ABD’nin büyük oyununda Türkiye’nin yeri

“ABD Türkiye’yi gözden çıkaramaz” söyleminin artık bir değeri kalmamıştır. Çünkü ABD, Türkiye’den alabileceği bir şey kalmadığını iyice anlamış, ülkemizi düşmanlar listesine almış, hedefe koymuştur. Şimdi, 2023’ün Haziran ayını bekliyor. Şayet Cumhurbaşkanlığını kendi belirlediği aday kazanırsa, aklınca “barışçı” yoldan ülkemiz üzerindeki operasyon plânını hayata geçirecektir.

Baltık’ta NATO-Rusya restleşmesi

BİR gerçek herhâlde anlaşılmış olmalıdır: ABD derin devletinin Rusya-Ukrayna Savaşı’nı çok önceden plânladığını ve bu maksatla Ukrayna ordusunu eğitip hazırlamış olduğunu, Ukrayna askerinin ABD menşeli silahlara hemen uyum sağlamış ve NATO sistemine uygun muharebe taktiği uygulamış olmasından anlıyoruz. Zaten ABD ordusu ile Ukrayna ordusunun savaştan önce defaatle müşterek tatbikatlar yaptığını biliyoruz.

ABD’nin Rusya’yı bertaraf etmek için Ukrayna’yı harcamakta olduğu bugün itibariyle herkes tarafından kabul ediliyor. Henüz bilinmeyen şey, Ukrayna’dan başka bir kurbanın daha olup olmayacağıdır.

Rusya’nın kuzey komşusu olan Finlandiya ve İsveç’in Rusya’nın saldırganlığından ürkerek NATO’ya girme eğilimine girmiş olmaları, buna karşı NATO Genel Sekreterinin şayet bu iki ülke başvuruda bulunursa onları hemen alabileceklerini, kabul sürecinde bu iki devletin güvenliklerinin sağlanacağını söylemesi üzerine Kremlin Sözcüsü Dimitri Peskov ve Rus Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Maria Zaharova ayrı ayrı beyanlarla bu iki devletin NATO’ya girmek için başvuruda bulunmaları hâlinde Rusya olarak buna sessiz kalmayacaklarını, bunun askerî sonuçları olacağını sert üslûplarla ifade ettiler.

Ancak İsveç ve Finlandiya’nın, ABD’nin kendilerine güvenlik sigortası verdiğini söyleyip buna güvenerek Rusya’nın bu tehditlerinden etkilenmediklerini, NATO’ya giriş başvurusuna hazırlanmakta olduklarını gözlemliyoruz. Nitekim Finlandiya Parlamentosu, 17 Mayıs tarihinde toplanarak bu konuyu görüştü ve başvuru yönünde karar verdi. Aynı tarihlerde ve bu yazının kaleme alındığı günlerde İsveç’in de başvuru kararı alacağı belirtiliyor. Buna göre 17 Mayıs 2022, önemli bir tarih olacak gibi görünüyor.

NATO’nun bu iki Baltık devletine verdiği güvenlik garantisinin mahiyeti henüz belli değildir. Bu garantinin, Ukrayna’ya verilen silah ve mühimmat desteği gibi mi, yoksa ondan daha ileri şekilde bizatihi NATO güçlerinin sağlayacağı bir koruma mı olacağı konusunda açıklık yoktur. Bu iki devletin, Ukrayna’nın düştüğü durum göz önündeyken, tıpkı Ukrayna’ya olduğu gibi NATO’nun kendilerine silah ve mühimmat desteği verecek olmasına güvenmeleri herhâlde söz konusu olamaz. Şu hâlde ABD’nin daha ileri düzeyde bir koruma garantisi vermiş olduğu akla geliyor. Nitekim İsveç Dışişleri Bakanı Ann Linde, ABD’nin kendilerine önemli güvenlik garantileri verdiğini, bunu şu safhada açıklamak istemediğini söyledi. Bakalım bu iki devlet, ABD’nin ipiyle nereye kadar inebilecekler…

Gerçi beri tarafta Rusya’nın bu ülkelere karşı askerî bir müdahalede bulunmaya bir mecalinin olup olmadığı soru işareti olsa da, sonuçta bu devlet, dünyanın en büyük iki nükleer gücünden biridir. 

Dünyanın iki süper gücü restleşmişlerdir ve hiçbiri geri adım atmaya niyetli görünmüyor. Baltık Denizi’nin soğuk suları yakında çok ısınacak gibi görünüyor.

Şayet olaylar bu söylemler istikametinde gelişecek olursa, yeni bir kanlı cephe daha açılmış olacak, ondan sonra da işlerin nereye kadar varacağını, kontrolden çıkıp çıkmayacağını tahmin etmek kolay olmayacaktır. 

