“KANAATİMCE Amerikalının sıkıntısı, mekanik hayatın getirdiği
sevgisizlikten doğan yalnızlık ve bunun sonucu hâd safhaya çıkmış olan
mutsuzluktur…
Sonucun böyle
olacağı mukadderdi. Kişi mutsuz; bunu yaşıyor ama sebebini ve mâhiyetini anlayamıyor.
Sebebin ekonomik, çârenin ekonomide olduğunu sanıyor. Çünkü onlar ekonomiden
başka, maddiyattan başka bir şey bilmiyorlar.
Barak Obama ortaya
‘değişim’ diye bir slogan attı ve halkı buna sarıldı. Bu ‘değişim’in ne
olduğunu ne doğru dürüst kendisi anlatabildi, ne de tam olarak halkı
anlayabildi. Oldukça soyut bir kavram. Obama tecrübesinin Amerikalıya hayâl
kırıklığından başka bir sonuç getireceğini sanmıyorum.
Bu ülke sahip
olduğu muazzam tabiî kaynaklarına dayanarak elde etmiş olduğu zenginliği
sayesinde ayakta kalabiliyor. Şayet ekonomide ciddî, sürekli bir sarsıntıya
uğrarsa, benim kanaatime göre sosyal yapısı çöker, ayakta kalamaz.”
Yukarıdaki
satırları 2010 yılında yayınlanmış olan “Bir 21 Mayısçının Tarihe Tanıklığı”
isimli kitabımdan aldım. Her ne kadar kitap o yıl yayınlanmış ise de yapılan tespitler,
ABD’de öğrenim gördüğüm 1971-72-73 yıllarına aittir.
Ben
o yılları bu şekilde değerlendiriyorum ama birkaç yıl kadar önce bir dergide
okuduğum yazıda bir Amerikan vatandaşı, ülkesinin içinde bulunduğu sosyal
çöküntüden dert yanıyor ve “Ah! O güzel yetmişli yıllar nerede?” diyerek, benim
içinde yaşadığım o berbat yılları hasretle anıyordu.
Ben
o yazıyı okuduğumda hayretler içinde kalmış ve “Acaba bugünkü Amerikan toplumu
ne hâldedir?” diye düşünmüştüm.
***
Amerikan
toplumu, tuğlaların üst üste konularak çimentosuz kuru duvar şeklinde inşâ
edilmiş büyük, muhteşem, fakat ciddî bir sarsıntıda yerle bir olabilecek bir
binaya benziyor.
Özellikle
metropollerdeki, büyük şehirlerdeki kalabalıkların dışarıdan görünüşüne
aldanılmamalıdır. Gerçekte, tamamen atomize olmuş o yığınların içindeki bireylerin
birbirleriyle hiçbir mânevî bağı bulunmuyor, her biri yapayalnız, korku ve
bunalım içinde yaşamaya çalışıyor.
İşte
kapitalizmin nihâî ürünü olan fert ve toplumun yapısı budur! Diğer ileri kapitalist
toplumlar da bundan pek farklı olmamakla beraber, onların müşterek bir geçmişleri
ve paylaştıkları bazı değerleri olduğu için, durumları, köksüz devşirme Amerikan
toplumu kadar dramatik olmayabilir.
***
Amerikan
toplumunun ana hastalığı budur. Fakat hepsi bu kadar değil. Çok ağır iki önemli
hastalığı daha bulunuyor.
Bunlardan
birincisi, toplumun, içinde bulunduğu bunalımdan çıkış yolu olarak çâresizce
sarıldığı yıkıcı yönelişlerdir. Bunlar; uyuşturucu, cinsellik, çeşitli
sapıklıklar, cinayet, hırsızlık, gasp, babasız çocuklar, cinnetler, intiharlar…
Süratle
artan bu fiiller artık rakamlara sığmıyor. Amerikan polisinin olur olmaz silah
kullanmasının sebebi, çığ gibi artan suçların önlenmesindeki çâresizliktir. Dünyanın
“1” numaralı süper gücü olan ülkenin şehirlerinin ana caddelerinin kaldırım
kenarlarında uyuşmuş insanlardan, insanın yolunu kesen kadın ve erkek
fahişelerden geçilmiyor.
ABD’nin
en muhafazakâr eyaletlerinden birisi olan Oklahoma’daki bir üniversitede
yapılan anket çalışmasında, öğrencilerin yarısı eşcinsel ilişki içinde
olduklarını söylemişlerdi.
Boston’da
yıllarca önce yapılan bir başka araştırmada da, yeni doğan çocukların yüzde 50’sinin
babasız olduğu tespit edilmişti.
ABD’de
bir okulun müdürlüğünü yapan yeğenim bir gün, en büyük sorunlarının
öğrencilerinin birçoğunun baba kavramından habersiz olması olduğunu söylemişti.
***
ABD’nin
bir diğer çok önemli hastalığı, Zenci sorunudur. Bu siyah insanları zamanında
Yahudi tüccarlar eliyle Beyazlar Afrika’dan getirip köle yaptılar, özellikle
tarım işçisi olarak çalıştırdılar. İç savaş sonrası kölelik resmen kalkmış olsa
da tarım alanında düşük ücretle çalışmaya devam ettiler. Ancak tarıma makine
girince, çiftlik sahipleri bunları işten çıkardılar.
Hiçbir
varlığı olmayan kırsal alandaki bu insanlar karınlarını doyurabilmek umuduyla
büyük şehirlere doğru aktılar. Fakat orada bu insanların sorunlarıyla hiç
kimse, hiçbir kurum ilgilenmedi. Onları rehabilite ederek topluma kazandırmak
yerine horladılar, aşağıladılar ve dışladılar.
