ABD-Çin rekabetine panoramik bir bakış

Çin, ekonomik olarak giderek artan bir etkiye sahip. Teknolojik olarak son yıllarda çok fazla atılım gerçekleştirmiş durumda. Bu atılım, Çin açısından hem içeride hem dışarıda olumlu bir etki oluşturuyor. Çin, rekabette bu unsurları iyi kullanırken ABD, politik ve diplomatik olarak çok daha etkili. Ayrıca ABD sahip olduğu askerî ve ekonomik güç ile Çin’e yaptırım uygulama kudretini hâlen elinde bulunduruyor.

SOVYETLERİN yıkılmasından sonra soğuk savaş sona erdi. Soğuk savaştan tek güç olarak çıkan ABD, kendini dünyanın jandarması olarak konumlandırdı. Soğuk savaş döneminde uluslararası alanda kendi tezlerini hayata geçirmek için daha çok ekonomik, politik ve psikolojik argümanları kullanan ABD, soğuk savaş sonrasında askerî argümanları da bunlara ekleyerek kendine yeni bir küresel sistem kurdu.   

ABD’nin soğuk savaşın hemen sonrasında NATO, Dünya Ticaret Örgütü, IMF, Dünya Bankası gibi küresel etkiye sahip kurumlarla kurduğu küresel sistem, dünyanın geri kalanı tarafından fazla cezbedici olarak görüldü. Ayrıca ABD, insan hakları ve demokrasi gibi alanlarda oluşturduğu imaj ile dünyanın kendi etrafında öbekleşmesini sağladı.

Rusya soğuk savaş sonrası, uzun bir süre toparlanamadı. Çin ise artık dünyada geçerliliğini yitirmiş tek partili komünist yönetim biçimi ve devlet tekeline bağlı kalkınma biçimiyle ABD ve onun öncülüğündeki sisteme alternatif olarak görülmedi. 

Fakat ABD, çok geçmeden NATO, Dünya Ticaret Örgütü, IMF, Dünya Bankası gibi küresel etkiye sahip kurumlarla dünyanın geri kalanına nizam vermeye kalktı. ABD bu kurumları, askerî hareketler ve askerî müdahaleler sırasında meşru görülmeyen uygulamalarını meşru kılmak için de kullandı. Ayrıca etrafında öbekleşen ülkelerin içişlerine müdahale etmeye, dediklerini yapmadığında onları cezalandırmaya başlayınca ve askerî müdahalelerle girdiği her yerde geriye bir enkaz bırakınca, kurduğu küresel sisteme karşı memnuniyetsizlikler baş göstermeye başladı. 

Yeni milenyumla birlikte Rusya, enerji kaynaklarını yenileyip işletmeye başladı ve yeniden bir güç olarak belirdi. Çin ise komünizm içinde bir tür kapitalist sistem kurarak, hızlı ve büyük bir büyüme ve ekonomik atılımlar gerçekleştirdi ve görünmez bir güç hâline geldi. Ucuz iş gücü ile üretimin merkezi haline gelen Çin’in adı yeni bir küresel güç odağı olarak anılmaya başladı. 

Rusya’nın özellikle enerji kaynaklarını rasyonel olarak kullanıp özellikle Ortadoğu’da ABD’nin karşısına bir güç olarak çıkması ve Çin’in kalkınma hamleleri sonucu küresel bir güç olarak belirmesi, ABD’yi bu ülkelere karşı önlem almaya itti. ABD, Çin ve Rusya’yı yıpratmak için yaptırımlar uygulamaya başladı. Rusya ile daha çok Ortadoğu özelinde rekabete giren ABD, Çin ile küresel ekonominin hemen her alanında karşı karşıya geldi.  Özellikle de Hint-Pasifik hattında Çin ile rekabete giren ABD, özellikle Çin teknoloji şirketlerine yönelik yaptırımları ardı ardına harekete geçirdi. 

