Baltık’ta NATO-Rusya restleşmesi
BİR gerçek herhâlde anlaşılmış olmalıdır: ABD
derin devletinin Rusya-Ukrayna Savaşı’nı çok önceden plânladığını ve bu
maksatla Ukrayna ordusunu eğitip hazırlamış olduğunu, Ukrayna askerinin ABD
menşeli silahlara hemen uyum sağlamış ve NATO sistemine uygun muharebe taktiği
uygulamış olmasından anlıyoruz. Zaten ABD ordusu ile Ukrayna ordusunun savaştan
önce defaatle müşterek tatbikatlar yaptığını biliyoruz.
ABD’nin
Rusya’yı bertaraf etmek için Ukrayna’yı harcamakta olduğu bugün itibariyle
herkes tarafından kabul ediliyor. Henüz bilinmeyen şey, Ukrayna’dan başka bir
kurbanın daha olup olmayacağıdır.
Rusya’nın
kuzey komşusu olan Finlandiya ve İsveç’in Rusya’nın saldırganlığından ürkerek
NATO’ya girme eğilimine girmiş olmaları, buna karşı NATO Genel Sekreterinin
şayet bu iki ülke başvuruda bulunursa onları hemen alabileceklerini, kabul
sürecinde bu iki devletin güvenliklerinin sağlanacağını söylemesi üzerine
Kremlin Sözcüsü Dimitri Peskov ve Rus Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Maria
Zaharova ayrı ayrı beyanlarla bu iki devletin NATO’ya girmek için başvuruda
bulunmaları hâlinde Rusya olarak buna sessiz kalmayacaklarını, bunun askerî
sonuçları olacağını sert üslûplarla ifade ettiler.
Ancak
İsveç ve Finlandiya’nın, ABD’nin kendilerine güvenlik sigortası verdiğini
söyleyip buna güvenerek Rusya’nın bu tehditlerinden etkilenmediklerini, NATO’ya
giriş başvurusuna hazırlanmakta olduklarını gözlemliyoruz. Nitekim Finlandiya Parlamentosu,
17 Mayıs tarihinde toplanarak bu konuyu görüştü ve başvuru yönünde karar verdi.
Aynı tarihlerde ve bu yazının kaleme alındığı günlerde İsveç’in de başvuru
kararı alacağı belirtiliyor. Buna göre 17 Mayıs 2022, önemli bir tarih olacak
gibi görünüyor.
NATO’nun
bu iki Baltık devletine verdiği güvenlik garantisinin mahiyeti henüz belli
değildir. Bu garantinin, Ukrayna’ya verilen silah ve mühimmat desteği gibi mi,
yoksa ondan daha ileri şekilde bizatihi NATO güçlerinin sağlayacağı bir koruma
mı olacağı konusunda açıklık yoktur. Bu iki devletin, Ukrayna’nın düştüğü durum
göz önündeyken, tıpkı Ukrayna’ya olduğu gibi NATO’nun kendilerine silah ve
mühimmat desteği verecek olmasına güvenmeleri herhâlde söz konusu olamaz. Şu hâlde
ABD’nin daha ileri düzeyde bir koruma garantisi vermiş olduğu akla geliyor.
Nitekim İsveç Dışişleri Bakanı Ann Linde, ABD’nin kendilerine önemli güvenlik
garantileri verdiğini, bunu şu safhada açıklamak istemediğini söyledi. Bakalım
bu iki devlet, ABD’nin ipiyle nereye kadar inebilecekler…
Gerçi
beri tarafta Rusya’nın bu ülkelere karşı askerî bir müdahalede bulunmaya bir
mecalinin olup olmadığı soru işareti olsa da, sonuçta bu devlet, dünyanın en
büyük iki nükleer gücünden biridir.
Dünyanın
iki süper gücü restleşmişlerdir ve hiçbiri geri adım atmaya niyetli görünmüyor.
Baltık Denizi’nin soğuk suları yakında çok ısınacak gibi görünüyor.
Şayet
olaylar bu söylemler istikametinde gelişecek olursa, yeni bir kanlı cephe daha
açılmış olacak, ondan sonra da işlerin nereye kadar varacağını, kontrolden
çıkıp çıkmayacağını tahmin etmek kolay olmayacaktır.
Hep
söylüyoruz ya, ABD’nin esas hedefi Çin’dir. Onun için önce Rusya’yı devreden
çıkarıp Çin’le daha uygun şartlarda mücadele etmek için, Ukrayna’yı ileri
sürmek suretiyle Rusya’yı bitirmeyi hedeflemiştir. ABD bu plânı doğrultusunda
epeyce bir mesafe almış, Rusya’yı askerî, ekonomik ve siyâsî olarak ciddî
mânâda yıpratmıştır. Ve yaptırımlarla daha da yıpratacağını düşünmektedir.
