ABD-Yunanistan-AB ittifakı Türkiye’ye ne zaman saldıracak?

ABD geçmişte Saddam Hüseyin’i kışkırtarak 1980’de İran’a saldırtmış, Irak’ın üstünlük sağlaması üzerine sözde düşmanı olan İran’a da gizlice silah yardımı yaparak dengeyi sağlamıştı. Sekiz yıl süren savaş, ardında bir milyon ölü, iki milyon yaralı, 150 milyar dolar maddî kayıp bırakarak kazananı olmadan sona ermişti.

RUSYA-NATO çekişmesinde 17 Mayıs 2022 tarihinin çok önemli bir gün olacağını düşünmüştük, olmadı. Sebebini anlatalım…

Rusya’nın Ukrayna’ya saldırmış olmasından ve aynı şeyin kendi başlarına da gelebileceğinden korkuya kapılan Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya girmek istemesi, NATO Genel Sekreterinin de başvurmaları hâlinde bu iki devleti en hızlı şekilde organizasyona alabileceklerini söylemesi üzerine Rusya çok sert tepki göstermiş, şayet bu iki devlet böyle bir karar alırsa buna askerî olarak cevap vereceğini net bir üslupla ifade etmişti.

Rusya’nın bu açık tehdidine rağmen Finlandiya ve İsveç 17 Mayıs’ta başvuru kararı alacaklarını, şayet Rusya’nın bir askerî müdahalesi olursa buna karşı NATO’nun kendilerini koruyacağına dair söz verdiğini duyurmuş, NATO da bunu teyit etmişti. Merak edilen, NATO’nun bu iki İskandinav devletini ne şekilde koruyacağı idi. Çünkü ABD ve NATO, söz verdiği hâlde Ukrayna’yı Rusya karşısında kendi başına bırakıp perişan olmasına sebep olmuştu. Hâl böyle iken İsveç ve Finlandiya’nın bir Rus saldırısına karşı nasıl korunacakları merak konusu idi.

Merakımız uzun sürmedi. 11 Mayıs günü İsveç ve Finlandiya, NATO’ya üyelik başvurusu öncesinde İngiltere ile birer güvenlik anlaşması imzaladılar.  

İngiltere Başbakanı Boris Johnson, aynı gün içinde önce Stockholm’de İsveçli mevkidaşı Magdalena Andersson ve ardından Finlandiya Cumhurbaşkanı Sauli Niinistö ile söz konusu anlaşmaya imza attı. Anlaşmaya göre, şayet Rusya bu devletlerden birine saldırırsa İngiltere fiilen Rusya ile savaşacaktı. Başbakan Johnson’un bu atağı, tabiatıyla bir ABD-İngiltere ortak eylemi olarak yorumlandı.

17 Mayıs günü Finlandiya ve İsveç, söylendiği gibi ayrı ayrı NATO’ya başvuru kararı aldılar; bir gün sonrasında da büyükelçileri vasıtasıyla başvuru dilekçelerini beraberce NATO Genel Sekreteri Stoltenberg’e sundular. Böylece Rusya’nın meydan okumasına, karşı taraf da aynı şekilde meydan okuyarak cevap veriyordu.

Şimdi, Rusya’nın ne yapacağı merak konusu idi. Dünya için acaba yeni bir felâket kapıda mıydı? 

Ancak Rusya dramatik bir geri adım atarak şaşırttı. Bizzat Başkan Putin’in ağzından, Finlandiya ve İsveç’in zaten NATO’yla iç içe olduğunu, topraklarına uzun menzilli füze sistemleri gibi stratejik silahlar yerleştirilmesine izin vermedikleri takdirde ittifaka girmelerinin hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini söyledi. Netice olarak kriz başlamadan bitmiş oldu. Şimdilik!

