RUSYA-NATO çekişmesinde
17 Mayıs 2022 tarihinin çok önemli bir gün olacağını düşünmüştük, olmadı. Sebebini
anlatalım…
Rusya’nın
Ukrayna’ya saldırmış olmasından ve aynı şeyin kendi başlarına da
gelebileceğinden korkuya kapılan Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya girmek istemesi,
NATO Genel Sekreterinin de başvurmaları hâlinde bu iki devleti en hızlı şekilde
organizasyona alabileceklerini söylemesi üzerine Rusya çok sert tepki
göstermiş, şayet bu iki devlet böyle bir karar alırsa buna askerî olarak cevap
vereceğini net bir üslupla ifade etmişti.
Rusya’nın
bu açık tehdidine rağmen Finlandiya ve İsveç 17 Mayıs’ta başvuru kararı
alacaklarını, şayet Rusya’nın bir askerî müdahalesi olursa buna karşı NATO’nun
kendilerini koruyacağına dair söz verdiğini duyurmuş, NATO da bunu teyit
etmişti. Merak edilen, NATO’nun bu iki İskandinav devletini ne şekilde koruyacağı
idi. Çünkü ABD ve NATO, söz verdiği hâlde Ukrayna’yı Rusya karşısında kendi
başına bırakıp perişan olmasına sebep olmuştu. Hâl böyle iken İsveç ve
Finlandiya’nın bir Rus saldırısına karşı nasıl korunacakları merak konusu idi.
Merakımız
uzun sürmedi. 11 Mayıs günü İsveç ve Finlandiya, NATO’ya üyelik başvurusu
öncesinde İngiltere ile birer güvenlik anlaşması imzaladılar.
İngiltere
Başbakanı Boris Johnson, aynı gün içinde önce Stockholm’de İsveçli mevkidaşı
Magdalena Andersson ve ardından Finlandiya Cumhurbaşkanı Sauli Niinistö
ile söz konusu anlaşmaya imza attı. Anlaşmaya göre, şayet Rusya bu
devletlerden birine saldırırsa İngiltere fiilen Rusya ile savaşacaktı. Başbakan Johnson’un bu atağı,
tabiatıyla bir ABD-İngiltere ortak eylemi olarak yorumlandı.
17 Mayıs
günü Finlandiya ve İsveç, söylendiği gibi ayrı ayrı NATO’ya başvuru kararı
aldılar; bir gün sonrasında da büyükelçileri vasıtasıyla başvuru dilekçelerini
beraberce NATO Genel Sekreteri Stoltenberg’e sundular. Böylece Rusya’nın meydan
okumasına, karşı taraf da aynı şekilde meydan okuyarak cevap veriyordu.
Şimdi, Rusya’nın
ne yapacağı merak konusu idi. Dünya için acaba yeni bir felâket kapıda mıydı?
Ancak Rusya dramatik
bir geri adım atarak şaşırttı. Bizzat Başkan Putin’in ağzından, Finlandiya ve
İsveç’in zaten NATO’yla iç içe olduğunu, topraklarına uzun menzilli füze sistemleri
gibi stratejik silahlar yerleştirilmesine izin vermedikleri takdirde ittifaka
girmelerinin hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini söyledi. Netice olarak kriz
başlamadan bitmiş oldu. Şimdilik!
Rusya’nın bu
tavrı, blöfünün işe yaramadığı şeklinde yorumlanabileceği gibi, daha ziyade, bu
defa ABD’nin tuzağına düşmediği şeklinde yorumlanabilir. Bu sayede ABD’nin
Rusya’ya karşı kuzeyde ikinci bir cephe açma hesabı boşa çıkmış oldu. İskandinavya
meselesi böylece kapandıktan sonra, gözler tekrar kanlı bir savaşın devam
etmekte olduğu Donbas cephesine çevrildi.
