ABD’nin son demokrasi oyunu

Türkiye, kapitalist sistemle onun karşısında yer alan komünist sistemin arasında İslâmî esaslara dayanan ve faizi sıfırlamaya dayalı yeni bir ekonomik model kuracaktır. Bizdeki faizin sıfırlanması ile Batı’daki sıfır faizleri karıştırmamak lâzımdır. Batı daima tefecidir; adı “faiz” olmasa da başka bir yerden mutlaka sömürüyü gerçekleştirir. Ancak bizim önce kendimiz ve arkasından İslâm ülkelerini sıfır faize getirmemiz ve onları faiz illetinden kurtarmamız, oluşacak büyük fonun tüm ümmetin refahına yönelmesi anlamına gelmektedir.

ABD, 9-10 Aralık’ta sanal âlemde çevrimiçi olarak yapacağı Küresel Demokrasi Zirvesi’ne çağrılacak ülkelerin listesini yayınladı. Bu listedeki ülke isimlerine bakılınca 110 ülkenin yer aldığı görülüyor.

Seçilen ülkelerin durum ve konumlarından hareketle ABD’nin iki farklı saikten hareket ettiği anlaşılıyor: Birinci saik, kendi kültürünün bileşenlerinden oluşan bir Hıristiyan dünyası; ikinci saik ise Çin’in kuşatılmasında müttefik olarak nitelediği Çin hinterlandındaki ülkeler… Bunlar içerisinde Pakistan, Endonezya ve Malezya gibi İslâm ülkeleri de mevcut...

Elbette ABD’nin bu sanal zirveye Türkiye’yi davet etmesi beklenemezdi. Bu tutum Türkiye’nin demokratik olmamasından ziyade, ABD mandasından çıkıp bağımsız olarak hareket etmesinden kaynaklanmaktadır.

Ancak 110 ülkenin haricinde kalan ülkelere bakılınca, ABD’nin kendisini ABD yapan büyük ufuktan uzaklaşıp içe doğru çekildiği ve küçülüp etkisizleştiği görülmektedir. Bu Zirve, ABD’nin Çin, Rusya ve Türk cumhuriyetleri ile beraber İslâm ülkelerini rakip ve hasım olarak gördüğünü ve yeni ilerleyişini bu karşıtlık üzerine kuracağını göstermektedir.

Ne var ki, burada vahim bir hata vardır ve o vahim hata da ABD’de yönetime gelen Demokratların din ve özellikle İslâm düşmanlığının kendilerine nasıl büyük bir stratejik hata yaptırdığıdır. ABD Çin ve Rusya’ya nüfuz etme konusunda çok etkili değildi ama binbir parçaya bölünmüş İslâm ülkeleri üzerinde oldukça etkin ve belirleyici bir aktör idi. Bugünkü tavrından anlıyoruz ki, ABD kimini darbelerle iş başına getirdiği, kimisinin keyfî yönetimlerine göz yumduğu ülkelerden oluşan İslâm dünyasına sırt dönmüştür.

Bence ABD’nin Çin ve Rusya’ya karşı tavır almasından ziyade İslâm dünyasına bu kadar açık tavır alması, onu bitirecek en önemli etkenlerden biri olacaktır. Tabiat boşluk kabul etmez. Her boşluk bir başka güç tarafından doldurulur. Bu gerçek, Sünnetullahtır. ABD’nin Pakistan, Malezya ve Irak haricinde bütün İslâm ve Türk ülkelerini demokrasi karşıtı ilân etmesi bizim için bir kayıp değil, bir fırsattır. Hem de bizzat ABD tarafından bize altın tepside sunulan bir fırsat!

Niye böyle söylüyorum? Nedeni şudur: ABD’nin “Çin ve Rusya’yı çerçeveleyeceğim” diye İslâm ülkelerinin olduğu coğrafyalardan çekilmesi ve onları bir anlamda Rus ve Çin nüfuzuna bırakması, bir hesap hatasına dayanmaktadır. Bu hata, bıraktıkları boşlukların Rusya ve Çin tarafından dolduracağını zannetmesi veya bu mânâda onlarla örtülü anlaşmalar yapmasıdır.

Bana öyle geliyor ki, onların beklemediği bir manzara gerçekleşmiş olacak ve bu boşluk Türkiye tarafından doldurulacaktır. Bu hata, ABD, Çin ve Rusya yanında dördüncü büyük gücün Türkiye merkezli yükselmesiyle lehte neticelenecektir.

Zaten ABD’nin bu tavrından sonra, yapay gündem ve sorunlarla birbirine düşürülmüş İslâm ve Türk devletlerinin ortak bir akıl çerçevesinde hareketlendiği müşahede edilmektedir.

Bu bağlamda en dikkat çekici adım, Birleşik Arap Emirlikleri ve Türkiye’nin on yıllık hasmane bir ilişki seyrinden sonra bir araya gelmeleridir. Araplardaki Türk ve Türklerdeki Arap düşmanlığı, ABD ve Batı ittifakının Türk-İslâm dünyasının gelecek perspektifine karşı binbir emekle dizdikleri boncuklardan oluşan bir tespih idi. Bu tespihin imamesi de Birleşik Arap Emirlikleri idi.

