ABD’nin işi zor!

Bugün Amerika’da Zenci George Floyd’un öldürülmesinin tetiklediği olaylar, gelip geçici cinsten olaylar değil, Pandora kutusunun açılmış olması olayıdır. Şayet Trump yönetimi ülke ekonomisini makul bir süre içerisinde toparlayamaz, özellikle de işsizlik oranını tek rakamlara çekemezse, olayların nerelere evrilebileceğini tasavvur etmek dahi mümkün değildir.

“KANAATİMCE Amerikalının sıkıntısı, mekanik hayatın getirdiği sevgisizlikten doğan yalnızlık ve bunun sonucu hâd safhaya çıkmış olan mutsuzluktur…

Sonucun böyle olacağı mukadderdi. Kişi mutsuz; bunu yaşıyor ama sebebini ve mâhiyetini anlayamıyor. Sebebin ekonomik, çârenin ekonomide olduğunu sanıyor. Çünkü onlar ekonomiden başka, maddiyattan başka bir şey bilmiyorlar.

Barak Obama ortaya ‘değişim’ diye bir slogan attı ve halkı buna sarıldı. Bu ‘değişim’in ne olduğunu ne doğru dürüst kendisi anlatabildi, ne de tam olarak halkı anlayabildi. Oldukça soyut bir kavram. Obama tecrübesinin Amerikalıya hayâl kırıklığından başka bir sonuç getireceğini sanmıyorum.

Bu ülke sahip olduğu muazzam tabiî kaynaklarına dayanarak elde etmiş olduğu zenginliği sayesinde ayakta kalabiliyor. Şayet ekonomide ciddî, sürekli bir sarsıntıya uğrarsa, benim kanaatime göre sosyal yapısı çöker, ayakta kalamaz.”

Yukarıdaki satırları 2010 yılında yayınlanmış olan “Bir 21 Mayısçının Tarihe Tanıklığı” isimli kitabımdan aldım. Her ne kadar kitap o yıl yayınlanmış ise de yapılan tespitler, ABD’de öğrenim gördüğüm 1971-72-73 yıllarına aittir.

Ben o yılları bu şekilde değerlendiriyorum ama birkaç yıl kadar önce bir dergide okuduğum yazıda bir Amerikan vatandaşı, ülkesinin içinde bulunduğu sosyal çöküntüden dert yanıyor ve “Ah! O güzel yetmişli yıllar nerede?” diyerek, benim içinde yaşadığım o berbat yılları hasretle anıyordu.

Ben o yazıyı okuduğumda hayretler içinde kalmış ve “Acaba bugünkü Amerikan toplumu ne hâldedir?” diye düşünmüştüm.

***

Amerikan toplumu, tuğlaların üst üste konularak çimentosuz kuru duvar şeklinde inşâ edilmiş büyük, muhteşem, fakat ciddî bir sarsıntıda yerle bir olabilecek bir binaya benziyor.

Özellikle metropollerdeki, büyük şehirlerdeki kalabalıkların dışarıdan görünüşüne aldanılmamalıdır. Gerçekte, tamamen atomize olmuş o yığınların içindeki bireylerin birbirleriyle hiçbir mânevî bağı bulunmuyor, her biri yapayalnız, korku ve bunalım içinde yaşamaya çalışıyor.

İşte kapitalizmin nihâî ürünü olan fert ve toplumun yapısı budur! Diğer ileri kapitalist toplumlar da bundan pek farklı olmamakla beraber, onların müşterek bir geçmişleri ve paylaştıkları bazı değerleri olduğu için, durumları, köksüz devşirme Amerikan toplumu kadar dramatik olmayabilir.

***

Amerikan toplumunun ana hastalığı budur. Fakat hepsi bu kadar değil. Çok ağır iki önemli hastalığı daha bulunuyor.

