AB’nin Türk ticâret gemisi baskını: Operasyon mu çekti, operasyon mu yedi?

Irini Baskını plânlanan sonuca ulaşsaydı, Libya’daki meşru güçlerin Sirte’de atacağı her mermi, yasa dışı yollardan edinilmiş mermi olarak nitelenecek ve akabinde AB ve ABD ittifakı harekete geçerek ellerindeki küresel medya vâsıtasıyla dünya kamuoyunu ağır bir algı bombardımanına tâbi tutacaktı. Libya’da, başta Türkiye olmak üzere Meşru Hükûmet’in yanında duran ülkeler büyük bir baskı altına alınacak, Hafter’e alan açılacaktı. Ancak operasyonun sonucuna bakılınca, devlet kademelerini ve istihbaratını 15 Temmuz’dan sonra yerli ve millî bir akılla donatan Türkiye’nin, AB ve ABD istihbaratına tarihlerinde görülmemiş ölçekte bir hamle yaptığı görülüyor.

22 Kasım’da Libya’ya insanî yardım malzemeleri taşıyan bir Türk ticâret gemisine AB Irini Operasyonu kapsamında görevli bir Alman firkateyni tarafından yapılan baskın, içerisinde çok yönlü sorular barındıran sorunlu bir baskındır.

Olay üzerine Türk Dışişleri Bakanlığı Sözcülüğü, dünya kamuoyuna şu bilgilendirmeyi yapmıştır:

“Irini Harekâtı, AB tarafından yürütülen, ancak amacı ve faydası tartışmaya açık bir harekâttır. Bu harekât çerçevesinde dün (22 Kasım) ‘Hamburg’ isimli Alman savaş gemisi, Ambarlı Limanından Misurata’ya boya, boya malzemesi ve insanî yardım malzemesi taşımakta olan ‘MV Roseline A’ adlı Türk bayraklı ticâret gemisini sabah saatlerinde ayrıntılı şekilde sorgulamıştır.

Kaptan işbirliği göstererek geminin yükü ve seferi hakkında ayrıntılı bilgi paylaşmıştır. Buna rağmen, saat 17:45’te Irini Harekâtı silahlı unsurları tarafından gemiye çıkılarak uzun saatler süren bir ‘denetleme’ yapılmıştır. Tüm personelin, Kaptan dâhil, zorla üstleri aranmış, bütün personel bir yerde toplanarak alıkonulmuş, Kaptanın başına silahlı asker dikilerek, zor kullanmak sûretiyle konteynerler aranmıştır.”

Türk Dışişleri Sözcülüğünün, içinde yer yer alay ve ironi barındıran bu açıklaması, özellikle uluslararası hukuk açısından hiçbir tutar tarafı olmayan Irini Operasyonu’nun uluslararası hukukun kendisine verdiği denetim (!) hakkını nasıl denetimsiz bir hâle getirdiğini çok yerinde bir tırnak arası vurguyla ifade etmektedir.

AB bu operasyonu, uluslararası hukuku hiçe sayarak ve beraberinde de çok büyük bir riski göze alarak gerçekleştirmiştir. Türk gemi kaptanının yükünü hakikî mânâda beyan etmesine rağmen, karşı tarafın elinde çok sağlam bir bilgi ve istihbarat olduğu sanısına dayanarak yaptığı bu operasyon, bazı yönlerden üzerinde durmayı gerektirmektedir.

AB’nin Akdeniz’deki gemi ticâretinin geleceğini belirsiz hâle getiren böylesi riskli bir harekâta imza atması, onların fayda hânelerine mi, yoksa zarar hânelerine mi yazılmıştır, yakından bakalım…

Zoka!

AB bu kadar sansasyonel bir operasyon yapmayı göze aldıysa, bu operasyonun kendi açısından birkaç amaca hizmet etmesi gereği vardır.

Nedir bu amaçlar?

AB’nin Irini Operasyonu silahlı unsurları, güya Libya’ya silah ve mühimmat taşıyan her türlü kargo gemisini denetlemek amacıyla kurulmuştu. Ancak asıl amacı ise meşru Libya güçlerine gidecek ve gitmekte olan Türk kargo gemilerine operasyon çekmekti.

Bu unsurlar, Hafter’e destek veren kargoları örtülü bir şekilde desteklemiş ve anlaşmalı bir BAE kargo gemisine operasyon çekerek komuta merkezine götürmek gibi gülünç işlere de imza attıklarından, süreç içerisinde itibar kaybına uğramış ve önemsiz bir hâle gelmişlerdi.