Rusya’nın bu tavrı, blöfünün işe yaramadığı şeklinde yorumlanabileceği gibi, daha ziyade, bu defa ABD’nin tuzağına düşmediği şeklinde yorumlanabilir. Bu sayede ABD’nin Rusya’ya karşı kuzeyde ikinci bir cephe açma hesabı boşa çıkmış oldu. İskandinavya meselesi böylece kapandıktan sonra, gözler tekrar kanlı bir savaşın devam etmekte olduğu Donbas cephesine çevrildi. 

Mariopol’u tamamen haritadan sildikten sonra ele geçiren Rusya, bölgedeki Ukrayna’nın ikinci büyük şehri olan Harkov’u bütün çabalarına rağmen ele geçiremeyince oradaki güçlerini çekip tamamen Donbas’a yöneldi.  

Yunanistan, 1829’da bağımsızlığını kazandıktan sonra, bize karşı hiçbir savaşı kazanamadığı hâlde, topraklarını üç kat artırmıştır. Bunu, arkasındaki Hıristiyan Avrupa devletlerinin ve Rusya’nın sayesinde başarmıştır. Bugün de aynı şeyi yapmak istiyor.

Batı’nın korkusu, çelişkilerle dolu tavırlara neden oluyor

Zor ve yavaş da olsa Rusya bu cephede 18-19 Mayıs’tan itibaren yoğun bombardımanla on gün boyunca devamlı olarak ilerleme kaydetti. Şayet Rusya’nın bu ilerlemesi bir süre daha devam eder ve dörtte üçünü ele geçirdiği stratejik önemdeki Sevedonetsk şehrini tamamen ele geçirecek olursa, askerî uzmanların söylediğine göre Donbas Savaşı, Rusya’nın lehine sona ermiş ve Rus ordusunun batı yönünde önü açılmış olacaktır. Bu durumda artık Ukrayna ordusunun tekrar toparlanıp bir şeyler yapabilecek olması mümkün görülmüyor. Yani Sevedonetsk savunması Ukrayna için kader savaşı.

Durumun ciddiyetini bizzat ikrar eden Ukrayna Cumhurbaşkanı Zelensky, NATO’dan bu kötü gidişi tersine çevireceğine inanılan 300 kilometre ve 80 kilometre menzilli olarak iki türü bulunan ve “çok rampalı roket sistemleri” olarak ifade edilen roket sistemlerini talep etti. Askerî uzmanlar bu silahların, özellikle 300 kilometre menzilli olanların Rusların bütün top bataryalarını ve lojistik hatlarını imha edilebileceğini, buna karşılık Rus ordusunun yapabileceği hiçbir şeyin olmadığını, savaşın gidişatının tamamen tersine dönebileceğini söylemişlerdir.

Bu durum karşısında Rusya paniğe kapıldı. Başkan Putin bu silahların Ukrayna’ya verilmemesi için NATO’yu uyardı; aksi takdirde savaşın Avrupa’ya yayılabileceğini, şimdiye kadar hiç hedef almadıkları çok önemli hedefleri bombalayacaklarını söyleyerek tehdit etti. Ne kadar ibret verici bir durum, değil mi? Madem düşmana karşı böylesi etkili silahlarınız vardı da, neden ateşe attığınız Ukrayna’ya bu silahları şimdiye kadar vermediniz ve bunca insanın ölmesine, şehirlerin yok edilmesine sebep oldunuz?

Haziran ayının başlarında, bu silahların verilmesi Ukrayna için hayat memat meselesi, Rusya ile Batı arasında ise en kritik konu olmuştu. Peki, ne oldu? Batı ikiye bölündü. Almanya, Fransa ve ABD’nin güvenlik başdanışmanı Jake Sullivan’ın önde olduğu grup, Rusya’nın iyice köşeye sıkıştırılmaması gerektiğini ileri sürerek bu silahların Ukrayna’ya verilmesine karşı çıktı. Jake Sullivan, bir Ukrayna roketinin Rusya topraklarına düşmesi hâlinde bir ABD-Rusya çatışmasının çıkabileceğini, bundan kaçınmak gerektiğini söylüyordu. Bu nasıl bir iştir ki, Rus roketleri Ukrayna topraklarına yağmur gibi yağarken ABD-Rusya savaşı çıkmıyor da bir tane ABD menşeli Ukrayna roketi Rus toprağına düşerse savaş çıkacak oluyor? Bu ürkek takımın baştan beri söyleyip durduğu, “Rusya’ya şerefli bir çıkış yolu sağlayarak” savaşı bitirmekti.

