ABD’nin en büyük
hüsranı, hiç kuşku yok ki Afganistan’da içine düştüğü durumdur. ABD’yi derinlemesine
takip edenlerin bildiği ama umumun asla aklına getirmediği bir gerçek vardı ki
o gerçek, ABD’nin hızla çöküşe geçtiğiydi.
Peki,
ABD’nin asıl çöküşü ve büyük itibar kaybı nerede başladı?
ABD’nin
Vietnam’da yenilip çekilmesi, onun imajına hiçbir şey getirmedi. Kimsenin
aklından da “ABD’yi düşüyor, çöküyor” diye sorgulamak geçmedi. ABD’nin çöküşünü
hızlandıran ve onu dünyanın lideriyken liderlerinden biri hâline getiren süreç,
11 Eylül mizanseni ile başladı. Sovyetlerin çöküşü ve Çin’in kuluçkaya yattığı
bu dönemde ABD, dünyanın rakipsiz süper gücü hâline gelince akıldan çok hırsın
devreye girdiği bir strateji ile ölçüsüz paralar harcayarak Orta Doğu petrol
bölgesi ile Orta Asya maden bölgesine yerleşmek istedi.
Orta
Doğu’da hem İsrail’in güvenliğini sağlayacak, hem de bölgedeki ekonominin bel
kemiğini teşkil eden petrol üzerinde sınırsız bir kontrol gücüne sahip olacaktı.
Irak’ın işgali bu eksende yürütüldü ve ABD, Irak’a girdi.
Irak’ta
10 yıl boyunca yapmadığı zulüm, etmediği talan ve kıymadığı can kalmadı. Ama
hiçbir şey plânladığı gibi olmadı. Harcadığı oluk gibi paralar ve yığdığı dağ
gibi silahlar, Orta Doğu obruğu tarafından hızla yutuldu. ABD bu vesileyle ilk
kez kendisi ile beraber hareket edecek bir sosyolojik tabanın, işgal edilen
yerlerde ne kadar önemli bir ihtiyaç olduğunu gördü.
Irak’taki
Sünnî kesim ile savaş hâlindeydi, bunun için Saddam döneminde yönetimden ve
bürokrasiden uzak tutulan Şiilerle iş tutmaya kalkıştı. Ama Şiilerin tarihî bir
sahibi vardı: İran... Tuhaftır, ABD, görünüşte en çok şeytanlaştırdığı İran’a,
Irak’ta muhtaç duruma geldi. Obama döneminde sütre altı anlaşmalar ile Irak’ta
İran ile işbirliğine giden ABD, İran’a elini verince kolunu kurtaramadığını
görünce, Trump’un son yılında, Devrim Muhafızları Komutanı Kasimî’yi imha
ederek, aleyhine işleyen bu işbirliğine son vermek zorunda kaldı.
ABD,
Irak’ta müttefik olarak bula bula Kuzey Irak’ta Baas rejimi tarafından
ötekileştirilen Irak Kürtlerini buldu. Bunların da nüfus ve donanımları
yetersiz, ancak hırsları sınırsız görünüyordu. Lâkin ABD ile iş tutmaya teşne
oluşları, es geçilecek bir mesele değildi.
ABD,
Birinci Körfez Savaşı’nda kısmen altyapısını oluşturduğu Kuzey Irak’taki
faaliyetlerini 2003’ten itibaren ciddî bir oluşum hâline getirmek için, bölgede
kendisine bağlı bir kukla devlet oluşturma çabasına girişti. Bu amaçla, daha çok
AB’ye bağlı bir düzlemde faaliyet gösteren PKK’nın başındakileri tasfiye edip
Apo kuklasını da Türkiye’ye vererek PKK’yı ABD güdümünde çalışan bir terör
örgütü hâline getirdi ve örgüt merkezini de Suriye’den alarak Kandil’e taşıdı.
PKK’nın örgüt elemanı ihtiyacını karşılamak için de Türkiye’nin güneydoğusundan
zorla göç ettirilen aşiretleri, Irak ve Suriye’den gelenlerle birleştirerek
Mahmur Kampı’nı icat etti.
Irak’ın
kuzeyi fiilen Irak’tan koparıldıktan sonra, sıra Suriye’ye gelmişti. Suriye de
“Arap Baharı” hikâyesiyle iç savaşa sürüklenerek çöküşe geçti. ABD Suriye’de ve
Afganistan’da El-Kaide deneyimiyle uzmanlaştığı laboratuvar İslâmî (!) terör
örgütlerinden ikincisi olan DAEŞ’i sahneye sürdü. DAEŞ eliyle Suriye Sünnîlerinin
Şam’ı ele geçirmesine mânî olmakla kalmayıp, onun aracılığıyla Suriye ve Irak’ı
ortadan ikiye ayırdı.
