DEVLETLERARASINDA ilişkiler iki
paralel ray üzere yürür: Sistem rayı ile çıkar rayı…
Osmanlı’nın
Dünya Savaş(lar)ını kaybetmesinden sonra, ABD-Türkiye ilişkilerinin rayında
gitmesi için müesses nizâmın/sistemin ABD’ye bütünleşik bağımlı ve çıkar
ilişkisinin de ABD çıkarlarına hizmetin karşılığında “hizmet sadakası/zekâtı”
formatında kurulduğunu biliyor ve yaşıyoruz.
Türkiye’nin
ABD ile ilişkisinin rayında gitmesi her zaman ve her koşulda bu formatta
oluşmuştur.
Rayların
ve rutinin dışına çıkma çabalarının “darbe” ile hizaya gelişlerine onlarca
örnek verebiliriz.
Bu
bağlamda Türkiye aydınlarının, bürokratlarının ve iş dünyasının demokrasi,
kapitalizm ve sekülerizm gibi felsefî bir altyapıyla da bütünleyerek bu
ilişkiyi hem olumladıklarını, hem de her şeyin rayında gitmesi için gerektiğinde
darbenin de davetçisi olduklarını biliyoruz.
Dolayısıyla
ABD karşıtlığı ve hattâ düşmanlığı üzere bir politikanın ve arayışın bu
topraklarda sonuç alması, bir “hesaplanmayan risk” tadında olur. Ki bu, “imkân
dışı”dır.
Bunun
anlamı şudur: Türkiye sistemi, doğası gereği “Amerikanlı”dır. Dikkat ediniz, “Amerikalı” veya “Amerikancı”
demiyorum!
Nitekim
Trump döneminde FETÖ ve PKK desteği konusunda hiçbir gelişmenin olmaması da bu
kurulu ilişkinin kalıcılığına işârettir.
Peki,
Erdoğan döneminde olup bitenleri nereye oturtacağız?
Erdoğan,
ilişkileri rayından çıkarmıyor, rayın üzerinde yürütülen çıkarlarda elini güçlendirerek
pazarlığa oturuyor!
Erdoğan’ın
“ABD’li Türkiye” formatına yönelik provokatif hiçbir projesi olmadı. Erdoğan
şunun farkında: Yeni Türkiye finalde “ABD’li” sıfatından kurtulacaksa, bunun
için dünya dengelerinin ve iç politika şartlarının olgunlaşması gerekiyor.
Ancak bu şartların oluştuğuna dair bir iklim henüz yok.
Hattâ
Gelecek ve de DEVA Partisi’nin kuruluş orijininde de, “Biz bu şartları görmüyoruz ve şartların oluşmasında bir rolümüz de
yok, bu bir Erdoğan hayâli!” ispiyonlaması var.
Rusya,
İran, Çin ve Türk cumhuriyetleri eksenli dünya ise Erdoğan tarafından “Amerikancı olmam!” duruşuna tanıklık
için bir politik bant görevi görmektedir. Değilse, Türkiye-ABD ilişkilerinde
“sistem ve çıkar” kodlarında bir değişim ve dönüşüm söz konusu değildir.
Hattâ
bu konuda Erdoğan’ın yalnızlığından söz açmak bile mümkün!
Bu
çerçevede “Trump mu, Baydın mı?” etrafındaki analizlerin hepsi “karavana analiz”
hükmündedir.
Trump
yerine Biden gelince, sanki bir “ABD-Türkiye Savaşı” çıkacakmış gibi vehimler
üretmek, sadece sosyal medya ataklarından ibârettir.
Kuşkusuz
Erdoğan ve politikaları, “raylarda giden konfor” yerine “Raylarda giden/yürütülen işlerde sorunlar var” mesajı verecek
kadar pazarlıkçı ve direnici tarza sahip. Yani politik algı yönetiminde Erdoğan
kalıba veya hizaya gelir değil!
15
Temmuz darbe girişimini arkasında ABD vardır; Demokratlar değil… Ya da
Cumhuriyetçiler bize S-400 veren adres değil. Libya, Suriye ve Karabağ’da alınan
mesafe ise kuşkusuz ABD’ye rağmen alınan mesafedir. Ancak bu, sistem veya çıkar
raylarına ilişkin değil, raylar üzerinde giden vagon hikâyeleri ile ilgilidir.
Konuya
devam edeceğiz…