Bu Batılılar ancak kuvvetten anlıyorlar. Savaştıkları düşmanın yenilgiye uğramasından korkuyorlar. Putin’in gazabından korkuyorlar. Fransa Cumhurbaşkanı Macron “Putin’i küçük düşürmeyelim” diye yandaşlarına teklifte bulununca, Ukrayna Dışişleri Bakanı Dimitro Kuleba ona, “Bu sözünle sen küçük olduğunu gösterdin” şeklinde bir cevap verdi. Hülâsa, bunlar bu silahların verilmeyerek günü kurtarmak için “sarı öküz” Ukrayna’nın Ayı’nın önüne atılmasına razılar.

Batılı devletler bir yandan Putin’in gazabından korkmakla beraber, uzun vadede Rusya’yı mahvedebilmek için yeni yaptırımlar getiriyor, ondan gaz ve petrol alımını yıl sonuna kadar sona erdirebilmek için yeni plânlar geliştiriyorlar. Yani akıllarınca yumuşak metotlarla Rusya’yı mahvedecekler ama kendileri ondan bir karşılık görmeyecekler(!). Bunlar ne kadar akıllı insanlar(!). Görelim ne olacak…

Almanya ve Fransa merkezli AB’lilerin bu tutumuna karşılık İngiltere ve ABD Dışişleri Bakanı Blinken önderliğindeki başka bazı ülkelerin yaklaşımları ise, “Rusya’yı bir daha böyle yakalayamayız; hazır böyle yakalamışken dişlerini sökelim” şeklinde oldu. İkiye bölünmüş olan ABD yönetiminin başında bulunan Başkan Baydın ise düşündü, düşündü ve nihayet Rusya topraklarını vurabilecek uzun menzilli silahları Ukrayna’ya vermeyi düşünmediklerini, daha kısa menzilli silahlar vereceklerini açıkladı. Putin’in tehditleri işe yaramış oldu.

Haziran’ın 2’sinde İngiltere bu silahlardan 80 kilometre menzilli olanlarını Ukrayna’ya vereceğini duyurdu. 4 Haziran günü Ukrayna ordusu başarılı bir karşı saldırı ile Rus ordusunu önemli ölçüde gerileterek Sevedonetsk’in yarısını geri aldı. Bu başarıda bu yeni silahların bir rolünün olup olmadığını bilmiyorduk ki 6 Haziran’da İngiltere Dışişleri Bakanı Ben Wallace bir defa daha Ukrayna’ya uzun menzilli silahları sevk edeceklerini söyleyince, sevkiyatın henüz yapılmadığını öğrenmiş olduk.   

Başkan Baydın, 5 Haziran günü Amerikan usulü siyasetin yeni bir örneği olarak tuhaf bir beyanat verdi. Savaşın ana kışkırtıcısı olan bu zat, Zelenski ve Putin’in müzakereye oturmalarını, Ukrayna’nın toprak tavizleri vererek savaşı bitirmelerini teklif etti. Baydın neden böyle konuştu? Muhtemelen Putin’in, iyice sıkışırsa bir delilik yapmasından o da korkuyor ve onu yumuşatmaya, “Korkma, seni iyice köşeye sıkıştırmam” demeye getiriyordu. Rusya’yı savaşla yeteri kadar hırpaladıklarını düşünüp, savaşı bitirmek istediğinde Ukrayna’nın kesesinden Rusya’ya bir şeyler vererek savaşı ancak o zaman sonlandırmak istiyor ve Zelenski’yi de buna hazırlamaya çalışıyor.