Türk savaş gemilerinin koruması altındaki gemilere operasyon yapma teşebbüsünde bulunmaları ve Türk savaş gemileri karşısında kuyruklarını kıstırarak limanlarına dönmek zorunda kalmaları, Irini silahlı unsurlarını dünya kamuoyu önünde kepaze etmişti. Dahası, bu operasyonel güce bütün AB ülkeleri tam destek vermemiş, Fransa, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi dışındaki devletler sahada pek görülmemişlerdi.

Fransa’nın Türkiye ile Libya ve Akdeniz’de girdiği gücüyle orantısız caydırma girişimleri, Türkiye’nin sahadaki kararlı tutumuyla akim kalmış ve Fransa bu işten yıpranmış, etkinliği tartışılır bir güç pozisyonuna düşmüştü. Fransa’nın bu itibar kaybını telâfi etmek için Afrika, Lübnan ve Dağlık Karabağ’da giriştiği oyun ve tahrikler de yine Türkiye tarafından yerinde, akıllı ve sonuç odaklı hamlelerle geçiştirilmiş, üstelik Türkiye, sıkıştırılmak istendiği yerlerde büyüyerek nüfûz alanını genişletmişti.  

Özellikle ABD’nin Avrupa’yı Türkiye karşısında sahipsiz bırakması ve Türkiye’nin sahip olduğu konum ve gücü çok etkin şekilde kullanması, AB’yi demeç vermekten öte bir şey yapamaz hâle getirmişti.

Ancak Kasım ayındaki ABD Başkanlık Seçimlerinde Türk ve İslâm karşıtlığıyla bilinen Biden’in muhtemel başkan seçilmesi, taşları küresel ölçekte yerinden oynattı. Biden’in dünyanın yeni konumu içerisinde müttefik olarak AB’yi tercih edeceğinin sinyallerini vermesi, AB içerisinde yeni bir yapılanmaya gidilmesinin önünü açtı.

Trump döneminde AB’nin iyi polisi kisvesini giyen Almanya, Biden kanadından gelen rüzgâr ile üzerindeki sahte hakem kisvesini çıkararak, zaten saman altından yürüttüğü Irini Operasyonu’nun başına geçti.

Almanya’nın bu operasyonun başına geçmekteki asıl amacı, Fransa’nın eline yüzüne bulaştırdığı Irini Operasyonu’na dünya çapında bir saygınlık kazandırmak ve böylelikle kendisine AB içinde kusursuz liderlik payesi hazırlamaktı. Almanya’nın bu işi üstlenmesindeki en büyük dayanağı, -Gezi Olayları’ndan sonra zayıflamış olsa da- Türkiye’de yerleşik ve işbirlikçi istihbarat gücüydü.

Almanya’nın, bu işe kolları sıvamadan önce, Türk limanlarından Libya’ya giden ve gidecek olan gerek yabancı, gerekse Türk bayraklı ticâret gemileri hakkında ABD ve Avrupa istihbaratları işbirliğinde çok ince ve detaylı bir çalışma yürüttüğü anlaşılıyor. Ancak yine Almanya’nın bu işte en çok güvendiği ve sonucundan emin olduğu husus, Türkiye’yi avcunun içi gibi bilen emrindeki FETÖ’cüler ve onların içteki uzantılarının istihbarat gücüydü. Bu doğru bir güvendi ama 15 Temmuz’dan sonra köprülerin altından çok sular akmıştı!

Almanya, kusursuz, net ve bir büyük devlete yaraşır kesin sonuçlu bir operasyonun düğmesine bastıktan sonra, sahada Türk İstihbaratı ile AB ve müttefiki (ABD, İsrail ve Körfez) istihbaratlar arasında nadir görülen bir istihbarat satrancı oynanmaya başladı.

Operasyonun sonuçlarına bakınca, Türk İstihbaratının, iki yönlü çalışan bazı ajanları deşifre edip operasyonunu bunlar üzerinden yürüttüğü görülüyor. Türk İstihbaratı, bu ajanlar üzerinden sivil görünümlü bir Türk ticâret gemisinin silah ve mühimmat yüküyle Libya’ya gideceği bilgisini istendik ancak kademeli bir şekilde karşı tarafa uçurmuştur.

AB’nin bu bilgiyi birkaç kez test etmiş olması muhtemeldir. Bu istihbarat doğrulama testlerinde Türk İstihbaratının onların kuşkularını giderecek biçimde adı geçen gemiye kısmî de olsa silah ve mühimmat yükleme görüntüsü verdiği anlaşılıyor. Türk İstihbaratının bu algı oyununa birkaç kez düşen AB istihbaratı, süreç içinde bu algıya olgu nazarıyla bakma tuzağına düşerek kendilerince doğruluğundan kuşku duymadıkları bu bilgiyi merkeze aktarmıştır.

