22 Kasım’da Libya’ya
insanî yardım malzemeleri taşıyan bir Türk ticâret gemisine AB Irini Operasyonu
kapsamında görevli bir Alman firkateyni tarafından yapılan baskın, içerisinde
çok yönlü sorular barındıran sorunlu bir baskındır.
Olay
üzerine Türk Dışişleri Bakanlığı Sözcülüğü, dünya kamuoyuna şu bilgilendirmeyi
yapmıştır:
“Irini Harekâtı, AB tarafından yürütülen, ancak amacı ve
faydası tartışmaya açık bir harekâttır. Bu harekât çerçevesinde dün (22 Kasım)
‘Hamburg’ isimli Alman savaş gemisi, Ambarlı Limanından Misurata’ya boya, boya
malzemesi ve insanî yardım malzemesi taşımakta olan ‘MV Roseline A’ adlı Türk
bayraklı ticâret gemisini sabah saatlerinde ayrıntılı şekilde sorgulamıştır.
Kaptan işbirliği göstererek geminin yükü ve seferi hakkında
ayrıntılı bilgi paylaşmıştır. Buna rağmen, saat 17:45’te Irini Harekâtı silahlı
unsurları tarafından gemiye çıkılarak uzun saatler süren bir ‘denetleme’
yapılmıştır. Tüm personelin, Kaptan dâhil, zorla üstleri aranmış, bütün
personel bir yerde toplanarak alıkonulmuş, Kaptanın başına silahlı asker
dikilerek, zor kullanmak sûretiyle konteynerler aranmıştır.”
Türk Dışişleri Sözcülüğünün, içinde yer yer alay
ve ironi barındıran bu açıklaması, özellikle uluslararası hukuk açısından
hiçbir tutar tarafı olmayan Irini Operasyonu’nun uluslararası hukukun kendisine
verdiği denetim (!) hakkını nasıl denetimsiz bir hâle getirdiğini çok yerinde
bir tırnak arası vurguyla ifade etmektedir.
AB bu operasyonu, uluslararası hukuku hiçe
sayarak ve beraberinde de çok büyük bir riski göze alarak gerçekleştirmiştir.
Türk gemi kaptanının yükünü hakikî mânâda beyan etmesine rağmen, karşı tarafın
elinde çok sağlam bir bilgi ve istihbarat olduğu sanısına dayanarak yaptığı bu
operasyon, bazı yönlerden üzerinde durmayı gerektirmektedir.
AB’nin Akdeniz’deki gemi ticâretinin geleceğini
belirsiz hâle getiren böylesi riskli bir harekâta imza atması, onların fayda hânelerine
mi, yoksa zarar hânelerine mi yazılmıştır, yakından bakalım…
Zoka!
AB bu kadar sansasyonel bir operasyon yapmayı
göze aldıysa, bu operasyonun kendi açısından birkaç amaca hizmet etmesi gereği
vardır.
Nedir bu amaçlar?
AB’nin Irini Operasyonu silahlı unsurları, güya Libya’ya
silah ve mühimmat taşıyan her türlü kargo gemisini denetlemek amacıyla
kurulmuştu. Ancak asıl amacı ise meşru Libya güçlerine gidecek ve gitmekte olan
Türk kargo gemilerine operasyon çekmekti.
Bu unsurlar, Hafter’e destek veren kargoları
örtülü bir şekilde desteklemiş ve anlaşmalı bir BAE kargo gemisine operasyon
çekerek komuta merkezine götürmek gibi gülünç işlere de imza attıklarından,
süreç içerisinde itibar kaybına uğramış ve önemsiz bir hâle gelmişlerdi.
Türk savaş gemilerinin koruması altındaki
gemilere operasyon yapma teşebbüsünde bulunmaları ve Türk savaş gemileri
karşısında kuyruklarını kıstırarak limanlarına dönmek zorunda kalmaları, Irini
silahlı unsurlarını dünya kamuoyu önünde kepaze etmişti. Dahası, bu operasyonel
güce bütün AB ülkeleri tam destek vermemiş, Fransa, Yunanistan ve Güney Kıbrıs
Rum Yönetimi dışındaki devletler sahada pek görülmemişlerdi.
