BUGÜNLERDE Netflix’te bir
film yayında: “Münih: Savaş Başlıyor”...
Film,
1938’deki Münih Konferansı’nı anlatıyor. İzledim. İzlediğim her karenin aynı
esnada gerçekliğine bakındım.
Dönemin
İngiliz Başbakanı Neville Chamberlain, dönemin Alman Şansölyesi Adolf Hitler’i
savaşa girmemeye sözde ikna ettiği bir süreç Münih Konferansı…
Çek
Cumhuriyeti’ne savaş ilân ederek ülkeyi işgale başlayacağını dünyaya beyan eden
Hitler’i durdurmak üzere Fransa ve İtalya’yı da devreye sokan İngiltere,
Hitler’i ikna etmiş ve süreci yönetmek üzere Hitler, adı geçen ülkelerin
başbakanlarını Münih’te üç günlük görüşmeler için davet etmişti.
Görüşmelerden
Almanya, daha doğrusu Hitler istediğini almış, Çek Cumhuriyeti’nin batısı
Almanya’ya verilmişti.
Dikkat
etmişsinizdir, konferansta Çek Cumhuriyeti’nden muhatap kimse yok. Onun yerine
İngiltere ile Fransa konuşmuştu zaten.
İngiliz
Başbakan Neville Chamberlain, konferansın dışına çıkarak Hitler ile bir de ayrı
bir zabıt tutmuştu. Buna göre İngiltere ile Almanya, karşılıklı saldırmazlık
konusunda anlaşmışlardı. Hatta Chamberlain, İngiltere’ye dönüp de uçağından
iner inmez, Hitler ile imzaladığı kâğıdı sallayarak zafer elde etmişçesine
cakasını satmıştı.
O
günleri sorgulayan İngiliz siyaset tarihçileri, İngiltere’nin Almanya’dan
saldırmazlık yönünde sözde teminat almasını ve işlettiği sözde yatıştırma
diplomasisini son derece olumsuz cümlelerle eleştiriyorlar. Çünkü Hitler
yapacağını yaptı. Burada dikkat edilmesi gereken, İngiltere’nin söz konusu
yatıştırma politikasını izlerken sürekli dile getirdiği şu bahane: “Ortada suç
yokken yargılama da olamaz!”
Adamın
biri savaş ilân ediyor ve muhataplardan biri, suç olmadan yargılama
yapamayacağını dile getiriyor. Nasıl değerlendirmeli? Bu, basit politika
alçaklığı!
Bu,
aslında şu demek: İngiltere, sözde yatıştırma diplomasisini işleterek
Almanya’nın savaşa girmesini istiyordu ve bunu elde etti.
Son
günlerde maalesef tüm dünyada olduğu gibi Türk medyasında da iğrenç bir haber
servis ediliyor: “Ukrayna’da 50 bin kişi hayatını kaybedecek!”
Manşete
bakar mısınız?
“Kaybetti”
değil, “Kaybedecek”… Öngörünüzü sevsinler sizin!
Bu
öngörüyü ortaya atan, ABD.
Almanya’nın
savaşa girdikten sonra yıllarca ABD’ye, dolayısıyla İngiltere’ye ve dolayısıyla
NATO’ya bağımlı hâle gelmesinin sağlandığı senaryonun aynısını işletmek için, o
gün Çek Cumhuriyeti’ni İngiltere’nin sattığı gibi, bugün de ABD Ukrayna’yı mı
sattı? Peki, kaça?
Rusya’nın
ekonomik anlamda çökeceğini de öngören ABD, Ukrayna’nın 50 bin ya da daha fazla
kurban vermesini elbette umursamıyor. Bunun yanında, Rusya’nın çöküşünü
gözetirken Türkiye’nin de büyümemesi için elinden geleni ardına koymuyor.
Hamdolsun, bizim de elimiz armut toplamıyor.
Her
ne kadar gündem heykeller üzerinden öğütülüyor olsa da PKK ve YPG için alan
daraldıkça daralıyor. Ukrayna’dan getirilen paketinse FETÖ hakkında büyük
alâmetleri var.
Rusya’nın Ukrayna’yı işgalini durdurmak için Türkiye bütün imkânları seferber edecek, belli. Peki, sınırları zorlar mı, bilinmez.