Çin, dünyayı kendine bağımlı kılıyor

Çin, ABD’nin engelleyici politikalarına karşı birkaç faklı aşamadan oluşan bir politika izleyerek, ABD yaptırımlarının etkisini kırmaya, küresel arenadaki etkisini ise artırmaya çalışıyor. Çin, öncelikle ABD askerî harekâtları sonucu oluşan antipatiden ders çıkarmış olacak ki yeterli askerî gücü olmasına rağmen, yakın coğrafyasındaki bazı bölgeler dışında askerî seçenekleri bir araç olarak kullanmayı tercih etmiyor. 

Dünya nüfusunun beşte birini barındıran Çin, bu devâsa nüfusun getirdiği sorunlara odaklanmak, ülke içindeki dengeleri korumak ve içerdeki problemlere daha çok zaman ayırmak için dış ilişkilerinde neredeyse hiçbir ülkenin politikalarına müdahil olmuyor. 

Dış ilişkilerinde genellikle yumuşak güç doktrinini benimseyen Çin, ucuz iş gücünün getirdiği avantajla hayatın hemen her alanında insanların ve ülkelerin ihtiyaç duyacağı her şeyi üretiyor. Üretim arttıkça ve ürettiklerini dünyaya pazarladıkça, ülkelerin Çin’e olan bağımlılığı da artıyor. Çin’e bağımlılık arttıkça ABD’ye bağımlılık azalıyor. Özellikle ekonomik olarak etkisini genişleten bu strateji sayesinde Çin, ABD’ye karşı durabiliyor.  

ABD, Çin’e karşı askerî bir seçenekle sonuç alamayacağını bildiği için Çin’e karşı ekonomik yaptırımların yanı sıra politik argümanları da kullanmaya başladı. ABD, son zamanlarda Çin’in Doğu Türkistan’da soydaşlarımıza uyguladığı asimilasyon ve insanlık dışı uygulamalarına yönelik çıkışlar ve bu konuda dünya kamuoyunu harekete geçirmeye yönelik hamlelerle Çin’in yumuşak güç doktriniyle elde ettiği sempati ve meşruiyeti zedelemeyi ve Çin’e karşı bir insan hakları ve demokrasi bloğu oluşturmayı amaçlıyor.  

Çin, ABD’nin yerini mi almak istiyor?

Çin’in uzun vadede küresel arenada ABD’nin konumuna yükselme isteği henüz görünür bir hedef olmasa da böyle bir hedefi olduğu, konu üzerinde çalışan tüm otoritelerce kabul gören bir durum. Çin, uzun vadede bu hedefine ulaşabilmek için yakın plandaki hedeflerini gerçekleştirmesi ve bu yolda önündeki engelleri kaldırması gerektiğini biliyor. Çin, bunun için kendine karşı bir güç bloğunun oluşmasını engellemeyi öncelikli olarak görüyor. Bunun için de sert bir güç olmayı yeğlemiyor.  

Çin, dış politikada gerginliklerden uzak duran bir profil çizmesinin yanında ABD ile de gerginliklerin yumuşatılması yönünde açıklamalar yapıyor. Ayrıca başta komşuları olmak üzere sıcak ilişkiler geliştirerek kendi etrafında güvenli bir koridor oluşturmayı amaçlıyor. Bunun yanı sıra Rusya ile ilişkilerini derinleştirerek Rusya’nın etki alanındaki bölgelerde ABD politikalarına perde arkasından ket vurmayı hedefliyor.

Avrupa Birliği ile güçlü ilişkiler geliştirerek kendisine karşı oluşabilecek güç bloğunu kırmaya ve yakın müttefik olan ABD ve Avrupa arasında kendine karşı oluşabilecek ortaklığı engellemeye çalışıyor. Tüm bunlarla en nihayetinde ABD’nin kendisini kuşatmak için oluşturmaya çalıştığı ağı kadük kılmak istiyor. 

Çin, ayrıca iç sorunlarının büyümesi hâlinde oluşacak negatif etkinin hem büyümesine hem de küresel düzeyde oluşturduğu etkiye olumsuz yansıyacağını düşündüğü için enerjisiyle daha çok içeride sorunsuz bir ortam oluşturmaya harcıyor. 