Şimdi Türkiye’nin Erdoğan-Zayed görüşmesiyle bu imameyi koparması, dünyada çok farklı şeyler olacağının açık ve sarih bir göstergesidir. Orta Doğu’da ellerinde büyük serseri fonlarla bekleyen ancak savunmaları zayıf ve sosyolojik zeminleri kaygan bu yönetimlerin Türkiye ile bir araya gelmek zorunda bırakılmaları ne anlama geliyor?

Türkiye’yi ekonomik operasyonlarla köşeye sıkıştıranlar eğer bu fitne tespihinin imamesinin kopmasını önleyecek girişimlerde bulunsalardı, çok akıllı hareket etmiş olurlardı. Lâkin hata yaptılar ve bu imame koptu! Böylelikle bu ülkelerdeki serseri fonların Türkiye’ye akmasının önünde hiçbir engel kalmadı.

Bu akış ne demektir? Bu akış, Türkiye’nin Batı’nın yerleşik faiz anlayışına karşıt olarak geliştireceği bir modelin ön işaretleridir.

Türkiye, kapitalist sistemle onun karşısında yer alan komünist sistemin arasında İslâmî esaslara dayanan ve faizi sıfırlamaya dayalı yeni bir ekonomik model kuracaktır. Bizdeki faizin sıfırlanması ile Batı’daki sıfır faizleri karıştırmamak lâzımdır. Batı daima tefecidir; adı “faiz” olmasa da başka bir yerden mutlaka sömürüyü gerçekleştirir. Ancak bizim önce kendimiz ve arkasından İslâm ülkelerini sıfır faize getirmemiz ve onları faiz illetinden kurtarmamız, oluşacak büyük fonun tüm ümmetin refahına yönelmesi anlamına gelmektedir.

Eğer bu imkân iyi yönetilirse, İslâm dünyası içerisinde zekât verecek bir fukaranın bile kalmayacağı aşikârdır. Buna, “adalet ve hakkaniyete dayanan sistem” demek de mümkündür. Evet, Türkiye bu fırsatı yakaladı ve değerlendirmek zorunda!

Neden “Zorunda” diyorum?

Türkiye böyle bir şeyi sistematik olarak düşünmemiş olsa bile gelişen şartlar, onu böyle bir kurumsallaşmaya doğru itecektir. Türkiye’nin hem Türk dünyası, hem de İslâm dünyası için büyük projeleri var ve bu büyük projelerin de finans ihtiyacı var.

İşte altın anahtar da burada gizlidir!

Türkiye; Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt, Suudi Arabistan, Mısır ve Bahreyn gibi, kendisine karşı bir güç odağı olarak kullanılmaya çalışan ülkelerle sorunlarını -ki bunların çoğu yapay sorunlardır- kısa zamanda gidererek dağılan tespih tanelerini toplayacak ve imame olarak başına yapay bir baş değil, doğal bir baş takacaktır. O baş ise kendi başıdır!

Evet, Türkiye’nin öncülüğünde Asya ile Avrupa’nın arasında büyük bir güç inşâ edilmektedir. Ancak bu güç, sıradan değil, tarih ve coğrafyaya şekil vermiş büyük bir güçtür. Yani Türk-İslâm dünyasının büyük gücü…

ABD, Hıristiyan olmasına ve Avrupa Birliği üyesi bulunmasına rağmen zirveye Macaristan’ı da davet etmemiştir. Bunun nedeni gayet açıktır. Çünkü Macaristan, Türk Devletleri Teşkilâtı içerisinde yer alan ve kendi köklerini Türk dünyası ile birleştiren bir ülke konumundadır. ABD, bu yüzden onu da kendi mandasının dışında bir hareket saymakta ve tavrını koymaktadır.

ABD iyi ki böyle yapıyor! Geçmişte çok iyi örttüğü gizli niyetlerini açık açık uygulamaya koyuyor ve uyuyanların uyanmasına vesile oluyor. Ama ne uyanış!

Bu uyanışların hepsi de Amerika hegemonyasına karşı bir başkaldırı, bir karşı duruş ve bir kararlı oluştur.

Evet, “ABD” denen türedi devlet, demokrasi kılıfı altında gizlediği kendi ideolojisini, dünyaya kendi hegemonyasını pekiştirmek için pazarladı ve pazarlamaya devam ediyor. Ancak bugün gelinen noktada ABD’nin demokrasi vurgusunun bir refah ve huzur anlayışından çok, dünyayı kendi amacına uygun bir düzlemde boğmak olduğu çok iyi anlaşıldı.

Bugün dünyanın geldiği netice, demokrasiye gitmek değil, demokrasiden yani Batı’nın kuşatıcı kıskacından kurtulmaktır. Bu kurtuluş sancağının Türkiye’den kaldırılacağına şüphe yoktur.

Siz, Türkiye’nin yaptığı hamlenin sadece faize başkaldırmak olduğunu mu sanıyorsunuz? Böyle sanıyorsanız, çok ama çok yanılıyorsunuz! Bu hamle, faizi feyizle boğmak ve dünyayı sömüren bir canavarı Hak kılıcıyla öldürmektir. 

Vesselâm...