Mariopol’u tamamen haritadan sildikten sonra ele geçiren Rusya, bölgedeki Ukrayna’nın ikinci büyük şehri olan Harkov’u bütün çabalarına rağmen ele geçiremeyince oradaki güçlerini çekip tamamen Donbas’a yöneldi.
Yunanistan, 1829’da bağımsızlığını kazandıktan sonra, bize karşı hiçbir savaşı kazanamadığı hâlde, topraklarını üç kat artırmıştır. Bunu, arkasındaki Hıristiyan Avrupa devletlerinin ve Rusya’nın sayesinde başarmıştır. Bugün de aynı şeyi yapmak istiyor.
Batı’nın
korkusu, çelişkilerle dolu tavırlara neden oluyor
Zor ve yavaş
da olsa Rusya bu cephede 18-19 Mayıs’tan itibaren yoğun bombardımanla on gün
boyunca devamlı olarak ilerleme kaydetti. Şayet Rusya’nın bu ilerlemesi bir
süre daha devam eder ve dörtte üçünü ele geçirdiği stratejik önemdeki
Sevedonetsk şehrini tamamen ele geçirecek olursa, askerî uzmanların söylediğine
göre Donbas Savaşı, Rusya’nın lehine sona ermiş ve Rus ordusunun batı yönünde
önü açılmış olacaktır. Bu durumda artık Ukrayna ordusunun tekrar toparlanıp bir
şeyler yapabilecek olması mümkün görülmüyor. Yani Sevedonetsk savunması Ukrayna
için kader savaşı.
Durumun
ciddiyetini bizzat ikrar eden Ukrayna Cumhurbaşkanı Zelensky, NATO’dan bu kötü
gidişi tersine çevireceğine inanılan 300 kilometre ve 80 kilometre menzilli
olarak iki türü bulunan ve “çok rampalı roket sistemleri” olarak ifade edilen roket
sistemlerini talep etti. Askerî uzmanlar bu silahların, özellikle 300 kilometre
menzilli olanların Rusların bütün top bataryalarını ve lojistik hatlarını imha
edilebileceğini, buna karşılık Rus ordusunun yapabileceği hiçbir şeyin
olmadığını, savaşın gidişatının tamamen tersine dönebileceğini söylemişlerdir.
Bu durum
karşısında Rusya paniğe kapıldı. Başkan Putin bu silahların Ukrayna’ya
verilmemesi için NATO’yu uyardı; aksi takdirde savaşın Avrupa’ya yayılabileceğini,
şimdiye kadar hiç hedef almadıkları çok önemli hedefleri bombalayacaklarını
söyleyerek tehdit etti. Ne kadar ibret verici bir durum, değil mi? Madem düşmana
karşı böylesi etkili silahlarınız vardı da, neden ateşe attığınız Ukrayna’ya bu
silahları şimdiye kadar vermediniz ve bunca insanın ölmesine, şehirlerin yok
edilmesine sebep oldunuz?
Haziran
ayının başlarında, bu silahların verilmesi Ukrayna için hayat memat meselesi,
Rusya ile Batı arasında ise en kritik konu olmuştu. Peki, ne oldu? Batı ikiye
bölündü. Almanya, Fransa ve ABD’nin güvenlik başdanışmanı Jake Sullivan’ın önde
olduğu grup, Rusya’nın iyice köşeye sıkıştırılmaması gerektiğini ileri sürerek
bu silahların Ukrayna’ya verilmesine karşı çıktı. Jake Sullivan, bir Ukrayna
roketinin Rusya topraklarına düşmesi hâlinde bir ABD-Rusya çatışmasının
çıkabileceğini, bundan kaçınmak gerektiğini söylüyordu. Bu nasıl bir iştir ki,
Rus roketleri Ukrayna topraklarına yağmur gibi yağarken ABD-Rusya savaşı
çıkmıyor da bir tane ABD menşeli Ukrayna roketi Rus toprağına düşerse savaş
çıkacak oluyor? Bu ürkek takımın baştan beri söyleyip durduğu, “Rusya’ya
şerefli bir çıkış yolu sağlayarak” savaşı bitirmekti.