Merkezin, 10 Aralık’ta yapılacak AB zirvesi öncesinde bu operasyonu gerçekleştirerek Türkiye’yi silah kaçakçısı olarak ilân edip bu ilânı büyük ölçekli bir yaptırım kararının altlığı olarak kullanmayı plânladığını ileri sürebiliriz.

Mağlûptur bu yolda galip, galiptir bu yolda mağlûp

AB, bu büyük yaptırım kararıyla hem Türkiye’yi köşeye sıkıştırmayı, hem de karşı tarafın Libya Sirte’de yığınaklanmasını takviye etmeyi plânlıyordu. Plânlarına göre bu şaşaalı yaptırım kararının ardından pusuda bekleyen Hafter güçleri, Sirte’den saldıraya geçecekti.

Yine plânlarına göre, Türkiye güya silah kaçakçısı damgasını silmeye çalışıp yaptırımın ekonomik sarsıntılarıyla uğraşırken, ABD ve AB’nin Suriye’deki kuklaları da İdlip sahasında bayrak göstereceklerdi.

İdlip bir tarafa bırakılsa bile, Irini Baskını plânlanan sonuca ulaşsaydı, Libya’daki meşru güçlerin Sirte’de atacağı her mermi, yasa dışı yollardan edinilmiş mermi olarak nitelenecek ve akabinde AB ve ABD ittifakı harekete geçerek ellerindeki küresel medya vâsıtasıyla dünya kamuoyunu ağır bir algı bombardımanına tâbi tutacaktı. Libya’da, başta Türkiye olmak üzere Meşru Hükûmet’in yanında duran ülkeler büyük bir baskı altına alınacak, Hafter’e alan açılacaktı.

Ancak operasyonun sonucuna bakılınca, devlet kademelerini ve istihbaratını 15 Temmuz’dan sonra yerli ve millî bir akılla donatan Türkiye’nin, AB ve ABD istihbaratına tarihlerinde görülmemiş ölçekte bir hamle yaptığı görülüyor.

Bu operasyonun en büyük kazananı olma hırsıyla ortaya çıkan Almanya’nın sahada kendisini ilk gösterdiği harekâtta içine düştüğü nahoş durum, Fransa’nın iki yılda düştüğü pozisyondan daha berbat bir durumdur. Bu operasyonun asıl mağlûbu, Almanya’dır!

Bu operasyon sonrası Türkiye’nin kazançlarına bakacak olursak…

Türkiye, nefis bir şah-mat hamlesiyle AB’ye hukuksuz bir operasyon yaptırarak kendisinin AB ticâret gemilerine uygulayacağı mütekabil operasyonlar için hukukî bir zemin elde etmiştir.

Bu hukukî zemin, AB ticâret filosunun asıl omurgasını oluşturan Yunan ticâret gemileri için bir kâbus niteliğine bürünmüş ve Türkiye Hamburg firkateyninin Yunanlı komutanı üzerinden Yunanistan’a bedel ödetme kozunu ele almıştır. Artık AB, büyük bir gerginlikle Türkiye’nin nerede, ne zaman yapacağı hiç belli olmayan karşı operasyonunu beklemeye başlamıştır!

Üstelik Türkiye, bu haklı mukabil operasyonu için hedefteki gemilerin yasadışı bir şey taşıma zorunluluğuyla da bağlı değildir!

Bendeniz bu hengâmede, Türkiye’nin silah ve mühimmat taşıyan gemileri Libya’ya çoktan ulaştırdığını değerlendiriyorum. Göreceksiniz, Hafter saldırıya geçtiğinde, en modern Türk silahlarının saldırısı altında, Karabağ’daki Ermenilerin akıbetini yaşayarak tarihin çöplüğündeki yerini alacaktır!

AB, yaptırım gerekçesi için giriştiği bu operasyonun altında kaldığından, çok arzu ettiği hâlde, alabilirse ancak sembolik bir yaptırım kararı alacak ve daha acısı da, Türk savaş gemileri eşliğinde Libya’ya silah ve mühimmat taşıyan Türk ticâret gemilerini uzaktan izlemek zorunda kalacaktır.

Şimdi söyleyin bakalım dostlar, bu operasyonun asıl kazananı AB midir, yoksa Türkiye mi?

Bu soruya aklı yeten herkes, kuşkusuz, “Kazanan ülke Türkiye!” diyecektir. O hâlde bu bağlamdaki doğru soru şudur: Irini ile AB, bize mi operasyon çekti, yoksa biz mi AB’ye operasyon çektik?

Vesselâm...