ABD’DE yaşanan olayları
değerlendirirken, konuyu sadece bu devletin dünyaya attığı kazıklar üzerinden
yorumlamak bence yanlış…
Zira
sonunda neyin yaşanacağını bilmiyoruz.
Covid-19
salgınının en çok zarar verdiği ülke olarak ABD, aynı süreçte 50 eyâletine
yayılan bir isyanla karşı karşıya…
Yağma
ve talan, Amerika Birleşik Devletleri’ni değil, yine doğrudan ABD vatandaşının
kendisini vuruyor.
ABD’de
akrabaları olan biri olarak yakınlarımın sağlığının bu durumdan etkilenmesinden
endişeleniyorum.
Belki
duygusal bir gerekçe gibi gelebilir bu, ancak askeri sokağa indirilen ve “Vur”
emri almış olarak lâftan anlamayıp “Nefes alamıyorum” diyen bir vatandaşını
boğmaktan geri durmayan, gittiği toprakları işgal ederken asker-sivil ayrımı
gözetmeyen bir ülkenin askeri ile polisinin insafına zerre-i miskal güvenim
yok!
Düne
kadar ABD’de ve tüm Avrupa’da “terör” konusu “İslâm düşmanlığı” üzerine bina
edilmişti.
Bu
binanın son 20 yıllık temelini oluşturan 11 Eylül saldırıları, ABD toplumunu
yeniden düşündürmüştü.
Bugün
ABD’nin doğrudan tanımlayabildiği bir düşman yahut terörist yok.
ABD
toplumunun düşman gördüğü bir yönetim de…
Dolayısıyla
bugünlerden sonra halkın düşüneceği sanal bir fikriyat da olmayacak.
Sokağa
çıkanların Trump’a gösterdiği tepki ise doğrudan ABD yönetimine tepki anlamına
gelmiyor. Burada da bir toplumsal ayrılık var.
Meselâ
Fransız İhtilâli’ni hatırlayalım…
Adının
“Fransız” olması için, Fransız toplumunun topyekûn bu harekete katılması
lâzımdı. Ve bu durum gerçekleşti.
ABD
gündemindeki isyan hareketlerinin bütün dünyaya yayıldığı söyleniyor.
Bütün
dünyadan kasıt; İngiltere, Fransa, Yeni Zelanda, Almanya, Hollanda ve Belçika…
Şu
sınıflandırmada bile dünya altıdan küçük, öyle değil mi?
Fransız
İhtilâli’nin ardından gerçekleşen durum, bütün egemenliği ellerinde tutan aile
ve yancılarının yerini halkın almasıydı.
Peki,
gerçekten de böyle mi oldu?
Güç
öyle bir etken ki, elinde olanı eline geçiriyor…
Halkın
kendisinde sandığı iktidar, ihtilâlin hareket başlarınca temsil edilirken
birdenbire o başların hegemonyasına dönüşüveriyor.
Yani
bir hanedandan halkın iradesini kurtaran ihtilâl, yeni birkaç hanedan
doğuruyor.
Bu
yüzden de her ihtilâl, başını çekenler tarafından ırzına geçilerek gebe
bırakılmış oluyor. Doğanınsa ne olduğu ortada!
Hâlbuki
ABD’de böyle bir durum yok.
Ne
yönetim karşısında tanımlayabildiği bir düşman görüyor, ne de toplum yönetimi
düşman…
Ancak
ortada bir isyan var ve bu, ABD’nin başına ilk defa gelmiş değil.
Bağımsızlığı
için kendinden olan 4 milyon insanı bir seferde fedâ eden bir canavardan
bahsediyoruz. Söz konusu bir isyanı bastırmaksa, bu, işte bu ABD için çok
kolay!
Peki,
ABD’de bir fetret devri yaşanıyor olabilir mi?
Buna
da “Hayır” cevabını vermek lâzım. Zira ABD, örtülü bir Commenwelt ülkesi olarak
çektiği bugünkü sancıyı doğrudan hissetmiyor.
Yani
ortada bir hanedan içi sürtüşme de yok.
İngiltere,
Fransa, Yeni Zelanda, Almanya, Hollanda ve Belçika’ya gelince…
Bu
ülkelerde, tıpkı ABD’deki gibi ırkçılığa tepki üzerine kurulu gösteriler
yaşanıyor. Bu ülkeler arasına Türkiye’yi katmaya çalıştıklarını; Hrant Dink
Vakfı’na tehdit mektupları ile Ankara’daki (sonu cinayetle biten) kavgaya
yaptıkları montajlamadan fark etmek oldukça kolay.
Ancak
ırkçılığa savaş açmış bir yönetimin olduğu ülkemizde çok ama çok zor!
ABD
için gerçekten tedirginim!
Zira ABD’de Amerikan diye bir toplum var, ama Amerikan diye bir millet yok! Ve bu yüzden sanal dahi olsa ne ihtilâl yaşanacak, ne de ihtilâl sonrasının hâkimi halk olacak.