Bu Batılılar
ancak kuvvetten anlıyorlar. Savaştıkları düşmanın yenilgiye uğramasından
korkuyorlar. Putin’in gazabından korkuyorlar. Fransa Cumhurbaşkanı Macron
“Putin’i küçük düşürmeyelim” diye yandaşlarına teklifte bulununca, Ukrayna
Dışişleri Bakanı Dimitro Kuleba ona, “Bu sözünle sen küçük olduğunu gösterdin”
şeklinde bir cevap verdi. Hülâsa, bunlar bu silahların verilmeyerek günü
kurtarmak için “sarı öküz” Ukrayna’nın Ayı’nın önüne atılmasına razılar.
Batılı
devletler bir yandan Putin’in gazabından korkmakla beraber, uzun vadede Rusya’yı
mahvedebilmek için yeni yaptırımlar getiriyor, ondan gaz ve petrol alımını yıl
sonuna kadar sona erdirebilmek için yeni plânlar geliştiriyorlar. Yani
akıllarınca yumuşak metotlarla Rusya’yı mahvedecekler ama kendileri ondan bir karşılık
görmeyecekler(!). Bunlar ne kadar akıllı insanlar(!). Görelim ne olacak…
Almanya ve
Fransa merkezli AB’lilerin bu tutumuna karşılık İngiltere ve ABD Dışişleri
Bakanı Blinken önderliğindeki başka bazı ülkelerin yaklaşımları ise, “Rusya’yı
bir daha böyle yakalayamayız; hazır böyle yakalamışken dişlerini sökelim”
şeklinde oldu. İkiye bölünmüş olan ABD yönetiminin başında bulunan Başkan
Baydın ise düşündü, düşündü ve nihayet Rusya topraklarını vurabilecek uzun
menzilli silahları Ukrayna’ya vermeyi düşünmediklerini, daha kısa menzilli
silahlar vereceklerini açıkladı. Putin’in tehditleri işe yaramış oldu.
Haziran’ın
2’sinde İngiltere bu silahlardan 80 kilometre menzilli olanlarını Ukrayna’ya
vereceğini duyurdu. 4 Haziran günü Ukrayna ordusu başarılı bir karşı saldırı
ile Rus ordusunu önemli ölçüde gerileterek Sevedonetsk’in yarısını geri aldı. Bu
başarıda bu yeni silahların bir rolünün olup olmadığını bilmiyorduk ki 6
Haziran’da İngiltere Dışişleri Bakanı Ben Wallace bir defa daha Ukrayna’ya uzun
menzilli silahları sevk edeceklerini söyleyince, sevkiyatın henüz yapılmadığını
öğrenmiş olduk.
Başkan
Baydın, 5 Haziran günü Amerikan usulü siyasetin yeni bir örneği olarak tuhaf
bir beyanat verdi. Savaşın ana kışkırtıcısı olan bu zat, Zelenski ve Putin’in
müzakereye oturmalarını, Ukrayna’nın toprak tavizleri vererek savaşı
bitirmelerini teklif etti. Baydın neden böyle konuştu? Muhtemelen Putin’in,
iyice sıkışırsa bir delilik yapmasından o da korkuyor ve onu yumuşatmaya, “Korkma,
seni iyice köşeye sıkıştırmam” demeye getiriyordu. Rusya’yı savaşla yeteri
kadar hırpaladıklarını düşünüp, savaşı bitirmek istediğinde Ukrayna’nın
kesesinden Rusya’ya bir şeyler vererek savaşı ancak o zaman sonlandırmak
istiyor ve Zelenski’yi de buna hazırlamaya çalışıyor.
