ABD, 9-10 Aralık’ta sanal âlemde çevrimiçi olarak
yapacağı Küresel Demokrasi Zirvesi’ne çağrılacak ülkelerin listesini yayınladı.
Bu listedeki ülke isimlerine bakılınca 110 ülkenin yer aldığı görülüyor.
Seçilen ülkelerin durum ve konumlarından hareketle ABD’nin
iki farklı saikten hareket ettiği anlaşılıyor: Birinci saik, kendi kültürünün
bileşenlerinden oluşan bir Hıristiyan dünyası; ikinci saik ise Çin’in
kuşatılmasında müttefik olarak nitelediği Çin hinterlandındaki ülkeler… Bunlar
içerisinde Pakistan, Endonezya ve Malezya gibi İslâm ülkeleri de mevcut...
Elbette ABD’nin bu sanal zirveye Türkiye’yi davet
etmesi beklenemezdi. Bu tutum Türkiye’nin demokratik olmamasından ziyade, ABD
mandasından çıkıp bağımsız olarak hareket etmesinden kaynaklanmaktadır.
Ancak 110 ülkenin haricinde kalan ülkelere bakılınca,
ABD’nin kendisini ABD yapan büyük ufuktan uzaklaşıp içe doğru çekildiği ve
küçülüp etkisizleştiği görülmektedir. Bu Zirve, ABD’nin Çin, Rusya ve Türk
cumhuriyetleri ile beraber İslâm ülkelerini rakip ve hasım olarak gördüğünü ve
yeni ilerleyişini bu karşıtlık üzerine kuracağını göstermektedir.
Ne var ki, burada vahim bir hata vardır ve o vahim
hata da ABD’de yönetime gelen Demokratların din ve özellikle İslâm
düşmanlığının kendilerine nasıl büyük bir stratejik hata yaptırdığıdır. ABD Çin
ve Rusya’ya nüfuz etme konusunda çok etkili değildi ama binbir parçaya
bölünmüş İslâm ülkeleri üzerinde oldukça etkin ve belirleyici bir aktör idi.
Bugünkü tavrından anlıyoruz ki, ABD kimini darbelerle iş başına getirdiği,
kimisinin keyfî yönetimlerine göz yumduğu ülkelerden oluşan İslâm dünyasına
sırt dönmüştür.
Bence ABD’nin Çin ve Rusya’ya karşı tavır almasından
ziyade İslâm dünyasına bu kadar açık tavır alması, onu bitirecek en önemli
etkenlerden biri olacaktır. Tabiat boşluk kabul etmez. Her boşluk bir başka güç
tarafından doldurulur. Bu gerçek, Sünnetullahtır. ABD’nin Pakistan, Malezya ve
Irak haricinde bütün İslâm ve Türk ülkelerini demokrasi karşıtı ilân etmesi
bizim için bir kayıp değil, bir fırsattır. Hem de bizzat ABD tarafından bize altın
tepside sunulan bir fırsat!
Niye böyle söylüyorum? Nedeni şudur: ABD’nin “Çin ve
Rusya’yı çerçeveleyeceğim” diye İslâm ülkelerinin olduğu coğrafyalardan
çekilmesi ve onları bir anlamda Rus ve Çin nüfuzuna bırakması, bir hesap
hatasına dayanmaktadır. Bu hata, bıraktıkları boşlukların Rusya ve Çin
tarafından dolduracağını zannetmesi veya bu mânâda onlarla örtülü anlaşmalar
yapmasıdır.
Bana öyle geliyor ki, onların beklemediği bir manzara
gerçekleşmiş olacak ve bu boşluk Türkiye tarafından doldurulacaktır. Bu hata,
ABD, Çin ve Rusya yanında dördüncü büyük gücün Türkiye merkezli yükselmesiyle
lehte neticelenecektir.
Zaten ABD’nin bu tavrından sonra, yapay gündem ve sorunlarla
birbirine düşürülmüş İslâm ve Türk devletlerinin ortak bir akıl çerçevesinde
hareketlendiği müşahede edilmektedir.
Bu bağlamda en dikkat çekici adım, Birleşik Arap
Emirlikleri ve Türkiye’nin on yıllık hasmane bir ilişki seyrinden sonra bir
araya gelmeleridir. Araplardaki Türk ve Türklerdeki Arap düşmanlığı, ABD ve
Batı ittifakının Türk-İslâm dünyasının gelecek perspektifine karşı binbir
emekle dizdikleri boncuklardan oluşan bir tespih idi. Bu tespihin imamesi de
Birleşik Arap Emirlikleri idi.
Şimdi Türkiye’nin Erdoğan-Zayed görüşmesiyle bu
imameyi koparması, dünyada çok farklı şeyler olacağının açık ve sarih bir
göstergesidir. Orta Doğu’da ellerinde büyük serseri fonlarla bekleyen ancak
savunmaları zayıf ve sosyolojik zeminleri kaygan bu yönetimlerin Türkiye ile
bir araya gelmek zorunda bırakılmaları ne anlama geliyor?