Fakat ABD’nin bu kadarla yetinmeyeceğine dair yeni belirtiler ortaya çıkmaya
başlamıştır. Bunlardan birincisi, yukarıda belirttiğimiz gibi, Rusya’ya karşı
kuzeyden bir Baltık cephesi daha açmaya hazırlanmakta oluşu, ikincisi de Dışişleri
Bakanı Blinken’in Rusya-Ukrayna Savaşı’nın yıllarca sürebileceğini söylemiş
olmasıdır. Bu ne demektir? Bu, ABD ve NATO’nun Rusya pes edinceye kadar
Ukrayna’yı her türlü destekleyecekleri anlamına geliyor.
Rusya’nın pes etmesi demek, NATO’ya teslim olması demektir. Bunun devamında, Rusya üzerinde istenilen operasyonu yapmak, bu ülkeyi parçalamak ve elinde bulundurduğu enerji silahının alınarak ABD’nin denetiminde olacak şekilde yeniden düzenlenmesi emeli vardır.
ABD’nin ikinci ana
hedefi yalnızca Çin mi?
ABD, Ukrayna Savaşı’yla
Rusya’ya operasyon yaparken, öbür yanda da Çin’e karşı yapmayı plânladığı
operasyonun hazırlıklarını hızlı bir şekilde hayata geçiriyor.
Bilindiği
gibi, bundan birkaç ay önce ABD, “Pasifik’te güvenliğin sağlanması amacıyla”
İngiltere ve Avustralya’yla birlikte “AUKUS” adında bir güvenlik iş birliği ve
bu kapsamda İngiltere’yle birlikte Avustralya’yla nükleer enerjili denizaltı
teknolojisini paylaşma anlaşması yapmıştı. ABD, bu defa işin içine Japonya,
Güney Kore ve Yeni Zelanda’yı da katarak adeta yeni bir “Pasifik NATO’su”
kurmuştur.
ABD,
bu yeni kuruluşa Pakistan ve Hindistan’ı da katarak Çin’i adamakıllı kuşatmayı
düşünüyor. Bu sebepten, Çin ile iyi ilişkileri olan Pakistan’ın İmran Han
yönetimini iktidardan düşürerek, yerine kendisine dost olduğunu düşündüğü Şahbaz
Şerif hükûmetini kurdurmuştur. Hindistan ile Çin’in, bağımsızlıklarından
itibaren aralarında var olan sınır ihtilafı kronik bir hâl almış olup,
tarafların iddialarından asla geri adım atma eğiliminde olmadıkları, önünde
sonunda bir çatışmaya girecekleri muhtemel görülmektedir. ABD’nin bu durumdan
istifade ile Hindistan’ı da Çin karşıtı ittifaka dâhil edebileceği
düşünülmektedir.
Önümüzdeki
günlerde ABD’nin Çin’i iyice kuşatabilmek için Tacikistan, Kırgızistan ve hatta
Kazakistan üzerinde de bazı teşebbüsleri olabilir.
ABD
Çin’i kuşatıp ne yapacak? Herhâlde hemen bir askerî müdahalede bulunacak
değildir. Mademki esas sorun Çin’in ekonomik olarak hızla yükselmekte ve yakın
bir gelecekte dünyanın “1” numaralı ekonomik gücü olma durumudur, o hâlde bu
ülkenin ekonomisini besleyen damarların kesilmesi gerekmektedir. Bu damarların
en başta geleni de Rusya, İran ve Körfez’den gelen enerji yollarıdır.
ABD’nin
yapmak isteyeceği ilk şey, Çin’in bu enerji tedarik kanallarını kontrol altına
almak olacaktır. Arkasından “Bir Kuşak Bir Yol” projesini ve diğer ithalat ve
ihracat kanallarını tıkamaya çalışacaktır. Bu durum karşısında Çin’in askerî
tedbire başvurmak, bunu göze alamadığı takdirde de ABD ve müttefikleri ile
anlaşmaya oturmaktan başka bir seçeneği kalmayacaktır.
Tabiatıyla bu işler düşünüldüğü gibi bu kadar kolay değil, sonuçta neler, nasıl olur, orasını Allah bilir. Fakat görünen şu ki, ABD büyük oynuyor ve kararını vermiş: Çin’i ya durduracak, ya durduracak!
