ABD safını belirledi, ya biz?

ABD’nin, sırtını sıvazlayarak cesaretlendirdiği ve kanlı ellerine tutuşturduğu silah ve mühimmat hâricinde, Amerikan Delta Crescent Energy üzerinden Suriye’de anlaşma tarafı olacak güce erişen PKK’yı idarî bir muhatap kabul etmesi, gündemi epeyce meşgul edeceğe benziyor.

HABER ajansları, Kurban Bayramı’nın dördüncü gününde Reuters kaynaklı bir haber geçtiler: “ABD’li petrol şirketi, terör örgütü ile anlaştı!”

Peki, bu manşet karşısında şaşırdık mı? Elbette hayır!

Şaşırmadık, çünkü haberin ayak sesleri aylar öncesinden bize ulaşmıştı.

Garip olan ise, çeyrek yüzyıllık bir geçmişi olan bir kabule göre ABD, çocuk katili PKK’yı “terör örgütü” kategorisinde tutmasına rağmen, onunla ve uzantılarıyla dirsek temasını sürdürmekten dûr olmuyordu…

Saddam’ın devrilmesinin öncesi ve sonrasında coğrafyada varlık mücadelesi veren ABD, Çekiç Güç döneminde terör örgütü PKK ile gizliden gizliye yürüttüğü flörtü, Suriye’deki iç savaşla birlikte ana omurgasını PKK/PYD’nin oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ve ABD’li bir petrol şirketi arasında imzalanan anlaşma ile ayyuka çıkarmış oldu.

Rejim kanadından ilk tepki Suriye Dışişleri Bakanlığı’ndan geldi ve anlaşma “yasa dışı” olarak nitelendirildi.

ABD’li şirketin kim olduğuna dair yapılan tahminlerde, ünlü firmanın “Delta Crescent Energy” olduğu yönünde iddialar ortaya atıldı.

Neden SDG?

Henüz iç savaşın esâmesi dahi ortada yokken, Suriye’nin günlük 400 bin varile yakın petrol ürettiğini hatırlamakta fayda var. Savaşın ardından Rejim, zengin petrol kaynaklarına sahip Fırat nehrinin doğusundaki Deyrizor bölgesindeki kontrolü SDG’ye kaptırdı.

Anlaşma her ne kadar SDG ile Amerikalı şirket arasında gerçekleşmiş olsa da Trump’un yönettiği Amerika’nın, bahsi geçen anlaşmayı destekleyip desteklemediği oldukça önem taşıyordu.

Bu konudaki merakımızı, ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo giderdi ve “SDG ile ABD arasındaki petrol anlaşmasını destekliyoruz. Beklediğimizden uzun sürdü. Umuyoruz ki, şimdi anlaşma uygulamaya konuyor” açıklamasında bulundu.

Amerika’da 3 Kasım'da yapılacak Başkanlık ve Kongre yarışı yavaş yavaş şekillenirken, mevcût Başkan Donald Trump’un eylem ve söylemleri son derece önemli ve kamuoyunca yakından takip ediliyor.

Trump, TSK Fırat’ın doğusunda konuşlandığında, PKK’nın Amerikan gücü olmaksızın ayakta duramayacağını sezmiş olmalıydı ki ABD askerlerini PKK’lı teröristler ile omuz omuza TSK’ya karşı savaşa sokmamak için ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı’nın (CENTCOM) Suriye’nin kuzeydoğusundan geri çekilmesi için talimat vermişti.

Bu çekilmeyi müteakip, petrol olan yerlerde belli bir kotada güç bulunduracaklarını söyleyen Pentagon ise petrol sahalarının gelirinin SDG’ye bırakılacağını ifade etmişti.

Korsan anlaşma ve ganimet paylaşımı

ABD’nin desteklediği terör örgütü PKK ile Amerikalı şirket arasındaki anlaşmanın, uluslararası hukuk açısından geçerli olmadığı aşikâr. Bu açıdan rahatlıkla “korsan” olarak nitelendirebiliriz.

9 yıldır süren iç savaşla toprak bütünlüğünü kaybeden Suriye, bu anlaşma ile fiilen işgal edilmiş oldu.

Suriye’nin kaybı bununla da sınırlı değil; yeraltı zenginlikleri, ABD ve onun desteği altında hayatını idâme ettiren PKK terör örgütü arasında ganimet olarak paylaşıldı.

380 bin varilden yıllık 5 milyar dolarlık bir gelir elde edilecek olması, işin siyâsî boyutunun yanı sıra ekonomik tarafı hakkında da bize ipuçları veriyor.

ABD’nin, sırtını sıvazlayarak cesaretlendirdiği ve kanlı ellerine tutuşturduğu silah ve mühimmat hâricinde, Amerikan Delta Crescent Energy üzerinden Suriye’de anlaşma tarafı olacak güce erişen PKK’yı idarî bir muhatap kabul etmesi, gündemi epeyce meşgul edeceğe benziyor.

Esed rejiminin haberi olmaksızın imzalanan anlaşmanın detayları da yavaş yavaş ifşa edilmeye başlandı. Buna göre, sözde özerk yönetim (PKK/YPG) ile ABD’li şirket (Delta Crescent Energy) arasında imzalanan anlaşma dâhilinde işgal altındaki bölgelerde ilk etapta günde 20 bin varil petrol çıkarılacak ve kurulacak 2 adet mobil rafineride işlenerek satılacak.