Bu
durumda bu aç ve cahil insanların yapabileceği tek şey, hırsızlık, gasp ve
soygundu. Dolayısıyla Beyazların gözünde Zenci demek, “yok edilmesi gereken suç
makinesi” demekti. Ayrıca, onlardan tiksiniyor, kendilerine yaklaştırmak
istemiyor, okullarına, restoran, kafe, sinema, toplu taşım araçları gibi mekânlara
almıyorlardı.
1963
senesinde Missisippi eyaletinde Meredith adında bir Siyahî genç, her nasılsa
lise tahsilini tamamlayıp tıp fakültesini kazanmış, fakat üniversite yönetimi
ve eyalet valisi onu fakülteye sokmamıştı. O tarihte ABD’nin Başkanı olan
Demokrat John F. Kennedy, öğrencinin engellenmemesi için eyalet valisine emir
verdi ise de sonuç alamadı.
Bunun
üzerine Başkan, Federal Ordu’yu harekete geçirmek sûretiyle sorunu ancak
çözebildi.
Son
yıllarda derileri gibi bahtı da siyah olan bu insanlara okuma, bazı kamu
kurumlarında çalışma gibi kısmî bazı imkânlar sağlanmakta ise de, nüfuslarına
oranla bunlar devede kulak mesabesindedir.
Bugün
ABD’nin nüfusunun yüzde 12’si kadar oldukları söyleniyorsa da, bütün büyük
şehirlerin merkezleri âdeta Zencilerin işgali altındadır. Kendilerine hayatı
zindan eden Beyazların hayatını da onlar zindana çevirmişlerdir.
Bir
hatıramı anlatırsam, konu daha iyi anlaşılacaktır…
Yine
yetmişli yıllardı… Başkent Washington DC’de, Başkanlık Sarayı’na beş altı yüz
metre mesafedeki bir otelde kalıyordum. Tarım Bakanlığı’nda benimle ilgilenen
yetkilinin, akşam saat 8’den sonra dışarıya çıkmanın tehlikeli olduğu, otelimde
kalmamın daha doğru olacağı uyarısına uyarak akşamleyin otelin lobisinde oturup
TV seyretmekteydim.
Bir
ara otelin kapısı yavaşça açılarak içeriye dilenci kılığında bir Zenci girmek isteyince,
resepsiyon görevlisi birden paniğe kapılıp telâşla bağırarak adamı kovdu. Ben
görevliye dilenciyi neden kovduğunu sorduğumda, “O dilenci değil, soyguncuydu” dedi.
Biraz
sonra odama çıkmak için kalktığımı gören görevli, “Lütfen biraz daha otursanız olmaz mı? Siz gidince beni burada yalnız
görenler gelip soyarlar” dedi. Bir müddet daha oturduktan sonra kalktım ve
sabahleyin erken çıkacağım için otel ücretini akşamdan ödemek istedim. Fakat
görevli, “Geceleyin belki soyarlar,
ücretinizi lütfen sabahleyin ödeyin” diyerek parayı almadı.
Bir
şey dikkatimi çekmişti. Otelde kimse asansörü kullanmıyordu. Daha sonra
öğrendim ki, asansörde soygun yapılıyor, hattâ soygun için cinayet
işlenebiliyormuş.
O
ülkede buna benzer daha başka pek çok hâdiseye şâhit oldum. Herkes birbirinden
korkuyor, insanlar korku içinde yaşıyorlardı.
Zencilerde
henüz bir Zencilik dayanışma şuuru oluşmuş değildir. Beyazlara yaranmaya
çalışarak yaşamaya çalışıyorlar. Şayet onlarda zaman içinde bir kitle şuuru
oluşacak olursa -ki zamanla, George Floyd gibi olayların da kışkırtmasıyla
mutlaka oluşacaktır- Amerika’yı mahvederler.
Zenciler
hakkında Beyaz Amerikalıların bugün itibariyle duygu ve tavırlarında esaslı bir
değişme olmuş değildir. Onlardan adamakıllı nefret ediyorlar. Bende oluşan samîmi
kanaat odur ki, şayet bütün Siyahları bir anda imha edebilecek bir imkânları
olmuş olsa, pek rahat edeceklerdir.
***
Amerikan
toplumu ağır hastadır. İyileşebileceğine dair hiçbir ümit görünmüyor, işler tam
tersine daha da kötüye gidiyor! Bahsettiğim yıllarda işsizlik oranı yüzde 4
idi. Bugün Koronavirüs olayıyla bu oranın yüzde 40’lara çıktığı söyleniyor. Bu,
Amerikan toplumu için kaldırılması mümkün olmayan korkunç bir rakamdır.
Orada
bizdeki gibi aile, akraba, dost ve komşu dayanışması gibi kavramlar bulunmuyor.
Her birey kendi başının çâresine bakmak zorunda, kimse kimseye acımıyor.
Bugün
Amerika’da Zenci George Floyd’un öldürülmesinin tetiklediği olaylar, gelip
geçici cinsten olaylar değil, Pandora kutusunun açılmış olması olayıdır. Şayet
Trump yönetimi ülke ekonomisini makul bir süre içerisinde toparlayamaz,
özellikle de işsizlik oranını tek rakamlara çekemezse, olayların nerelere
evrilebileceğini tasavvur etmek dahi mümkün değildir.
***
Bu
işler böyledir… Şimdiye kadar işi gücü başka ülkelerin içini karıştırıp kaos
çıkarmak olan ABD’nin içini de, Allah (CC) küçük bir olayı sebep kılarak
karıştırıverdi. Hiç akla gelir miydi, ABD’nin Başkanı kendi halkından korunmak
için sığınaklara saklansın?