ABD Başkanı Titrek Biden,
24 Nisan günkü konuşmasında, 1915 yılında Osmanlı Devleti’nin aldığı tehcir
kararını “soykırım” olarak niteledi. Bütün hayatını İslâm ve özellikle Türk
düşmanlığına hasretmiş bu Dalavereli -doğum yeri Delawera imiş- zattan başkası
da beklenmezdi zaten. Elbette kış, kışlığını yapacak…
Dalavereli
Biden’in böyle bir karar alacağı geçen yılki seçim kampanyalarından beri
biliniyordu, bir sürpriz değil yani. Ancak onun bu konuşmasına ve bu konuşmadan
önceki Türkiye ve özellikle Başkan Erdoğan ile ilgili düşüncelerine bakınca, bu
tavrın, bir büyük kumpasın parçası olduğu görülür.
ABD’nin
Türkiye’ye yönelik stratejisi, geri adım attırma yönünde dozu artan bir baskı silsilesi
izliyor. S-400 bahanesiyle akla ziyan geriye dönük CASA yaptırımları,
açıklanmayan ama yıllardır devam eden silah ambargoları, arkamızı dönünce
bacağımızı ısıran ekonomik operasyonlar, bu dozun ilk kalemde sayılacak
unsurlarıdır. Bunun dışında ABD’nin açıkça Türkiye düşmanlığı yaptığına ve bizi
“ya hep, ya hiç” anlamındaki bekâ sorunu ile baş başa bıraktığına dair onlarca
delil sunmak mümkündür.
ABD’nin
sınırlarımızın güneyinde ta Çekiç Güç döneminden beri ne dalavereler
çevirdiğini artık bu ülkede yediden yetmişe kadar herkes biliyor. Bugün
itibarıyla bu aziz millete “Türkiye’nin en sinsi ve en açık düşmanı kimdir?”
diye dört şıklı bir soru sorulsa, bu soruya verilecek cevap kahir ekseriyetle
“ABD” şıkkı olur.
ABD,
İnönü döneminden beri sızdığı bu ülkenin süreç içinde kılcal damarlarına girmiş
bir şeytandır. Soğuk Savaş döneminde bu ülkeyi
“Sovyetler ve komünizm geliyor” algısıyla uyutup asıl gelenin kendisi
olduğunu gözlerden ustalıkla kaçırmıştır. Evet, biz Sovyetlere karşı bilenirken,
ABD, “harim-i ismetimize” kadar girmiş de ruhumuz bile duymamıştır. Darbeler
oldu, askerden bildik; ekonomik operasyonlar oldu, siyâsilerin beceriksizliği
sandık; bir türlü ekonomik sıçrama yapıp makus talihimizi yenemeyişimizi
müteşebbis eksikliği zannettik…
Oysa
bu aziz milletin eğitim sistemine, üretim sistemine, ordusuna, yargısına,
akademisine, medyasına sızan ABD, ülkede en ufak bir istikrar ve kalkınma alâmeti
görecek olsa bu hamleyi başlatan siyâsî iktidarlara ağır bedeller ödeterek
kendine bağlı kukla yapılar üzerinden askerî ve ekonomik darbeler yapmıştır.
Nitekim
Menderes’ten başlayarak Demirel, Ecevit, Özal ve Erbakan’a yapılan darbe,
muhtıra ve ekonomik operasyonların tamamı, ABD’nin içteki kuklaları vasıtasıyla
yaptırdığı büyük alçaklıklardır. ABD, Türk Devleti içinde öyle bir nüfuz alanı
ve etki ajanlığı oluşturmuş ki bu çarkı bozacak bir siyâsî hamle geldiğinde o
siyâsî gücü, sızıp kontrol ettiği devlet kurumları marifetiyle bertaraf
etmiştir.
Dalavereli
Biden’in “Erdoğan’ı demokratik yollardan indirme” beyanının -ki kesinlikle plândır-
arkasından gelen Türkiye içinde toplumsal fayları harekete geçirme çabaları
manidardır. Boğaziçi’nde komik rektör protestoları, LBGT mensuplarının tahrikkâr
eylemleri, 104 amiralin folsuz yumurtasız bildiri densizliği, “128 milyar
nerede?” yalanları, derinlik ve genişlik kazanarak toplumu kutuplaştırmayı
amaçlayan sistematik bir algının ürünleridir.
Türkiye’yi
kutuplaştırıp içe kapatmayı amaçlayan bu teşebbüslerin asıl amacı, Dalavereli
Biden’in “Bir Kürt devletinin kurulduğunu görmeden gözlerimi yummayacağım”
hedefine ulaşmak için izlediği cambaza bak taktiğidir.
Dalavereli
Biden’in en son başvurduğu “Ermeni soykırımı” algısı ise Türkiye’ye dıştan
baskı uygulayarak ülkenin enerjisini o yönde bloke etmektir. Bunlara ilâveten,
ABD’nin Doğu Akdeniz’de Girit merkezli bir donanma üssü ve Yunanistan’ın başta
Dedeağaç olmak üzere muhtelif bölgelerinde yirmiye yakın yeni üs kurma
teşebbüsü açıkça Türkiye’ye karşı bir duruşu göstermektedir. Hele ABD’nin Suriye’de,
Fırat’ın batısında açtığı yeni üsler ve YPG’ye verdiği kesintisiz silah ve
mühimmat desteği hiç gözden kaçırılacak şeyler değildir.
