Âbide ihtiyar ağaçlar

Toprağından koparılan ağaç, rûhu çıkmış insan bedenine benzer. Nasıl yaşayabilir? Topraksız kalmış ağaç, bahçıvansız kalmış bahçe nasıl yaşayamıyorsa, medeniyetinden koparılan toplumlar da yaşayamazlar.

DİL değmemiş sözlerle anmak gerekir ihtiyar çınarları. Çınar, “kendi köklerine dönmek, köklerine bağlanmak, kendi toprağını işleyip rûhuyla bütünleşmek” demektir. Yağmur kokulu sevdâlar gibi taşır toprak çınarları. Çınar ise toprağa kutsal sevdâ gibi bağlanmıştır. Yüzüne bakılmayan zamanları bugüne taşıyan, yaşamı yeşil tutan âbide ihtiyar ağaçlardır çınarlar. Bu zamanların gökte parlayan yıldızıdır geçmişin…

Bir gül bahçesine girer gibi girmeli insan ihtiyarlık dönemine. Gül eken, her zaman gül biçer; diken eken de diken... Medeniyet bir bahçeyse, ihtiyar, bu bahçenin yetiştiricisi, bahçıvanıdır. İhtiyar ölüp gider veya değersiz kılınıp kıymeti bilinmez de hayattan kovulursa, bahçe de kuruyup gider. Gül medeniyetinin gül bahçesini dikenler kaplar, toplum çürüyüp yok olur o zaman.

Hiç bitmeyen umutlarımız vardı; bizi bırakıp gitmeden önce, çınarların gölgesi üstümüzden kayıp gecenin şafağında çıplak kalmadan önce kadim umutlarımız, kadim aşklarımız, kadim sevdâlarımız vardı. Şimdi yalnızlığa mahkûm olmuş, hayattan soyutlanmış varlığımı kenara bırakıp özlüyorum sizi. Senden bir adım ötesi uçurum, bir adım ötesi felâket, bir adım ötesi yangın yeri. Gölgen üstümüzden kayıp gideli çakralarım kapalı kaldı hep. Nasıl açılsın ki? Ufuk da kapalı artık.

Âbide ihtiyar çınarlar kesildi kesileli hayat bir mağara. O karanlık mağaranın içinde sabahı arıyor, sabaha açılan bir kapı aralıyorum binbir umutla. En son ne zaman dokundum, ne zaman kondum dallarına, bilemiyorum. Ne zaman aldın beni kanatlarının altına, ne zaman barındırdın gölgende, bilemiyorum. Bildiğim bir şey varsa, o da senden bir adım ötesinin çorak, senden bir adım ötesinin kuraklık, bir metre aşağısının uçurum olduğu. Damarlarınla kavradığın toprağı kurtarıyordun uçurumlarda. En son ne zaman kondu dallarına bizim mahallenin kuşları, serçeleri, yusufçukları?

Ne kadar çok yaşardı yusufçuklar senin dallarındaki yuvalarda! Ne güzel gelirdi dallarına konan kumruların sesi! Ne kadar güzel huzur verirdin kuşların sesiyle!..

Aklıma geliyor bugün yüzün, dallarına konan o güvercinlerin gözü gibi parlıyordu. Benim içime acılar dolduruyor senin yokluğun; o yoklukta bir geceyim ben… Sen benim ağrılarımda bir gökyüzü ve ben peşine düşüyorum gökyüzünde yıldızların, dokunmak istiyorum kalbine, dolmak istiyorum kalıbına. Gövdenden içime uzanıyor karakterin, gelecek zamana uzatıp gönderiyor beni dalların. Yaprakların yeşil tutuyor yaşamı, genç tutuyor benim yaşımı. Sen gittin gideli, toprağımıza kara kış, ülkemize kıtlık geldi. Bahar küsüp uzaklaştı bizden.

Gençlik medeniyet bahçesinin en nazik fidanı ise, ihtiyarlık da en nadide ağacıdır. Her aile geleceğini çocukları üzerinden kurgular. Toplumun ise geleceği gençler üzerinden kurgulanır. İhtiyarlar toplumu toprağına bağlayan, hayatı canlı tutan ağacın damarları ve kökü ise, gençler de bu ağacın dallarıdır. Kök olmazsa ağaç yaşayamaz. Daha doğrusu, köksüz ağaç yaşayamaz! Damarları kopmuş bir ağaç da yaşayamaz. Ağacı toprağa, toplumu hayata bağlayan köktür. Toplumun kökü ihtiyarlar, medeniyetin kökü inanç, rûh ve fikirdir. Gençlik toplumsal hayatın, hareketin motorudur. Genç, toplum denizine suyun temiz ve duru olarak kalması için sürekli akan bir nehir gibidir.

Toplumun toprağı kültür ve medeniyettir. Toprağı işleyip eken, hasat mevsimine hazırlayansa ihtiyarlardır. Yeni fidanlar, yeni tohumlar oraya ekilir. Tohumdan patlayan tâze fidanlar o toprakta büyüyüp yetişebilir. Toprağından koparılan bir ağaç gibi ailesinden koparılan bir ihtiyar da yaşayamaz. Yaşıyor gibi görünse de, aslında yaşayan bir ölüdür. Toprağından yani kendi kültür ve medeniyetinden koparıldığı zaman yaşayamaz. Yaşasa da kurumuş bir ağaç gibi, kendine yabancılaşıp topluma bir fayda sağlayamaz. Toplumun yaşayabilmesinin olmazsa olmaz şartı, kendi toprağına bağlanmasıdır. Yani kendi kültür ve medeniyetine…

Topluma hayat veren, toprağından yani medeniyetinden aldığı değerler, özellikler ve güzelliklerdir. Toplumun en önemli sorunu, kendi toprağına yabancılaşan, kendi değerlerinden uzaklaşan, kendi rûhuna, kendi aslına, benliğine bağlanamayan gençliktir. Diğer sorunlar ise bu sorundan doğan sorunlardır. İnsanlığın kurtarıcılarını, vicdan ve merhamet öğreticisi insanlık kurtarıcılarını ancak ihtiyarlar yetiştirebilir.

Toprağından kopan toplum gelecekte bağımsız olamaz. O yüzden kendi değerlerinin, kendi öneminin ne kadar hayatî, ne kadar olmazsa olmaz olduğunu idrak etmek zorundadır. Temel değerlerimizi gençlere aktarmak ihtiyarların işidir. Toplumun kalkınmasında, toplumsal hareketliliğin sağlanmasında en önemli rol, bilinenin aksine gençlere değil, ihtiyarlara düşmektedir. Çağın değerleriyle birlikte tüm toplumsal değerlerimizi gençlere taşımak, ihtiyarların görevidir.

Bir toplumu koruyan şey; eskiden olduğu gibi etrafında taşlardan örülmüş kaleler değil, iman ve fikirden oluşturulmuş medeniyet kaleleridir. Bu kaleler en muhkem şekilde ancak ihtiyarların öncülüğünde oluşturulabilir. O yüzden ülkenin bütçesi, en çok bu kaleleri inşâ edecek medeniyet ve kültür yatırımlarına, ihtiyarları aileye bağlayacak yatırımlara ayrılmalıdır. Toprağından koparılan ağaç, rûhu çıkmış insan bedenine benzer. Nasıl yaşayabilir? Topraksız kalmış ağaç, bahçıvansız kalmış bahçe nasıl yaşayamıyorsa, medeniyetinden koparılan toplumlar da yaşayamazlar.