Çin’in büyüyen ekonomisi her geçen gün dünyayı kendisine daha fazla bağımlı hâle getiriyor. Satın alma gücü paritesi açısından en büyük nominal olarak ise dünyanın ikinci büyük ekonomisi olan Çin ekonomisi, aynı zamanda dünyanın en hızlı büyüyen ekonomisi konumunda. Ayrıca Çin ekonomisi, küresel üretimin merkezi olma özelliğini taşıyor. Bu da Çin’i dünyanın en büyük ihracatçısı yapıyor. Ayrıca Çin, sahip olduğu nüfus nedeniyle dünyanın en hızlı büyüyen tüketici pazarı olma özelliğini de taşıyor.  

Bu durumun yanı sıra Çin’in hem en büyük tüketici pazarı hem de dünyanın en büyük üreticisi olması, ülkeleri çift taraflı olarak Çin’e bağımlı kılıyor. Bu durumun giderek daha belirgin hâle gelmesi ise Çin-ABD rekabetinde Çin’e avantajlar sağlıyor. 

İttifaklar Çin için sigorta işlevi görüyor

Çin, bunun yanı sıra, kendi etrafında oluşabilecek bloğu kırmak için Batı ile entegre olmuş Japonya, Güney Kore, Avustralya ve Yeni Zelenda’yla beraber Asya-Pasifik bölgesinde yer alan ve ASEAN ülkeleri diye adlandırılan Brunei, Kamboçya, Endonezya, Laos, Malezya, Myanmar, Filipinler, Singapur, Tayland ve Vietnam ile birlikte “Bölgesel Kapsamlı Ekonomik Ortaklık” adıyla bir ticaret anlaşması imzaladı. Dünyanın en kalabalık bölgesini kapsayan bu anlaşmaya taraf olan ülkelerin nüfusu, dünya nüfusunun yüzde 30’unu oluşturuyor. Bu anlaşma önemli çünkü bu anlaşma dünya nüfusunun önemli bir kısmını kapsayan bu bloğu, dünyanın en büyük ticaret bloğu hâline getiriyor.  

Güney Kore ve Japonya gibi Batı sistemine entegre olmuş iki büyük teknolojik ve ekonomik gücün bu blok içerisinde yer alması, ABD’nin Çin’i kuşatma isteğini baltalıyor. Çin’in bölgesel etkisini artıran bu anlaşma, hiç şüphesiz Çin-ABD rekabetinde Çin’i bölgesel dengeler açısından avantajlı bir konuma yükseltiyor. Bir başka açıdan ise bu ittifaklar, Çin için bir nevi sigorta ve tampon işlevi görüyor. Ayrıca bu anlaşmayla taraf olan ülkelerin ABD’ye olan bağımlılığı azalıyor. 

Çin’in handikapları

Çin, Doğu Türkistan, Hong Kong ve Tibet’te gerçekleştirdiği insan hakları ihlâlleri nedeniyle hiç iyi bir imaja sahip değil. Ayrıca giderek artan yaşlı nüfus nedeniyle Çin’in elindeki ekonomik avantajların zaman içerisinde zayıflama eğilimine girme ihtimali bulunuyor. 

Çin-ABD rekabetinde hiç şüphesiz ABD politik ve askerî açıdan büyük bir avantaja sahipken, Çin ise giderek artan bir ekonomik etki avantajını elinde bulunduruyor. 

Her ne kadar ekonomik açıdan Çin giderek daha fazla etkiye sahip olsa da özellikle Çin’e yakın coğrafyalardaki ülkeler, Çin’e karşı kendilerini güvende hissetmiyorlar. Bu da bölge ülkelerini ABD politikalarına yakın tutuyor. 

Bu durum bölge ülkelerinin en azından politik olarak ABD’ye yakın durması sonucunu doğursa da Çin’in giderek artan etkisi ve bölge ülkelerinin endişelerini giderme hususunda giriştiği diyaloglar, politik olarak da dengeyi uzun vadede Çin lehine çevirme ihtimalini güçlendiriyor. 

ABD etkisi daha köklü ve daha doktrinal

Çin, bölgesel ittifaklarını özellikle ekonomi temelli kursa ve bu ittifaklar içerisine ABD ile entegre olmuş devâsa ekonomileri almış olsa da ABD, özellikle Avustralya, Hindistan ve Japonya ile daha koordineli çalışıyor görüntüsü veriyor. 