Hep söylüyoruz ya, ABD’nin esas hedefi Çin’dir. Onun için önce Rusya’yı devreden çıkarıp Çin’le daha uygun şartlarda mücadele etmek için, Ukrayna’yı ileri sürmek suretiyle Rusya’yı bitirmeyi hedeflemiştir. ABD bu plânı doğrultusunda epeyce bir mesafe almış, Rusya’yı askerî, ekonomik ve siyâsî olarak ciddî mânâda yıpratmıştır. Ve yaptırımlarla daha da yıpratacağını düşünmektedir. Fakat ABD’nin bu kadarla yetinmeyeceğine dair yeni belirtiler ortaya çıkmaya başlamıştır. Bunlardan birincisi, yukarıda belirttiğimiz gibi, Rusya’ya karşı kuzeyden bir Baltık cephesi daha açmaya hazırlanmakta oluşu, ikincisi de Dışişleri Bakanı Blinken’in Rusya-Ukrayna Savaşı’nın yıllarca sürebileceğini söylemiş olmasıdır. Bu ne demektir? Bu, ABD ve NATO’nun Rusya pes edinceye kadar Ukrayna’yı her türlü destekleyecekleri anlamına geliyor. 

Rusya’nın pes etmesi demek, NATO’ya teslim olması demektir. Bunun devamında, Rusya üzerinde istenilen operasyonu yapmak, bu ülkeyi parçalamak ve elinde bulundurduğu enerji silahının alınarak ABD’nin denetiminde olacak şekilde yeniden düzenlenmesi emeli vardır.


ABD’nin ikinci ana hedefi yalnızca Çin mi?

ABD, Ukrayna Savaşı’yla Rusya’ya operasyon yaparken, öbür yanda da Çin’e karşı yapmayı plânladığı operasyonun hazırlıklarını hızlı bir şekilde hayata geçiriyor.

Bilindiği gibi, bundan birkaç ay önce ABD, “Pasifik’te güvenliğin sağlanması amacıyla” İngiltere ve Avustralya’yla birlikte “AUKUS” adında bir güvenlik iş birliği ve bu kapsamda İngiltere’yle birlikte Avustralya’yla nükleer enerjili denizaltı teknolojisini paylaşma anlaşması yapmıştı. ABD, bu defa işin içine Japonya, Güney Kore ve Yeni Zelanda’yı da katarak adeta yeni bir “Pasifik NATO’su” kurmuştur.

ABD, bu yeni kuruluşa Pakistan ve Hindistan’ı da katarak Çin’i adamakıllı kuşatmayı düşünüyor. Bu sebepten, Çin ile iyi ilişkileri olan Pakistan’ın İmran Han yönetimini iktidardan düşürerek, yerine kendisine dost olduğunu düşündüğü Şahbaz Şerif hükûmetini kurdurmuştur. Hindistan ile Çin’in, bağımsızlıklarından itibaren aralarında var olan sınır ihtilafı kronik bir hâl almış olup, tarafların iddialarından asla geri adım atma eğiliminde olmadıkları, önünde sonunda bir çatışmaya girecekleri muhtemel görülmektedir. ABD’nin bu durumdan istifade ile Hindistan’ı da Çin karşıtı ittifaka dâhil edebileceği düşünülmektedir.

Önümüzdeki günlerde ABD’nin Çin’i iyice kuşatabilmek için Tacikistan, Kırgızistan ve hatta Kazakistan üzerinde de bazı teşebbüsleri olabilir.  

ABD Çin’i kuşatıp ne yapacak? Herhâlde hemen bir askerî müdahalede bulunacak değildir. Mademki esas sorun Çin’in ekonomik olarak hızla yükselmekte ve yakın bir gelecekte dünyanın “1” numaralı ekonomik gücü olma durumudur, o hâlde bu ülkenin ekonomisini besleyen damarların kesilmesi gerekmektedir. Bu damarların en başta geleni de Rusya, İran ve Körfez’den gelen enerji yollarıdır.

ABD’nin yapmak isteyeceği ilk şey, Çin’in bu enerji tedarik kanallarını kontrol altına almak olacaktır. Arkasından “Bir Kuşak Bir Yol” projesini ve diğer ithalat ve ihracat kanallarını tıkamaya çalışacaktır. Bu durum karşısında Çin’in askerî tedbire başvurmak, bunu göze alamadığı takdirde de ABD ve müttefikleri ile anlaşmaya oturmaktan başka bir seçeneği kalmayacaktır.

Tabiatıyla bu işler düşünüldüğü gibi bu kadar kolay değil, sonuçta neler, nasıl olur, orasını Allah bilir. Fakat görünen şu ki, ABD büyük oynuyor ve kararını vermiş: Çin’i ya durduracak, ya durduracak!