İç savaşla günlük 60 bin varile kadar düşen işlenmiş petrol, daha önce PKK tarafından komisyoncular aracılığıyla Rejim bölgelerine satılırken, son anlaşma ile bu satışı ABD’li firma pazarlayacak. Bu da terör örgütünün “komisyonsuz” daha çok para kazanması anlamına geliyor.

Bu kazançtan evvel en büyük pay ise, Şam’ın devre dışı bırakılarak PKK/YPG’nin muhatap alınmasından doğan “siyâsî” kazanç olsa gerek!

Terörün finansmanı

Anlaşmaya, Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı sert bir tepki gösterdi:

“ABD’nin uluslararası hukuku hiçe sayan, Suriye’nin toprak bütünlüğüne, birliğine ve egemenliğine kasteden ve terörizmin finansmanı kapsamına giren bu adıma destek vermesini esefle karşılıyoruz. Hiçbir meşru saikle gerekçelendirilemeyecek olan bu tasarruf asla kabul edilemez.”

Bugün 1 milyonu aşkın Suriyelinin ölümüne, 12 milyonunun da göçmen durumuna düşmesine neden olan savaşın acı bilançosu ekonomik alanda da tesirini gösteriyor.

Suriye halkına ait olan zengin petrol kaynaklarının, uluslararası hukuk hiçe sayılarak PKK/YPG terör örgütüne gelir getiren bir ranta dönüşmesi karşısında Şam’ın, Rusya’nın ve Türkiye’nin nasıl bir refleks vereceğini önümüzdeki kritik süreçte hep birlikte göreceğiz.

Amerika’nın tutumunu ve tarafgirliğini zaten ifade etmiştik, ancak “Sezar Suriye Sivil Koruma Yasası” dâhilinde YPG/PKK’ya 21 milyon dolar civarında nakdî yardım yaptığının, bu destekle terör örgütü PKK’nın rahatladığının ve lejyonerlerine ödediği aylıklara yüzde 150 oranında zam yaptığının altını çizmemizde fayda var.

ABD’nin yardımları elbet bununla da sınırlı değildi. “SDG” adını kullanarak gücüne güç katan YPG/PKK’ya Kovid-19’u önleme ve sağlık yardımı için de 1,2 milyon dolar verdiklerini unutmayalım! Üstelik de Türkiye'nin, salgından en çok etkilenen ülkelerin başında gelen ABD’ye askerî kargo uçağı ile iki kez tıbbî yardım yapmasının akabinde…

PKK terör örgütünün bundan önceki kazançları hep illegaldi; uyuşturucu, silah, petrol, organ ve insan kaçakçılığı… Bu anlaşma ile birlikte legal çapta SDG’yi paravan olarak kullanmaya başlayacaklar. Hattâ başladılar bile…

Biz, 15 Ağustos 1984 günü, akşam saatler 21:30’u gösterdiğinde Eruh ve Şemdinli’de gerçekleştirilen silahlı eylemlerden beri örgüte “PKK” derken, müttefiklerimiz (!) Suriye’de PKK’yı önce YPG, daha sonra PYD’ye evirttiler. Şah mat eylemi ise PYD’yi SDG’ye çevirmeleriydi.

“DEAŞ’la mücadele” kılıfıyla Suriye’nin kuzeyine geçerek örgüt saflarına katılan ANTIFA adlı terör örgütü, ABD’nin PKK/YPG’ye verdiği binlerce TIR silah için âdeta köprü oluşturdu.

Türk Silahlı Kuvvetleri ve Suriye Millî Ordusu, ABD tarafından Afrin bölgesindeki kamplarda eğitilerek Zeytin Dalı ve Barış Pınarı Harekâtlarında, kendilerine karşı savaşan bu teröristleri yakından tanıyor.

Kürt kartı, PKK kartına dönüştü!

Türkiye’de uzun yıllara dayanan “Kürt meselesi”, önce iktidar dönemlerindeki “etnik ve milliyetçi” çözümlerin aksine, iki kez denenen “Kürt Açılımı”nın yine ismi belli içteki ve dıştaki mihraklarca baltalanması netîcesinde akâmete uğramış ve bunu fırsat bilen ABD, el yordamıyla Kürt kartını PKK kartına çevirmeyi başarmıştır.

Türkiye’nin demokratikleşemediğini bahane ederek bizi eşikte tutan ve tutmaya devam edecek olan AB’nin bitmek bilmez taleplerine kulak asmadan; reformları, vatandaşı için “insan odaklı” sunan daha güçlü, daha azimli güncel bir siyasete ihtiyaç var.

Hasımlarımızın bileğini dostluk masasından kalkmadan bükmenin yolu, iyi bir niyet okumadan geçiyor. Bu anlamda işimiz nispeten kolay. Kolay, çünkü Amerika’nın niyeti belli…

Müttefikimiz ABD ile Müslüman coğrafyadaki dostlarımız(!), bir koz olarak ellerinde tuttukları terör örgütü PKK’yı ve uzantılarını yanı başımızda açılan mazgalda hem silahlandırıyor, hem de Suriye petrolüyle ihya ediyorlar.

NATO’nun iki önemli müttefiki ABD ile Türkiye arasında yakın zamanda S-400 ve F-35 başlıkları yüzünden artan geriliminin, anlaşma sonrası Ankara ile Washington ilişkilerine nasıl yansıyacağını ise zaman gösterecektir…