Özellikle Biden’in Başkan seçilmesinden sonra ABD’nin küresel düzeyde ağırlığını hissettirmesi yönünde var olan irade ve bu iradenin harekete geçireceği politik güç, ABD’ye daha geniş politik avantajlar sağlama potansiyeline sahip.  

Biden dönemiyle birlikte ABD, Çin ile rekabetinde askerî seçeneklerin çok etkili olmayacağını bildiğinden askerî olmayan araçlara daha fazla ağırlık verme ihtimalini en güçlü seçenek olarak görünüyor. 

ABD, yeni dönemde bölge ülkelerinin Çin’e karşı duyduğu güvenlik endişelerini kendi lehine çevirmek ve bölgesel ittifaklarını bu bağlamda daha güçlü kılabilmek için çok ciddi ve derin bir diplomatik ilişki ağı kurması gerekiyor. Aksi durumda Çin’in bölgedeki etkisini frenlemesi zor görünüyor.

Ayrıca ABD hedeflerine ulaşmak istiyorsa önümüzdeki dönemde AB ile ilişkilerini daha da yoğunlaştırması ve özellikle Çin etkisindeki Endonezya, Malezya ve Vietnam gibi ülkeler üzerinde bu ülkelerin de çıkarına olacak şekilde politik, diplomatik ve ekonomik eylem planları oluşturması gerekiyor. 

ABD, Hint Pasifik hattındaki ülkelere “Çin ya da ABD” tarzında zorlayıcı bir seçeneği mi dayatır yoksa daha alternatifli politikalar üzerinde mi durur? Bunu kestirmek zor ama bölgesel dengeler açısından ABD’nin böyle bir politikayı ülkelere dayatması çok olası görünmüyor. Bunun yerine ABD’nin bu seçeneği güçlü bir şekilde hissettiren bir ara formül üzerinden yeni politikalar inşâ etme yolunu seçmesi bekleniyor.

ABD’nin önümüzdeki dönemde Çin etkisindeki bölgelerde doğrudan kendi etki alanı kurmak yerine, Çin’in etki alanını sınırlayan ve bölge ülkelerinin Çin’e karşı ekonomik olmasa bile askerî etki alanı artıran savunma sanayi stratejileri üzerinde durması, bunun için de ilk etapta Çin etkisindeki deniz alanlarında Endonezya, Malezya ya da Avustralya’yla iş birliği içinde olması bekleniyor.  

Filler tepindikçe olan çimenlere oluyor

Sonuç itibariyle ABD-Çin rekabetinde Çin, ekonomik olarak giderek artan bir etkiye sahip. Ayrıca teknolojik olarak son yıllarda çok fazla atılım gerçekleştirmiş durumda. Bu atılım, Çin açısından hem içeride hem dışarıda olumlu bir etki oluşturuyor. Çin, rekabette bu unsurları iyi kullanırken ABD, politik ve diplomatik olarak çok daha büyük bir etkiye sahip. Ayrıca ABD sahip olduğu askerî ve ekonomik güç ile Çin’e yaptırım uygulama kudretini hâlen elinde bulunduruyor. Buna mukabil sahip olduğu kapalı siyasal sistem ve bu sistemin getirdiği örtülü hedefler nedeniyle ülkelerin Çin’e bakışı çok da pozitif değil. Bu da bölge ülkeleri açısından ABD politikalarını daha makul kılıyor.   

Çin, Doğu Türkistan, Hong Kong ve Tibet’te gerçekleştirdiği insan hakları ihlâlleri nedeniyle hiç iyi bir imaja sahip değil. Ayrıca giderek artan yaşlı nüfus nedeniyle Çin’in elindeki ekonomik avantajların zaman içerisinde zayıflama eğilimine girme ihtimali bulunuyor. 

Tüm bunlar, ABD-Çin rekabetinde tek bir tarafın mutlak hâkimiyetini engelliyor. Ama şurası bir gerçek ki filler tepindikçe ezilen daima çimenler oluyor.