Baydın’ın bu sözüne bakarak ABD’nin gerçekten savaşın yakında bitmesini istediğine inanacak bir kimse var mıdır bilmiyorum ama bu arada sağlam bilinen bir kaynaktan insanı şaşkına çevirecek bir bilgi ulaştı. Batılılar, Rusya’ya karşı bütün sanayi ürünlerine ihracat yasağı koymuşken, sadece Rus topçusunun nokta hedeflere isabetli atış yapmasında çok önemli rolü bulunan ve yüzde 75 oranında Batı kaynaklı yüksek teknoloji ürünleriyle donatılmış olan İHA’nın bu parçalarının ihracatına dokunmamışlar.

Bunların, dengeyi bozmayacak şekilde her iki tarafı da destekleyerek savaşı uzatmayı amaçladığında artık şüphe yok. Ancak ne kadar uzatacaklarını bilmiyoruz. ABD Dışişleri Bakanı Blinken, bir defasında savaşın yıllarca sürebileceğini söylemişti. Bilindiği gibi ABD geçmişte Irak diktatörü Saddam Hüseyin’i kışkırtarak 1980’de İran’a saldırtmış, Irak’ın üstünlük sağlaması üzerine sözde düşmanı olan İran’a da gizlice silah yardımı yaparak dengeyi sağlamıştı. Sekiz yıl süren savaş, ardında bir milyon ölü, iki milyon yaralı, 150 milyar dolar maddî kayıp bırakarak kazananı olmadan sona ermişti. O zaman ABD’nin maksadı, 1979’da ABD karşıtı “İslâm Devrimi” yapan İran’ı yıpratmaktı ve bunu mükemmel başarmıştı. O günkü İran’ın yerinde bugün Rusya var. Yapılmak istenen şey apaçık görülüyor.  

İkinci cephe Türkiye

ABD, dünyanın siyâsî haritasına kendine uygun yeni bir format atma hamlesine girmiştir. Bunun için çok yönlü olarak çalışıyor. Her olayı bu çerçeveden değerlendirmekte fayda var. Ukrayna cephesinde Rusya’yı kötürüm hâle getirmeye çalışırken, Pasifik’te de Çin’e karşı İngiltere ile beraber askerî bir pakt kurduğu Japonya, Güney Kore, Avustralya ve Yeni Zelanda’yla birlikte Endonezya ve Filipinler gibi ülkeleri de içine alacak ekonomik bir birlik kurarak Çin’i hem askerî, hem de ekonomik olarak abluka altına almaya çalışıyor. 

Beri taraftaki stratejik yapılanmaya da merkez olarak Yunanistan’ı seçmiş olduğu, hedefine de Orta Doğu politikalarına çomak soktuğunu düşündüğü Türkiye’yi aldığı artık açık seçik belli oluyor. Burada tıpkı Çin’e yaptığı gibi Türkiye’yi de sadece askerî olarak değil, ekonomik olarak da abluka altına alma yönünde üst üste adımlar atıyor. Bunlardan birincisi, Doğu Akdeniz gazlarının Avrupa’ya ulaştırılmasında en akılcı güzergâhın Türkiye olmasına rağmen, daha zor olan Dedeağaç’a gazın sıvılaştırılmış olarak getirilip oradan Avrupa’ya taşınmasını öngören bir projeyi geliştirme çabasıdır.

İkincisi çok daha radikal, Türkiye’yi ekonomi, finans ve siyasette Balkanlardan ve Avrupa’dan tamamen dışlayan, bunun yerine Yunanistan’ın Selânik şehrini Balkanların ve Güney Avrupa’nın ekonomi ve finans merkezi hâline getirerek İstanbul’u işlevsiz hâle getirmeyi hedef alan bir projeyi AB ile birlikte hayata geçirme çalışmalarıdır. Bu maksatla 10 Temmuz Cuma günü Selânik’te AB Başkanı Josep Borrell ve Almanya Başbakanı Olaf Scholz’un da katıldığı bir toplantı yapıldı.