ABD’nin batı komşumuz Yunanistan’ın Türkiye’ye bakan kıyılarına kurduğu askerî üslerin sınırlarımıza 30-40 kilometre mesafedeki Dedeağaç’a yapmış olduğu muazzam askerî yığınağın kime karşı olduğu bugüne kadar izah edilemedi. 

ABD ajandasında Türkiye’nin durumu

ABD’nin Rusya ve Çin’den başka, açıkça dillendirmediği, kuşatma altına almaya çalıştığı üçüncü bir mesele ülkesi daha var: “Türkiye”…                                   

Suriye’de, sınırlarımızın hemen önünde yıllardan beri eğitip donatarak, bazı söylemlere göre altmış bin, bazılarına göre seksen ilâ yüz binlik düzenli bir PKK/PYD ordusu kurduğunu biliyoruz. Böyle bir ordunun Türkiye’den başka bir hedefi olamayacağı açık. Bu ordunun kuruluş gayesi, bugüne kadar başaramadıkları ve sadece Suriye topraklarında bir PKK/PYD devletinin kurulması değil, onun devamı olarak ülkemizin doğu ve güneydoğusundan önemli bir parçayı kopartarak, bunu, kurmak istediği terör devleti ve Ermenistan arasında paylaştırmaktır.

Bu iş bu kadar kolay mı? Elbette değil. Fakat düşmanın plânı da bu kadar değil!

ABD’nin batı komşumuz Yunanistan’ın Türkiye’ye bakan kıyılarına kurduğu askerî üslerin sınırlarımıza 30-40 kilometre mesafedeki Dedeağaç’a yapmış olduğu muazzam askerî yığınağın kime karşı olduğu bugüne kadar izah edilemedi. Bazılarınca Rusya’ya karşı olduğu ileri sürülmüş ise de Ukrayna Savaşı’nda bu ülkeye askerî yardımın hava yoluyla Polonya üzerinden yapılmış olması, bu düşüncenin doğru olmadığını ortaya çıkarmış oldu. 

Ayrıca, Yunanistan’a yapmakta olduğu külliyetli miktardaki silah ve askerî araç-gereç yardımının, bu devletin kışkırtılarak ikide bir Türkiye’ye karşı efelendirilmesinin sebebi nedir? Güney Kıbrıs Rumlarına uyguladığı silah ambargosunu kaldırmasının ve askerî yardımda bulunmasının maksadı nedir?

Bir başka etken de İran faktörüdür. Son zamanlarda bu ülkeden Devletimize karşı acayip düşmanca sesler gelmeye başladı. ABD’den her şey beklenir; öteden beri Türkiye’yi İran üzerine saldırtmaya çok uğraşmış fakat başaramamıştı. Bu defa da İran’ı ülkemize karşı kışkırtmaya çalıştığından şüphe edilmemelidir. İran zaten Ermenistan-Azerbaycan-Türkiye ilişkilerine karşı duyduğu düşmanlık sebebiyle buna teşnedir.  

Bütün bu gelişmeleri yan yana koyduğumuzda, ABD’nin ülkemize karşı üç dört cepheden saldırtmayı ve gerektiğinde bu saldırıya bilfiil kendisinin de destek vermeyi plânladığı sonucunu net olarak görebiliyoruz. Kimse bu düşünceyi abartılı bulmasın!

15 Temmuz gözümüzün önünde, değil mi?

“ABD Türkiye’yi gözden çıkaramaz” söyleminin artık bir değeri kalmamıştır. Çünkü ABD, Türkiye’den alabileceği bir şey kalmadığını iyice anlamış, ülkemizi düşmanlar listesine almış, hedefe koymuştur. Şimdi, 2023’ün Haziran ayını bekliyor. Şayet Cumhurbaşkanlığını kendi belirlediği aday kazanırsa, aklınca “barışçı” yoldan ülkemiz üzerindeki operasyon plânını hayata geçirecektir. Eğer beklendiği gibi Recep Tayyip Erdoğan tekrar seçilirse, PKK/PYD ordusunu, Yunanistan’ı, Güney Kıbrıs Rumlarını ve içerideki Beşinci Kol unsurlarını üzerimize saldırtacaktır.

Her hâl ve kârda, 2023 Cumhurbaşkanlığı Seçimi sonrası ülkemizi çetin günler bekliyor. Fakat herkes bilmelidir ki, bu ülke sahipsiz değildir! Bu ülkenin sahibi, büyük Türk milletidir. Bunu hâlâ anlamamış olanlar, başlarını bir kere daha kayaya çarpacaklardır!