Türkiye’yi ekonomik operasyonlarla köşeye sıkıştıranlar
eğer bu fitne tespihinin imamesinin kopmasını önleyecek girişimlerde
bulunsalardı, çok akıllı hareket etmiş olurlardı. Lâkin hata yaptılar ve bu
imame koptu! Böylelikle bu ülkelerdeki serseri fonların Türkiye’ye akmasının
önünde hiçbir engel kalmadı.
Bu akış ne demektir? Bu akış, Türkiye’nin Batı’nın
yerleşik faiz anlayışına karşıt olarak geliştireceği bir modelin ön
işaretleridir.
Türkiye, kapitalist sistemle onun karşısında yer alan
komünist sistemin arasında İslâmî esaslara dayanan ve faizi sıfırlamaya dayalı
yeni bir ekonomik model kuracaktır. Bizdeki faizin sıfırlanması ile Batı’daki
sıfır faizleri karıştırmamak lâzımdır. Batı daima tefecidir; adı “faiz” olmasa
da başka bir yerden mutlaka sömürüyü gerçekleştirir. Ancak bizim önce kendimiz
ve arkasından İslâm ülkelerini sıfır faize getirmemiz ve onları faiz illetinden
kurtarmamız, oluşacak büyük fonun tüm ümmetin refahına yönelmesi anlamına
gelmektedir.
Eğer bu imkân iyi yönetilirse, İslâm dünyası
içerisinde zekât verecek bir fukaranın bile kalmayacağı aşikârdır. Buna, “adalet
ve hakkaniyete dayanan sistem” demek de mümkündür. Evet, Türkiye bu fırsatı
yakaladı ve değerlendirmek zorunda!
Neden “Zorunda” diyorum?
Türkiye böyle bir şeyi sistematik olarak düşünmemiş
olsa bile gelişen şartlar, onu böyle bir kurumsallaşmaya doğru itecektir.
Türkiye’nin hem Türk dünyası, hem de İslâm dünyası için büyük projeleri var ve
bu büyük projelerin de finans ihtiyacı var.
İşte altın anahtar da burada gizlidir!
Türkiye; Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt, Suudi
Arabistan, Mısır ve Bahreyn gibi, kendisine karşı bir güç odağı olarak
kullanılmaya çalışan ülkelerle sorunlarını -ki bunların çoğu yapay sorunlardır-
kısa zamanda gidererek dağılan tespih tanelerini toplayacak ve imame olarak
başına yapay bir baş değil, doğal bir baş takacaktır. O baş ise kendi başıdır!
Evet, Türkiye’nin öncülüğünde Asya ile Avrupa’nın
arasında büyük bir güç inşâ edilmektedir. Ancak bu güç, sıradan değil, tarih ve
coğrafyaya şekil vermiş büyük bir güçtür. Yani Türk-İslâm dünyasının büyük gücü…
ABD, Hıristiyan olmasına ve Avrupa Birliği üyesi bulunmasına
rağmen zirveye Macaristan’ı da davet etmemiştir. Bunun nedeni gayet açıktır. Çünkü
Macaristan, Türk Devletleri Teşkilâtı içerisinde yer alan ve kendi köklerini
Türk dünyası ile birleştiren bir ülke konumundadır. ABD, bu yüzden onu da kendi
mandasının dışında bir hareket saymakta ve tavrını koymaktadır.
ABD iyi ki böyle yapıyor! Geçmişte çok iyi örttüğü
gizli niyetlerini açık açık uygulamaya koyuyor ve uyuyanların uyanmasına vesile
oluyor. Ama ne uyanış!
Bu uyanışların hepsi de Amerika hegemonyasına karşı
bir başkaldırı, bir karşı duruş ve bir kararlı oluştur.
Evet, “ABD” denen türedi devlet, demokrasi kılıfı
altında gizlediği kendi ideolojisini, dünyaya kendi hegemonyasını pekiştirmek
için pazarladı ve pazarlamaya devam ediyor. Ancak bugün gelinen noktada ABD’nin
demokrasi vurgusunun bir refah ve huzur anlayışından çok, dünyayı kendi amacına
uygun bir düzlemde boğmak olduğu çok iyi anlaşıldı.
Bugün dünyanın geldiği netice, demokrasiye gitmek
değil, demokrasiden yani Batı’nın kuşatıcı kıskacından kurtulmaktır. Bu
kurtuluş sancağının Türkiye’den kaldırılacağına şüphe yoktur.
Siz, Türkiye’nin yaptığı hamlenin sadece faize
başkaldırmak olduğunu mu sanıyorsunuz? Böyle sanıyorsanız, çok ama çok
yanılıyorsunuz! Bu hamle, faizi feyizle boğmak ve dünyayı sömüren bir canavarı
Hak kılıcıyla öldürmektir.
Vesselâm...