ABD’nin Yunanistan toprakları üzerinde Türkiye’ye dönük olarak kurduğu askerî üslerin sayısını artık bilemiyoruz. Yunanistan’ın Türkiye’ye karşı yapmakta olduğu terbiyesizliklerin mahiyeti ve maksadı, öteden beri yaptıklarından çok farklıdır. Bunların arkasında, içi Türkiye’ye karşı kin dolu, bütün siyâsî hayatını Yunanistan’a hizmetle geçiren Yunan âşığı bir ABD Başkanı, ayrıca yine Türkiye düşmanı bir NATO ve bir AB vardır. Müttefikleri İsrail, Kıbrıs Rumları, BAE ve Mısır’la beraber karşımızda tam bir cephe oluşturmuşlardır.

Ben, ABD’nin Türkiye’ye karşı bir askerî harekâtı Haziran 2023 Seçimlerinden sonra düşüneceğini tahmin etmekteydim; ancak olaylar her an, özellikle Türkiye’nin bir zayıf anını yakaladıklarında saldırabileceklerini gösteriyor. Emekli Hava Korgeneral Dr. Erdoğan Karakuş diyor ki, “Yunanistan’ın ve ABD’nin ilk hedefi, Türkiye’nin savunma sanayiini uzun menzilli füzelerle imha etmektir. Türkiye’nin buna karşı bir savunma sistemi bulunmuyor. Şayet bunu başarırlarsa artık Türkiye’nin savunma sanayiini yeniden kurmak için bir altmış seneye daha ihtiyacı olacaktır. Bunların bir diğer hedefi de, Trakya’ya askerî kuvvet sevk etmemizi önlemek için Çanakkale ve İstanbul Boğazlarındaki köprülerimizdir. Bu köprülerimiz hâlihazırda korumasızdırlar”.

Mesele, bazılarının sandığı gibi “doksan milyonluk Türkiye ile on milyonluk Yunanistan’ın savaşı” gibi düşünülecek basit bir mesele değildir. Yunanistan, 1829’da bağımsızlığını kazandıktan sonra, Devletimize karşı hiçbir savaşı kazanamadığı hâlde, topraklarını Devletimizin aleyhine olarak üç kat artırmıştır. Bunu, arkasındaki Hıristiyan Avrupa devletlerinin ve Rusya’nın sayesinde başarmıştır. Bugün aynı şeyi yapmak istiyor.

Türkiye’nin savunma sanayiini daha da geliştirmesi için zamana ihtiyacı vardır. Bunu bilen düşman, bu zamanı ülkemize tanımak istemiyor. Devletimizi yönetenler bütün bunları biliyor ve bir askerî çatışmaya girmeyi asla istemiyorlar. Fakat karşı tarafın kışkırtma ve meydan okumaları karşısında gerekli karşılığı da vermek mecburiyetinde kalıyorlar. Nitekim Yunanistan’ın Adalar Denizi’nde ilân ettiği altı adet navteks ve ABD ile beraber yaptığı deniz tatbikatlarına karşı 37 dost ülkenin katıldığı muhteşem bir Efes-2022 Deniz Tatbikatı yapılmış, tatbikatın sonundaki törende Cumhurbaşkanımız ve Millî Savunma Bakanımız, hiç eğip bükmeden karşı tarafa meydan okuyan konuşmalar yapmışlardır. Konunun uzmanlarının belirttiklerine göre, bu meydan okuyuşun düşman üzerinde büyük bir etkisi olmuştur.

Dünyanın yeniden yapılanma çalkantıları içinde olduğu bu zaman diliminde, mevcutlar içinde Türkiye’nin tutunabileceği herhangi bir blok bulunmuyor. Türkiye’nin yapması gereken yegâne şey, iç bütünlüğünü sağlamak ve Türk Devletleri Birliği’ninin siyâsî, ekonomik ve askerî bütünlüğünü geliştirip dünya siyasetinde bir blok olarak ortaya çıkarmaktır.

Allah (CC) milletimizin ve Devletimizin yardımcısı olsun!