Baydın’ın bu
sözüne bakarak ABD’nin gerçekten savaşın yakında bitmesini istediğine inanacak
bir kimse var mıdır bilmiyorum ama bu arada sağlam bilinen bir kaynaktan insanı
şaşkına çevirecek bir bilgi ulaştı. Batılılar, Rusya’ya karşı bütün sanayi ürünlerine
ihracat yasağı koymuşken, sadece Rus topçusunun nokta hedeflere isabetli atış
yapmasında çok önemli rolü bulunan ve yüzde 75 oranında Batı kaynaklı yüksek
teknoloji ürünleriyle donatılmış olan İHA’nın bu parçalarının ihracatına
dokunmamışlar.
Bunların,
dengeyi bozmayacak şekilde her iki tarafı da destekleyerek savaşı uzatmayı
amaçladığında artık şüphe yok. Ancak ne kadar uzatacaklarını bilmiyoruz. ABD
Dışişleri Bakanı Blinken, bir defasında savaşın yıllarca sürebileceğini
söylemişti. Bilindiği gibi ABD geçmişte Irak diktatörü Saddam Hüseyin’i
kışkırtarak 1980’de İran’a saldırtmış, Irak’ın üstünlük sağlaması üzerine sözde
düşmanı olan İran’a da gizlice silah yardımı yaparak dengeyi sağlamıştı. Sekiz
yıl süren savaş, ardında bir milyon ölü, iki milyon yaralı, 150 milyar dolar
maddî kayıp bırakarak kazananı olmadan sona ermişti. O zaman ABD’nin maksadı,
1979’da ABD karşıtı “İslâm Devrimi” yapan İran’ı yıpratmaktı ve bunu mükemmel başarmıştı.
O günkü İran’ın yerinde bugün Rusya var. Yapılmak istenen şey apaçık görülüyor.
İkinci cephe
Türkiye
ABD,
dünyanın siyâsî haritasına kendine uygun yeni bir format atma hamlesine
girmiştir. Bunun için çok yönlü olarak çalışıyor. Her olayı bu çerçeveden
değerlendirmekte fayda var. Ukrayna cephesinde Rusya’yı kötürüm hâle getirmeye
çalışırken, Pasifik’te de Çin’e karşı İngiltere ile beraber askerî bir pakt
kurduğu Japonya, Güney Kore, Avustralya ve Yeni Zelanda’yla birlikte Endonezya
ve Filipinler gibi ülkeleri de içine alacak ekonomik bir birlik kurarak Çin’i
hem askerî, hem de ekonomik olarak abluka altına almaya çalışıyor.
Beri
taraftaki stratejik yapılanmaya da merkez olarak Yunanistan’ı seçmiş olduğu,
hedefine de Orta Doğu politikalarına çomak soktuğunu düşündüğü Türkiye’yi aldığı
artık açık seçik belli oluyor. Burada tıpkı Çin’e yaptığı gibi Türkiye’yi de
sadece askerî olarak değil, ekonomik olarak da abluka altına alma yönünde üst
üste adımlar atıyor. Bunlardan birincisi, Doğu Akdeniz gazlarının Avrupa’ya
ulaştırılmasında en akılcı güzergâhın Türkiye olmasına rağmen, daha zor olan
Dedeağaç’a gazın sıvılaştırılmış olarak getirilip oradan Avrupa’ya taşınmasını
öngören bir projeyi geliştirme çabasıdır.
İkincisi çok
daha radikal, Türkiye’yi ekonomi, finans ve siyasette Balkanlardan ve Avrupa’dan
tamamen dışlayan, bunun yerine Yunanistan’ın Selânik şehrini Balkanların ve
Güney Avrupa’nın ekonomi ve finans merkezi hâline getirerek İstanbul’u işlevsiz
hâle getirmeyi hedef alan bir projeyi AB ile birlikte hayata geçirme
çalışmalarıdır. Bu maksatla 10 Temmuz Cuma günü Selânik’te AB Başkanı Josep
Borrell ve Almanya Başbakanı Olaf Scholz’un da katıldığı bir toplantı yapıldı.
