ABD’nin çöküşü nerde başladı?

Türkiye’nin Kâbil Büyükelçiliğinde Taliban ile üç buçuk saatlik bir görüşme yapılmasının ardından Kâbil’de DAEŞ’in bombalı saldırı gerçekleştirmesi, kargaları bile güldürecek bir tezgâhtır! Hele saldırının akabinde ABD’nin DAEŞ’in Horasan koluna hava harekâtı icra etmesi ve üst düzey sorumluları öldürdüğünü iddia etmesi ise “şecaat arz ederken sirkatini söylemesi”nden başka bir şey değildir!

ABD’nin en büyük hüsranı, hiç kuşku yok ki Afganistan’da içine düştüğü durumdur. ABD’yi derinlemesine takip edenlerin bildiği ama umumun asla aklına getirmediği bir gerçek vardı ki o gerçek, ABD’nin hızla çöküşe geçtiğiydi.

Peki, ABD’nin asıl çöküşü ve büyük itibar kaybı nerede başladı? 

ABD’nin Vietnam’da yenilip çekilmesi, onun imajına hiçbir şey getirmedi. Kimsenin aklından da “ABD’yi düşüyor, çöküyor” diye sorgulamak geçmedi. ABD’nin çöküşünü hızlandıran ve onu dünyanın lideriyken liderlerinden biri hâline getiren süreç, 11 Eylül mizanseni ile başladı. Sovyetlerin çöküşü ve Çin’in kuluçkaya yattığı bu dönemde ABD, dünyanın rakipsiz süper gücü hâline gelince akıldan çok hırsın devreye girdiği bir strateji ile ölçüsüz paralar harcayarak Orta Doğu petrol bölgesi ile Orta Asya maden bölgesine yerleşmek istedi.

Orta Doğu’da hem İsrail’in güvenliğini sağlayacak, hem de bölgedeki ekonominin bel kemiğini teşkil eden petrol üzerinde sınırsız bir kontrol gücüne sahip olacaktı. Irak’ın işgali bu eksende yürütüldü ve ABD, Irak’a girdi.

Irak’ta 10 yıl boyunca yapmadığı zulüm, etmediği talan ve kıymadığı can kalmadı. Ama hiçbir şey plânladığı gibi olmadı. Harcadığı oluk gibi paralar ve yığdığı dağ gibi silahlar, Orta Doğu obruğu tarafından hızla yutuldu. ABD bu vesileyle ilk kez kendisi ile beraber hareket edecek bir sosyolojik tabanın, işgal edilen yerlerde ne kadar önemli bir ihtiyaç olduğunu gördü.

Irak’taki Sünnî kesim ile savaş hâlindeydi, bunun için Saddam döneminde yönetimden ve bürokrasiden uzak tutulan Şiilerle iş tutmaya kalkıştı. Ama Şiilerin tarihî bir sahibi vardı: İran... Tuhaftır, ABD, görünüşte en çok şeytanlaştırdığı İran’a, Irak’ta muhtaç duruma geldi. Obama döneminde sütre altı anlaşmalar ile Irak’ta İran ile işbirliğine giden ABD, İran’a elini verince kolunu kurtaramadığını görünce, Trump’un son yılında, Devrim Muhafızları Komutanı Kasimî’yi imha ederek, aleyhine işleyen bu işbirliğine son vermek zorunda kaldı.

ABD, Irak’ta müttefik olarak bula bula Kuzey Irak’ta Baas rejimi tarafından ötekileştirilen Irak Kürtlerini buldu. Bunların da nüfus ve donanımları yetersiz, ancak hırsları sınırsız görünüyordu. Lâkin ABD ile iş tutmaya teşne oluşları, es geçilecek bir mesele değildi.

ABD, Birinci Körfez Savaşı’nda kısmen altyapısını oluşturduğu Kuzey Irak’taki faaliyetlerini 2003’ten itibaren ciddî bir oluşum hâline getirmek için, bölgede kendisine bağlı bir kukla devlet oluşturma çabasına girişti. Bu amaçla, daha çok AB’ye bağlı bir düzlemde faaliyet gösteren PKK’nın başındakileri tasfiye edip Apo kuklasını da Türkiye’ye vererek PKK’yı ABD güdümünde çalışan bir terör örgütü hâline getirdi ve örgüt merkezini de Suriye’den alarak Kandil’e taşıdı. PKK’nın örgüt elemanı ihtiyacını karşılamak için de Türkiye’nin güneydoğusundan zorla göç ettirilen aşiretleri, Irak ve Suriye’den gelenlerle birleştirerek Mahmur Kampı’nı icat etti.    

Irak’ın kuzeyi fiilen Irak’tan koparıldıktan sonra, sıra Suriye’ye gelmişti. Suriye de “Arap Baharı” hikâyesiyle iç savaşa sürüklenerek çöküşe geçti. ABD Suriye’de ve Afganistan’da El-Kaide deneyimiyle uzmanlaştığı laboratuvar İslâmî (!) terör örgütlerinden ikincisi olan DAEŞ’i sahneye sürdü. DAEŞ eliyle Suriye Sünnîlerinin Şam’ı ele geçirmesine mânî olmakla kalmayıp, onun aracılığıyla Suriye ve Irak’ı ortadan ikiye ayırdı.