ABD’nin
Dalavereli Biden döneminde bütün çabası o kukla devleti tesis etmektir. Türk
Devleti, üzerinde oynanan oyunların tek amacının bu kukla devleti oluşturmaya
yönelik olduğunu çok iyi bilmektedir.
Nitekim
Dalavereli Biden’in 24 Nisan’daki konuşmasının 1915 Ermeni tehcirini güya
“soykırım” olarak zikredeceğinin basına sızdırılması üzerine Türkiye, 23
Nisan’ı 24 Nisan’a bağlayan gece, Pençe-Şimşek ve Pençe-Yıldırım adını verdiği
iki kademeli bir Kuzey Irak operasyonu başlattı. Irak ile Suriye arasındaki
terör koridorunu kesme amacına dayanan bu operasyonun Dalavereli Biden’in
densiz “soykırım” kozuna kuvvetli bir cevap olduğu çok açıktır.
Türkiye
bu operasyon ile Dalavereli Biden’e, “Maksadını biliyorum, senin bu plânını
kesinlikle bozacağım! Bütün gücümle buradayım, durmuyorum, durmayacağım da. Hodri
meydan!” dedi. Bu meydan okuyuşun temelinde ise Türkiye’nin bekâ meselesi
yatmaktadır.
Evet,
sınırlarımızın güneyinde olan tam da budur; ABD’nin kukla devlet fantezisi ile
Türkiye’nin bekâ meselesinin karşı karşıya gelmesi… Bu karşı karşıya gelişin
taraflardaki psikolojik motivasyonlarına bakarak bu mücadeleden kimin galip
çıkacağını tahmin etmek keramet sayılmaz.
Fantezi,
realiteden kaçan süslü bir hayâl ve kuruntudur. Sınırı yoktur ama uçarı ve
istikrarsızdır. Vazgeçilmez değildir, şartlar değiştikçe biçim değiştirip kayıp
akar ve bambaşka bir hedefe de yönelebilir. Fantezi bir avunma olduğu için, “O
olmuyorsa bu olsun” biçiminde yüz kılığa bürünebilir. Seyyal ve elvanlı bir
psikolojinin ürünüdür fantezi.
Bekâya
gelince… Bekâ öyle mi? Bekâ, bir topyekûn varoluş bilincidir. Bir ölümsüzlük
bilinci, ilelebet payidar olma şuurudur. Bekâ, bir tehlike algısı ve şartlar ne
olursa olsun bir kutlu direnç ve mücadele azmidir. Bekâ, “Ya istiklâl, ya ölüm”
refleksi, “Sana yok, ırkıma yok ebediyyen izmihlâl” inancıdır.
Karşınızdaki
güç ne olursa olsun, bekâ bilincinin fantezi kuruntusuna galebe çalacağı
açıktır.
Evet,
Türkiye, Dalavereli Biden döneminde gittikçe artan bir bekâ şuuruyla
mücadelesini daha büyük bir karar ve azimle yürütecektir. Türkiye, 23 Nisan
gecesi başlattığı Kuzey Irak operasyonunu, Metina’nın tasfiyesinden sonra biri
Gara’ya, diğeri Kandil’e olmak üzere iki koldan yürütecek ve ardından da ikmâl
yolları kesilen Sincar’a girecektir.
Bitti
mi? Hayır, bitmedi!
Türkiye
Aksungur, Akıncı ve kamikaze İHA’ları seri üretime geçirdi. Buna paralel olarak
da menzili uzatılmış mühimmatlar geliştirdi. Bu mühimmatların menzili 30 ilâ
100 kilometre arasında bir derinliğe uzanıyor. Geçen hafta içinde bu mühimmatların
Akıncı ve Aksungur’dan atılarak hedeflerin tam isabetle vurulması neyi işaret
ediyor? Söyleyelim: Kuzey Suriye operasyonunu…
Evet,
Türkiye elindeki son koz olan “soykırım” yalanını sahaya süren Dalavereli Biden’e
hayatının fantezisini kâbusa çevirecek olan bir bekâ şuuruyla bu güz sonu veya
kış ortasında Kuzey Suriye’de yarım bıraktığı bir hesabı tamamlamaya geliyor.
Bu öyle etkin ve başarılı bir operasyon olacak ki ABD ve Rusya’ya rağmen
Türkiye, Kuzey Suriye’ye üç koldan birden girecektir. Birinci kol Kamışlı,
ikinci kol Haseke ve Rakka, üçüncü kol da Aynelarap, Münbiç ve Tel Rifat
olacaktır.
Bekânın
sonu zafer, fantezinin sonu bükâdır (gözyaşı). Evet, bu ülke bekâ hattına
çekilen fantezi seddini mutlaka parçalayacaktır. Bunu yapacak güç, kudret, azim,
kararlılık ve irade de damarlarında kan ve iman hâlinde akmaktadır.
Türkiye’nin
ABD’nin 50 yıllık fantezisini bitirmesi en çok Dalaverli Biden üzerinde tesir
gösterecektir. Zaten titreyip tökezleyen bu zat, Kuzey Suriye’de yiyeceği
Osmanlı tokadından sonra iflah olmayacak ve hem zihinsel, hem de bedensel
sağlığını yitirecektir.
Bekâya
saldıranın akıbeti acı bir hüsran bükasıdır.
Vesselâm.