ABD’nin
Yunanistan toprakları üzerinde Türkiye’ye dönük olarak kurduğu askerî üslerin
sayısını artık bilemiyoruz. Yunanistan’ın Türkiye’ye karşı yapmakta olduğu
terbiyesizliklerin mahiyeti ve maksadı, öteden beri yaptıklarından çok
farklıdır. Bunların arkasında, içi Türkiye’ye karşı kin dolu, bütün siyâsî
hayatını Yunanistan’a hizmetle geçiren Yunan âşığı bir ABD Başkanı, ayrıca yine
Türkiye düşmanı bir NATO ve bir AB vardır. Müttefikleri İsrail, Kıbrıs Rumları,
BAE ve Mısır’la beraber karşımızda tam bir cephe oluşturmuşlardır.
Ben, ABD’nin
Türkiye’ye karşı bir askerî harekâtı Haziran 2023 Seçimlerinden sonra düşüneceğini
tahmin etmekteydim; ancak olaylar her an, özellikle Türkiye’nin bir zayıf anını
yakaladıklarında saldırabileceklerini gösteriyor. Emekli Hava Korgeneral Dr.
Erdoğan Karakuş diyor ki, “Yunanistan’ın ve ABD’nin ilk hedefi, Türkiye’nin
savunma sanayiini uzun menzilli füzelerle imha etmektir. Türkiye’nin buna karşı
bir savunma sistemi bulunmuyor. Şayet bunu başarırlarsa artık Türkiye’nin
savunma sanayiini yeniden kurmak için bir altmış seneye daha ihtiyacı olacaktır.
Bunların bir diğer hedefi de, Trakya’ya askerî kuvvet sevk etmemizi önlemek
için Çanakkale ve İstanbul Boğazlarındaki köprülerimizdir. Bu köprülerimiz hâlihazırda
korumasızdırlar”.
Mesele,
bazılarının sandığı gibi “doksan milyonluk Türkiye ile on milyonluk Yunanistan’ın
savaşı” gibi düşünülecek basit bir mesele değildir. Yunanistan, 1829’da bağımsızlığını
kazandıktan sonra, Devletimize karşı hiçbir savaşı kazanamadığı hâlde,
topraklarını Devletimizin aleyhine olarak üç kat artırmıştır. Bunu, arkasındaki
Hıristiyan Avrupa devletlerinin ve Rusya’nın sayesinde başarmıştır. Bugün aynı
şeyi yapmak istiyor.
Türkiye’nin
savunma sanayiini daha da geliştirmesi için zamana ihtiyacı vardır. Bunu bilen
düşman, bu zamanı ülkemize tanımak istemiyor. Devletimizi yönetenler bütün
bunları biliyor ve bir askerî çatışmaya girmeyi asla istemiyorlar. Fakat karşı
tarafın kışkırtma ve meydan okumaları karşısında gerekli karşılığı da vermek
mecburiyetinde kalıyorlar. Nitekim Yunanistan’ın Adalar Denizi’nde ilân ettiği altı
adet navteks ve ABD ile beraber yaptığı deniz tatbikatlarına karşı 37 dost
ülkenin katıldığı muhteşem bir Efes-2022 Deniz Tatbikatı yapılmış, tatbikatın
sonundaki törende Cumhurbaşkanımız ve Millî Savunma Bakanımız, hiç eğip
bükmeden karşı tarafa meydan okuyan konuşmalar yapmışlardır. Konunun uzmanlarının
belirttiklerine göre, bu meydan okuyuşun düşman üzerinde büyük bir etkisi
olmuştur.
Dünyanın
yeniden yapılanma çalkantıları içinde olduğu bu zaman diliminde, mevcutlar
içinde Türkiye’nin tutunabileceği herhangi bir blok bulunmuyor. Türkiye’nin
yapması gereken yegâne şey, iç bütünlüğünü sağlamak ve Türk Devletleri Birliği’ninin
siyâsî, ekonomik ve askerî bütünlüğünü geliştirip dünya siyasetinde bir blok
olarak ortaya çıkarmaktır.
Allah (CC)
milletimizin ve Devletimizin yardımcısı olsun!