Bunlardan birincisi, toplumun, içinde bulunduğu bunalımdan çıkış yolu olarak çâresizce sarıldığı yıkıcı yönelişlerdir. Bunlar; uyuşturucu, cinsellik, çeşitli sapıklıklar, cinayet, hırsızlık, gasp, babasız çocuklar, cinnetler, intiharlar…

Süratle artan bu fiiller artık rakamlara sığmıyor. Amerikan polisinin olur olmaz silah kullanmasının sebebi, çığ gibi artan suçların önlenmesindeki çâresizliktir. Dünyanın “1” numaralı süper gücü olan ülkenin şehirlerinin ana caddelerinin kaldırım kenarlarında uyuşmuş insanlardan, insanın yolunu kesen kadın ve erkek fahişelerden geçilmiyor.

ABD’nin en muhafazakâr eyaletlerinden birisi olan Oklahoma’daki bir üniversitede yapılan anket çalışmasında, öğrencilerin yarısı eşcinsel ilişki içinde olduklarını söylemişlerdi.

Boston’da yıllarca önce yapılan bir başka araştırmada da, yeni doğan çocukların yüzde 50’sinin babasız olduğu tespit edilmişti.

ABD’de bir okulun müdürlüğünü yapan yeğenim bir gün, en büyük sorunlarının öğrencilerinin birçoğunun baba kavramından habersiz olması olduğunu söylemişti.

***

ABD’nin bir diğer çok önemli hastalığı, Zenci sorunudur. Bu siyah insanları zamanında Yahudi tüccarlar eliyle Beyazlar Afrika’dan getirip köle yaptılar, özellikle tarım işçisi olarak çalıştırdılar. İç savaş sonrası kölelik resmen kalkmış olsa da tarım alanında düşük ücretle çalışmaya devam ettiler. Ancak tarıma makine girince, çiftlik sahipleri bunları işten çıkardılar.

Hiçbir varlığı olmayan kırsal alandaki bu insanlar karınlarını doyurabilmek umuduyla büyük şehirlere doğru aktılar. Fakat orada bu insanların sorunlarıyla hiç kimse, hiçbir kurum ilgilenmedi. Onları rehabilite ederek topluma kazandırmak yerine horladılar, aşağıladılar ve dışladılar.

Bu durumda bu aç ve cahil insanların yapabileceği tek şey, hırsızlık, gasp ve soygundu. Dolayısıyla Beyazların gözünde Zenci demek, “yok edilmesi gereken suç makinesi” demekti. Ayrıca, onlardan tiksiniyor, kendilerine yaklaştırmak istemiyor, okullarına, restoran, kafe, sinema, toplu taşım araçları gibi mekânlara almıyorlardı.

1963 senesinde Missisippi eyaletinde Meredith adında bir Siyahî genç, her nasılsa lise tahsilini tamamlayıp tıp fakültesini kazanmış, fakat üniversite yönetimi ve eyalet valisi onu fakülteye sokmamıştı. O tarihte ABD’nin Başkanı olan Demokrat John F. Kennedy, öğrencinin engellenmemesi için eyalet valisine emir verdi ise de sonuç alamadı.

Bunun üzerine Başkan, Federal Ordu’yu harekete geçirmek sûretiyle sorunu ancak çözebildi.

Son yıllarda derileri gibi bahtı da siyah olan bu insanlara okuma, bazı kamu kurumlarında çalışma gibi kısmî bazı imkânlar sağlanmakta ise de, nüfuslarına oranla bunlar devede kulak mesabesindedir.

Bugün ABD’nin nüfusunun yüzde 12’si kadar oldukları söyleniyorsa da, bütün büyük şehirlerin merkezleri âdeta Zencilerin işgali altındadır. Kendilerine hayatı zindan eden Beyazların hayatını da onlar zindana çevirmişlerdir.