Fransa’nın Türkiye ile Libya ve Akdeniz’de
girdiği gücüyle orantısız caydırma girişimleri, Türkiye’nin sahadaki kararlı
tutumuyla akim kalmış ve Fransa bu işten yıpranmış, etkinliği tartışılır bir
güç pozisyonuna düşmüştü. Fransa’nın bu itibar kaybını telâfi etmek için Afrika,
Lübnan ve Dağlık Karabağ’da giriştiği oyun ve tahrikler de yine Türkiye
tarafından yerinde, akıllı ve sonuç odaklı hamlelerle geçiştirilmiş, üstelik Türkiye,
sıkıştırılmak istendiği yerlerde büyüyerek nüfûz alanını genişletmişti.
Özellikle ABD’nin Avrupa’yı Türkiye karşısında
sahipsiz bırakması ve Türkiye’nin sahip olduğu konum ve gücü çok etkin şekilde
kullanması, AB’yi demeç vermekten öte bir şey yapamaz hâle getirmişti.
Ancak Kasım ayındaki ABD Başkanlık Seçimlerinde
Türk ve İslâm karşıtlığıyla bilinen Biden’in muhtemel başkan seçilmesi, taşları
küresel ölçekte yerinden oynattı. Biden’in dünyanın yeni konumu içerisinde
müttefik olarak AB’yi tercih edeceğinin sinyallerini vermesi, AB içerisinde
yeni bir yapılanmaya gidilmesinin önünü açtı.
Trump döneminde AB’nin iyi polisi kisvesini giyen
Almanya, Biden kanadından gelen rüzgâr ile üzerindeki sahte hakem kisvesini
çıkararak, zaten saman altından yürüttüğü Irini Operasyonu’nun başına geçti.
Almanya’nın bu operasyonun başına geçmekteki asıl
amacı, Fransa’nın eline yüzüne bulaştırdığı Irini Operasyonu’na dünya çapında
bir saygınlık kazandırmak ve böylelikle kendisine AB içinde kusursuz liderlik
payesi hazırlamaktı. Almanya’nın bu işi üstlenmesindeki en büyük dayanağı, -Gezi
Olayları’ndan sonra zayıflamış olsa da- Türkiye’de yerleşik ve işbirlikçi
istihbarat gücüydü.
Almanya’nın, bu işe kolları sıvamadan önce, Türk
limanlarından Libya’ya giden ve gidecek olan gerek yabancı, gerekse Türk
bayraklı ticâret gemileri hakkında ABD ve Avrupa istihbaratları işbirliğinde
çok ince ve detaylı bir çalışma yürüttüğü anlaşılıyor. Ancak yine Almanya’nın
bu işte en çok güvendiği ve sonucundan emin olduğu husus, Türkiye’yi avcunun
içi gibi bilen emrindeki FETÖ’cüler ve onların içteki uzantılarının istihbarat
gücüydü. Bu doğru bir güvendi ama 15 Temmuz’dan sonra köprülerin altından çok
sular akmıştı!
Almanya, kusursuz, net ve bir büyük devlete yaraşır
kesin sonuçlu bir operasyonun düğmesine bastıktan sonra, sahada Türk İstihbaratı
ile AB ve müttefiki (ABD, İsrail ve Körfez) istihbaratlar arasında nadir
görülen bir istihbarat satrancı oynanmaya başladı.
Operasyonun sonuçlarına bakınca, Türk İstihbaratının,
iki yönlü çalışan bazı ajanları deşifre edip operasyonunu bunlar üzerinden
yürüttüğü görülüyor. Türk İstihbaratı, bu ajanlar üzerinden sivil görünümlü bir
Türk ticâret gemisinin silah ve mühimmat yüküyle Libya’ya gideceği bilgisini
istendik ancak kademeli bir şekilde karşı tarafa uçurmuştur.
AB’nin bu bilgiyi birkaç kez test etmiş olması
muhtemeldir. Bu istihbarat doğrulama testlerinde Türk İstihbaratının onların
kuşkularını giderecek biçimde adı geçen gemiye kısmî de olsa silah ve mühimmat
yükleme görüntüsü verdiği anlaşılıyor. Türk İstihbaratının bu algı oyununa birkaç
kez düşen AB istihbaratı, süreç içinde bu algıya olgu nazarıyla bakma tuzağına
düşerek kendilerince doğruluğundan kuşku duymadıkları bu bilgiyi merkeze aktarmıştır.
