi aynı zamanda kendi kariyerini de düşünmeden hareket eder ki?

Artık güç de, plân da Kılıçdaroğlu’nun elinde. Bu gücü Meral Akşener’i masaya tekrar getirirken çok güzel kullandı. Herkes Akşener ve İyi Parti’ye “saydırırken” o sakin davrandı ve pazarlık gücünü eline geçirdiği için topal ayağı masaya yeniden monte etmekte zorlanmadı. Yorgunluktan (!) suratı asık olan Akşener’in yanında kahkaha atmasına ramak kalmış olan, eğer yorgun ve uykusuz değildi ise, özgüveni sebebiyle rahat iki gün geçirdiğini gösterir. Yok, eğer gecelerce uyumadığı hâlde güle oynaya kameraların karşısına geçebildiyse de Akşener’in aksine istediğini almış demektir. Sonuçta Kemal Bey masa içindeki ilk raundu kazanmıştır, tebrik ederim.

Bunun aksini söyleyenler, “İki belediye başkanını kabul etmek zorunda kaldı, Akşener onları sisteme monte ederek kazandı” diyenler olabilir. Ben aynı görüşte değilim. Nasıl HDP olmadan seçim kazanmak matematiksel olarak imkânsız ise, İyi Parti’nin olmadığı bir ittifak da seçimi baştan kaybetmeye yeterdi. Kılıçdaroğlu, taviz veriyormuş gibi görünüp zaten kendisinden yana tavır koymaya mecbur kalan iki başkanı sözde başkan yardımcısı yapacağını deklare ederek Akşener’in gazını aldı sadece. “Sana güvenmiyorum, o yüzden yanına senin memurun olan iki kişiyi koyuyorum” diye algılanması gereken bir durumu bile önemsemeyerek ve hatta “uygun zaman” hakkını bile aynı gece kullanarak “Senden korkmuyorum” mesajı verdi. Akşener’in başarısı gibi gösterilmeye çalışılan bu hamle, İyi Parti tabanı için yapılmış bir düzenlemeden ibaret. Ortada bir mecburiyet varsa, o da seçim kazanma adına yapılan meşru bir durumdur bence.

Asıl kıyamet bundan sonra kopacak! Milletvekili listeleri hazırlanırken yaşanacakların yanında masanın dağılıyor gibi yapıldığı o üç günlük süreç sönük bile kalacak. Ama bu defa dersini almış olan muhalefetin vekil pazarlıkları bu kadar ortalıkta yapılmayacak tabiî. Dolayısıyla biz de her şey güllük gülistanlık zannedeceğiz belki. İyi de, ya bu ittifak seçimi kazanırsa?

Mevcut protokole ve pazarlıklara göre yani verdikleri sözlere uyarak devleti yönetmeye kalkmalarından Allah korusun bizleri. Ortada ne devlet kalır, ne hükûmet. Ortada en güçlü partinin yani en çok hakkı genel başkanın adaylığı konusunda bile anlaşamamış bir altılı varken, devletin bütün kararlarının 7+1 sistemiyle alınacak olması korkunç bir kaos olur. Ekonomide, parti içinde bile farklı görüşlere sahip olan CHP ile Babacan ve Karamollaoğlu nerede uzlaşacaklar? Dış politikada, yerden yere vurdukları Davutoğlu ile ortak karar alma becerisini gösterebilecekler mi? Haydi masaya katılmadı ve dışarıdan destek verdi, hükûmete de bakan veremedi diyelim, terör konusunda alınmış mesafe “Aman HDP desteğini çekerse Meclis çoğunluğunu kaybederiz” korkusuyla bir kenara mı bırakılacak? İstanbul Sözleşmesi’ni yeniden imzalayacağını iddia edenler Saadet Partisi’ni nasıl ikna edecekler? Peki, ya bu altı parti, milletvekili seçimleri için yapacakları mitinglerde ne anlatacaklar vatandaşa? Birinin ak dediğine diğeri kara diyeceğine göre yoksa partilerin seçim programları ve vaatleri de mi masada belirlenecek? Soru çok da, umarım bunların cevaplarını almak zorunda kalmayız Haziran’da!

Muhalefet masanın ayaklarını tamamladı, dışarıdan HDP desteğini de aldı. Belki birkaç tabela partisi daha alabilirler o meşhur sofraya. Şimdi ise sıra iktidarın hamlelerinde…

Yaklaşık yarısı ilk kez oy kullanacak 15-16 milyon genç seçmen var. Bunların çoğu henüz ekonomik sorunları birebir yaşamamış ya da sorumluluk almamış gençler. Ekonomi tabiî ki seçmen tercihini en belirleyici konulardan biri. Ancak milliyetçilik de hâlâ damarlarımızda dolaşmaya devam ediyor. Milliyetçilikten kastım Ülkücülük yani siyâsî milliyetçilik değil elbette. Sol kültürde “ulusalcılık” adını almış olandan bahsediyorum. Vatandaşın ekonomik sorunları birkaç ayda çözülemeyeceğine göre, bu milliyetçilik vurgusu özellikle de genç nüfus üzerinde daha bir önem kazanacak iktidar için.

Milliyetçi olmanın sağcı ya da solcu olmaktan farklı bir birleştirici özelliği vardır. Bugün Perinçek’in Vatan Partisi’nin Cumhur İttifakı’na destek vermesini ancak bununla anlatabiliriz. Muhtemel DSP desteği de CHP’ye küskünlükle değil, politikalarına güvenmemekle açıklanabilir. Bu siyasal destek ne kadar çoğalırsa Erdoğan’ın son dönemine o kadar kolay ulaşılabilir elbette. Önemli olan, destek partilerinin MHP’den öğrendikleri gibi davranmaları ve makam pazarlığına girmemeleridir. Millet İttifakı’nda eleştirilen bu tür pazarlıklar, olsa olsa AK Parti’ye oy kaybettirir.

Seçime 60 gün kaldı. Bu sırada mübârek Ramazan da var. Zaman çok az, yapılacaksa çok iş var. Ve her iş zor. Allah yâr ve yardımcımız olsun!