Bir hatıramı anlatırsam, konu daha iyi anlaşılacaktır…

Yine yetmişli yıllardı… Başkent Washington DC’de, Başkanlık Sarayı’na beş altı yüz metre mesafedeki bir otelde kalıyordum. Tarım Bakanlığı’nda benimle ilgilenen yetkilinin, akşam saat 8’den sonra dışarıya çıkmanın tehlikeli olduğu, otelimde kalmamın daha doğru olacağı uyarısına uyarak akşamleyin otelin lobisinde oturup TV seyretmekteydim.

Bir ara otelin kapısı yavaşça açılarak içeriye dilenci kılığında bir Zenci girmek isteyince, resepsiyon görevlisi birden paniğe kapılıp telâşla bağırarak adamı kovdu. Ben görevliye dilenciyi neden kovduğunu sorduğumda, “O dilenci değil, soyguncuydu” dedi. 

Biraz sonra odama çıkmak için kalktığımı gören görevli, “Lütfen biraz daha otursanız olmaz mı? Siz gidince beni burada yalnız görenler gelip soyarlar” dedi. Bir müddet daha oturduktan sonra kalktım ve sabahleyin erken çıkacağım için otel ücretini akşamdan ödemek istedim. Fakat görevli, “Geceleyin belki soyarlar, ücretinizi lütfen sabahleyin ödeyin” diyerek parayı almadı. 

Bir şey dikkatimi çekmişti. Otelde kimse asansörü kullanmıyordu. Daha sonra öğrendim ki, asansörde soygun yapılıyor, hattâ soygun için cinayet işlenebiliyormuş.

O ülkede buna benzer daha başka pek çok hâdiseye şâhit oldum. Herkes birbirinden korkuyor, insanlar korku içinde yaşıyorlardı.

Zencilerde henüz bir Zencilik dayanışma şuuru oluşmuş değildir. Beyazlara yaranmaya çalışarak yaşamaya çalışıyorlar. Şayet onlarda zaman içinde bir kitle şuuru oluşacak olursa -ki zamanla, George Floyd gibi olayların da kışkırtmasıyla mutlaka oluşacaktır- Amerika’yı mahvederler.

Zenciler hakkında Beyaz Amerikalıların bugün itibariyle duygu ve tavırlarında esaslı bir değişme olmuş değildir. Onlardan adamakıllı nefret ediyorlar. Bende oluşan samîmi kanaat odur ki, şayet bütün Siyahları bir anda imha edebilecek bir imkânları olmuş olsa, pek rahat edeceklerdir.

***

Amerikan toplumu ağır hastadır. İyileşebileceğine dair hiçbir ümit görünmüyor, işler tam tersine daha da kötüye gidiyor! Bahsettiğim yıllarda işsizlik oranı yüzde 4 idi. Bugün Koronavirüs olayıyla bu oranın yüzde 40’lara çıktığı söyleniyor. Bu, Amerikan toplumu için kaldırılması mümkün olmayan korkunç bir rakamdır.

Orada bizdeki gibi aile, akraba, dost ve komşu dayanışması gibi kavramlar bulunmuyor. Her birey kendi başının çâresine bakmak zorunda, kimse kimseye acımıyor.

Bugün Amerika’da Zenci George Floyd’un öldürülmesinin tetiklediği olaylar, gelip geçici cinsten olaylar değil, Pandora kutusunun açılmış olması olayıdır. Şayet Trump yönetimi ülke ekonomisini makul bir süre içerisinde toparlayamaz, özellikle de işsizlik oranını tek rakamlara çekemezse, olayların nerelere evrilebileceğini tasavvur etmek dahi mümkün değildir.

***

Bu işler böyledir… Şimdiye kadar işi gücü başka ülkelerin içini karıştırıp kaos çıkarmak olan ABD’nin içini de, Allah (CC) küçük bir olayı sebep kılarak karıştırıverdi. Hiç akla gelir miydi, ABD’nin Başkanı kendi halkından korunmak için sığınaklara saklansın?