Süleymaniye’den Lazkiye’ye çekilecek bir çizgiyle ifade edilecek bir hatta DAEŞ’in kısa sürede egemen olması pek anlaşılır gibi değildi. Anlaşılmayacak bir şey yoktu oysa; ABD bu çizgide Irak, Suriye ve becerebilirse Türkiye’den de toprak kopararak bir kukla devlet kurmak istiyordu. Nitekim PKK’ya YPG kamuflajı giydirerek bu bölgede bir kurtarıcı rolü verdi. ABD, DAEŞ’i üstten vuruyor, güya PKK alttan takip ediyor ve koca bölgeler birkaç gün içinde terör örgütünün kontrolü altına giriyordu. Gerçek bu olmakla beraber, Dünya kamuoyu DAEŞ denen bir hayâlet örgüt ile uyutuluyordu.

Her şey hazırdı, PKK/YPG’nin işi tıkırında gidiyordu. Şimdi sıra, bu durumu tehdit olarak algılayan Türkiye’nin susturulmasına gelmişti. Türkiye’deki görevi FETÖ ile PKK beraber yapacaktı. Nitekim 15 Temmuz 2016’da düğmeye basıldı ve kusursuz plân devreye sokuldu. Ancak beklenmedik bir şey oldu. Türk halkı, tarihî bir direnişle darbeyi bertaraf etti. Yerli ve millî unsurlar işbirlikçi unsurlara galebe çalınca, Türk Devleti, içindeki hain yapılanmaları temizleyip Ordu-Emniyet ve Yargıyı asıl sahiplerine verdi.

Ordu hainlerden arınınca ilk verdiği tepki, tehdidin geldiği yere gitmek oldu. Nitekim Türk Ordusunun Fırat Kalkanı Harekâtı, ABD’nin bölgeye Birinci Körfez Savaşı’ndan beri yaptığı yirmi yıllık yatırım ve harcanan paraların boşa gitmesine yol açtı. ABD’nin gerçekleşmesi için günlerini saydığı, filmlerini çekip bayraklarını çizdiği, parasını basıp bürokrasisini oluşturduğu yirmi yıllık proje, Türkiye’nin o mukavva devleti bekâ makasıyla ortadan ikiye kesmesiyle çöp oldu!

ABD, bu beklemediği harekâta karşı zevahiri kurtarmak için bir iki uçakla katılmak gibi suçüstü şokunu atlatma numaraları çekse de Türkiye, DAEŞ efsanesini o harekâtla bitirdi. Bütün dünya gözünü ovuşturup bu olan biteni izlerken, Türkiye, Afrin’i de PKK’dan yani ABD ve AB’den temizleyerek bu tiyatroya son verdi. Artık diğer harekâtları saymaya bile gerek yoktu. ABD bölgede hayatının hüsranını yaşamış, akıttığı para ve silah mukabilinde koca bir hiç almıştı.

ABD’nin Orta Doğu’daki fiyaskosu Afganistan’daki sürecin gereğinden fazla hızlanmasına yol açtı. Özellikle Çin ve örtülü olarak da Rusya, Taliban’a silah desteğini artırdı. Zamanında Rusya’nın düştüğü hazin akıbet, şimdi ABD’yi bekliyordu. Nitekim ABD’nin Afganistan’da, Orta Doğu’da olduğundan daha hızlı çöküşü, Orta Doğu’daki tökezlemesiyle alâkalıydı.

Şimdi herkes ABD’nin Afganistan’da çöktüğünü ve itibarını yitirdiğini söylüyor aslında. ABD’nin imajını çizen ve onun Orta Doğu’daki projelerini çökerterek sonun başlangıcını hazırlayan ülke ise bizzat Türkiye idi.

Türkiye’nin Kâbil Büyükelçiliğinde Taliban ile üç buçuk saatlik bir görüşme yapılmasının ardından Kâbil’de DAEŞ’in bombalı saldırı gerçekleştirmesi, kargaları bile güldürecek bir tezgâhtır! Hele saldırının akabinde ABD’nin DAEŞ’in Horasan koluna hava harekâtı icra etmesi ve üst düzey sorumluları öldürdüğünü iddia etmesi ise “şecaat arz ederken sirkatini söylemesi”nden başka bir şey değildir!

Biz de merak ediyorduk “ABD, Suriye’de kamyonlara doldurduğu DAEŞ militanlarını ne yaptı?” diye. Meğer Horasan’a taşımış. Bu keçe daha çok su götüreceğe benziyor. Ama ABD’yi bekleyen gerçek şudur: Bir terör örgütü kuluçkasına dönüşmüş olan ABD’nin dağılması da bu örgütler eliyle olacaktır. Peki, ABD’nin çökmesine yol açan bu bölgelerde kim bayrak kaldıracaktır? Elbette Türkiye!

Siz, Irak’a TB-2 ve diğer silah sistemlerinin satılma anlaşmasını patates ticareti mi sanıyorsunuz? Ya Türkiye’nin Kâbil’deki askerlerini çekerken Özel Harekât Birliklerini orada tutmasına ve tam teçhizatlı operasyonel bir birliğini de Pakistan İslamabad’da teyakkuzda bulundurmasına ne diyorsunuz?

Bendeniz, “Devlet böyle olur!” diyorum.

Vesselâm...