ABD’nin batı komşumuz Yunanistan’ın Türkiye’ye bakan kıyılarına kurduğu askerî üslerin sınırlarımıza 30-40 kilometre mesafedeki Dedeağaç’a yapmış olduğu muazzam askerî yığınağın kime karşı olduğu bugüne kadar izah edilemedi.
ABD ajandasında
Türkiye’nin durumu
ABD’nin
Rusya ve Çin’den başka, açıkça dillendirmediği, kuşatma altına almaya çalıştığı
üçüncü bir mesele ülkesi daha var: “Türkiye”…
Suriye’de,
sınırlarımızın hemen önünde yıllardan beri eğitip donatarak, bazı söylemlere
göre altmış bin, bazılarına göre seksen ilâ yüz binlik düzenli bir PKK/PYD
ordusu kurduğunu biliyoruz. Böyle bir ordunun Türkiye’den başka bir hedefi
olamayacağı açık. Bu ordunun kuruluş gayesi, bugüne kadar başaramadıkları ve sadece
Suriye topraklarında bir PKK/PYD devletinin kurulması değil, onun devamı olarak
ülkemizin doğu ve güneydoğusundan önemli bir parçayı kopartarak, bunu, kurmak
istediği terör devleti ve Ermenistan arasında paylaştırmaktır.
Bu
iş bu kadar kolay mı? Elbette değil. Fakat düşmanın plânı da bu kadar değil!
ABD’nin
batı komşumuz Yunanistan’ın Türkiye’ye bakan kıyılarına kurduğu askerî üslerin
sınırlarımıza 30-40 kilometre mesafedeki Dedeağaç’a yapmış olduğu muazzam
askerî yığınağın kime karşı olduğu bugüne kadar izah edilemedi. Bazılarınca
Rusya’ya karşı olduğu ileri sürülmüş ise de Ukrayna Savaşı’nda bu ülkeye askerî
yardımın hava yoluyla Polonya üzerinden yapılmış olması, bu düşüncenin doğru
olmadığını ortaya çıkarmış oldu.
Ayrıca,
Yunanistan’a yapmakta olduğu külliyetli miktardaki silah ve askerî araç-gereç
yardımının, bu devletin kışkırtılarak ikide bir Türkiye’ye karşı efelendirilmesinin
sebebi nedir? Güney Kıbrıs Rumlarına uyguladığı silah ambargosunu kaldırmasının
ve askerî yardımda bulunmasının maksadı nedir?
Bir
başka etken de İran faktörüdür. Son zamanlarda bu ülkeden Devletimize karşı
acayip düşmanca sesler gelmeye başladı. ABD’den her şey beklenir; öteden beri
Türkiye’yi İran üzerine saldırtmaya çok uğraşmış fakat başaramamıştı. Bu defa
da İran’ı ülkemize karşı kışkırtmaya çalıştığından şüphe edilmemelidir. İran
zaten Ermenistan-Azerbaycan-Türkiye ilişkilerine karşı duyduğu düşmanlık
sebebiyle buna teşnedir.
Bütün
bu gelişmeleri yan yana koyduğumuzda, ABD’nin ülkemize karşı üç dört cepheden
saldırtmayı ve gerektiğinde bu saldırıya bilfiil kendisinin de destek vermeyi
plânladığı sonucunu net olarak görebiliyoruz. Kimse bu düşünceyi abartılı
bulmasın!
15
Temmuz gözümüzün önünde, değil mi?
“ABD
Türkiye’yi gözden çıkaramaz” söyleminin artık bir değeri kalmamıştır. Çünkü ABD,
Türkiye’den alabileceği bir şey kalmadığını iyice anlamış, ülkemizi düşmanlar
listesine almış, hedefe koymuştur. Şimdi, 2023’ün Haziran ayını bekliyor. Şayet
Cumhurbaşkanlığını kendi belirlediği aday kazanırsa, aklınca “barışçı” yoldan
ülkemiz üzerindeki operasyon plânını hayata geçirecektir. Eğer beklendiği gibi Recep
Tayyip Erdoğan tekrar seçilirse, PKK/PYD ordusunu, Yunanistan’ı, Güney Kıbrıs
Rumlarını ve içerideki Beşinci Kol unsurlarını üzerimize saldırtacaktır.
Her
hâl ve kârda, 2023 Cumhurbaşkanlığı Seçimi sonrası ülkemizi çetin günler
bekliyor. Fakat herkes bilmelidir ki, bu ülke sahipsiz değildir! Bu ülkenin
sahibi, büyük Türk milletidir. Bunu hâlâ anlamamış olanlar, başlarını bir kere
daha kayaya çarpacaklardır!