Süleymaniye’den
Lazkiye’ye çekilecek bir çizgiyle ifade edilecek bir hatta DAEŞ’in kısa sürede
egemen olması pek anlaşılır gibi değildi. Anlaşılmayacak bir şey yoktu oysa;
ABD bu çizgide Irak, Suriye ve becerebilirse Türkiye’den de toprak kopararak
bir kukla devlet kurmak istiyordu. Nitekim PKK’ya YPG kamuflajı giydirerek bu
bölgede bir kurtarıcı rolü verdi. ABD, DAEŞ’i üstten vuruyor, güya PKK alttan
takip ediyor ve koca bölgeler birkaç gün içinde terör örgütünün kontrolü altına
giriyordu. Gerçek bu olmakla beraber, Dünya kamuoyu DAEŞ denen bir hayâlet
örgüt ile uyutuluyordu.
Her
şey hazırdı, PKK/YPG’nin işi tıkırında gidiyordu. Şimdi sıra, bu durumu tehdit
olarak algılayan Türkiye’nin susturulmasına gelmişti. Türkiye’deki görevi FETÖ ile
PKK beraber yapacaktı. Nitekim 15 Temmuz 2016’da düğmeye basıldı ve kusursuz
plân devreye sokuldu. Ancak beklenmedik bir şey oldu. Türk halkı, tarihî bir
direnişle darbeyi bertaraf etti. Yerli ve millî unsurlar işbirlikçi unsurlara
galebe çalınca, Türk Devleti, içindeki hain yapılanmaları temizleyip
Ordu-Emniyet ve Yargıyı asıl sahiplerine verdi.
Ordu
hainlerden arınınca ilk verdiği tepki, tehdidin geldiği yere gitmek oldu.
Nitekim Türk Ordusunun Fırat Kalkanı Harekâtı, ABD’nin bölgeye Birinci Körfez Savaşı’ndan
beri yaptığı yirmi yıllık yatırım ve harcanan paraların boşa gitmesine yol
açtı. ABD’nin gerçekleşmesi için günlerini saydığı, filmlerini çekip
bayraklarını çizdiği, parasını basıp bürokrasisini oluşturduğu yirmi yıllık
proje, Türkiye’nin o mukavva devleti bekâ makasıyla ortadan ikiye kesmesiyle
çöp oldu!
ABD,
bu beklemediği harekâta karşı zevahiri kurtarmak için bir iki uçakla katılmak
gibi suçüstü şokunu atlatma numaraları çekse de Türkiye, DAEŞ efsanesini o
harekâtla bitirdi. Bütün dünya gözünü ovuşturup bu olan biteni izlerken,
Türkiye, Afrin’i de PKK’dan yani ABD ve AB’den temizleyerek bu tiyatroya son
verdi. Artık diğer harekâtları saymaya bile gerek yoktu. ABD bölgede hayatının
hüsranını yaşamış, akıttığı para ve silah mukabilinde koca bir hiç almıştı.
ABD’nin
Orta Doğu’daki fiyaskosu Afganistan’daki sürecin gereğinden fazla hızlanmasına
yol açtı. Özellikle Çin ve örtülü olarak da Rusya, Taliban’a silah desteğini
artırdı. Zamanında Rusya’nın düştüğü hazin akıbet, şimdi ABD’yi bekliyordu.
Nitekim ABD’nin Afganistan’da, Orta Doğu’da olduğundan daha hızlı çöküşü, Orta
Doğu’daki tökezlemesiyle alâkalıydı.
Şimdi
herkes ABD’nin Afganistan’da çöktüğünü ve itibarını yitirdiğini söylüyor
aslında. ABD’nin imajını çizen ve onun Orta Doğu’daki projelerini çökerterek
sonun başlangıcını hazırlayan ülke ise bizzat Türkiye idi.
Türkiye’nin
Kâbil Büyükelçiliğinde Taliban ile üç buçuk saatlik bir görüşme yapılmasının
ardından Kâbil’de DAEŞ’in bombalı saldırı gerçekleştirmesi, kargaları bile
güldürecek bir tezgâhtır! Hele saldırının akabinde ABD’nin DAEŞ’in Horasan
koluna hava harekâtı icra etmesi ve üst düzey sorumluları öldürdüğünü iddia
etmesi ise “şecaat arz ederken sirkatini söylemesi”nden başka bir şey değildir!
Biz
de merak ediyorduk “ABD, Suriye’de kamyonlara doldurduğu DAEŞ militanlarını ne
yaptı?” diye. Meğer Horasan’a taşımış. Bu keçe daha çok su götüreceğe benziyor.
Ama ABD’yi bekleyen gerçek şudur: Bir terör örgütü kuluçkasına dönüşmüş olan
ABD’nin dağılması da bu örgütler eliyle olacaktır. Peki, ABD’nin çökmesine yol
açan bu bölgelerde kim bayrak kaldıracaktır? Elbette Türkiye!
Siz,
Irak’a TB-2 ve diğer silah sistemlerinin satılma anlaşmasını patates ticareti
mi sanıyorsunuz? Ya Türkiye’nin Kâbil’deki askerlerini çekerken Özel Harekât Birliklerini
orada tutmasına ve tam teçhizatlı operasyonel bir birliğini de Pakistan
İslamabad’da teyakkuzda bulundurmasına ne diyorsunuz?
Bendeniz,
“Devlet böyle olur!” diyorum.
Vesselâm...