Merkezin, 10 Aralık’ta yapılacak AB zirvesi
öncesinde bu operasyonu gerçekleştirerek Türkiye’yi silah kaçakçısı olarak ilân
edip bu ilânı büyük ölçekli bir yaptırım kararının altlığı olarak kullanmayı
plânladığını ileri sürebiliriz.
Mağlûptur bu yolda galip, galiptir bu yolda
mağlûp
AB, bu büyük yaptırım kararıyla hem Türkiye’yi
köşeye sıkıştırmayı, hem de karşı tarafın Libya Sirte’de yığınaklanmasını
takviye etmeyi plânlıyordu. Plânlarına göre bu şaşaalı yaptırım kararının
ardından pusuda bekleyen Hafter güçleri, Sirte’den saldıraya geçecekti.
Yine plânlarına göre, Türkiye güya silah kaçakçısı
damgasını silmeye çalışıp yaptırımın ekonomik sarsıntılarıyla uğraşırken, ABD
ve AB’nin Suriye’deki kuklaları da İdlip sahasında bayrak göstereceklerdi.
İdlip bir tarafa bırakılsa bile, Irini Baskını
plânlanan sonuca ulaşsaydı, Libya’daki meşru güçlerin Sirte’de atacağı her
mermi, yasa dışı yollardan edinilmiş mermi olarak nitelenecek ve akabinde AB ve
ABD ittifakı harekete geçerek ellerindeki küresel medya vâsıtasıyla dünya
kamuoyunu ağır bir algı bombardımanına tâbi tutacaktı. Libya’da, başta Türkiye
olmak üzere Meşru Hükûmet’in yanında duran ülkeler büyük bir baskı altına
alınacak, Hafter’e alan açılacaktı.
Ancak operasyonun sonucuna bakılınca, devlet
kademelerini ve istihbaratını 15 Temmuz’dan sonra yerli ve millî bir akılla
donatan Türkiye’nin, AB ve ABD istihbaratına tarihlerinde görülmemiş ölçekte bir
hamle yaptığı görülüyor.
Bu operasyonun en büyük kazananı olma hırsıyla
ortaya çıkan Almanya’nın sahada kendisini ilk gösterdiği harekâtta içine
düştüğü nahoş durum, Fransa’nın iki yılda düştüğü pozisyondan daha berbat bir
durumdur. Bu operasyonun asıl mağlûbu, Almanya’dır!
Bu operasyon sonrası Türkiye’nin kazançlarına
bakacak olursak…
Türkiye, nefis bir şah-mat hamlesiyle AB’ye
hukuksuz bir operasyon yaptırarak kendisinin AB ticâret gemilerine uygulayacağı
mütekabil operasyonlar için hukukî bir zemin elde etmiştir.
Bu hukukî zemin, AB ticâret filosunun asıl
omurgasını oluşturan Yunan ticâret gemileri için bir kâbus niteliğine bürünmüş
ve Türkiye Hamburg firkateyninin Yunanlı komutanı üzerinden Yunanistan’a bedel
ödetme kozunu ele almıştır. Artık AB, büyük bir gerginlikle Türkiye’nin nerede,
ne zaman yapacağı hiç belli olmayan karşı operasyonunu beklemeye başlamıştır!
Üstelik Türkiye, bu haklı mukabil operasyonu için
hedefteki gemilerin yasadışı bir şey taşıma zorunluluğuyla da bağlı değildir!
Bendeniz bu hengâmede, Türkiye’nin silah ve
mühimmat taşıyan gemileri Libya’ya çoktan ulaştırdığını değerlendiriyorum.
Göreceksiniz, Hafter saldırıya geçtiğinde, en modern Türk silahlarının
saldırısı altında, Karabağ’daki Ermenilerin akıbetini yaşayarak tarihin
çöplüğündeki yerini alacaktır!
AB, yaptırım gerekçesi için giriştiği bu
operasyonun altında kaldığından, çok arzu ettiği hâlde, alabilirse ancak
sembolik bir yaptırım kararı alacak ve daha acısı da, Türk savaş gemileri
eşliğinde Libya’ya silah ve mühimmat taşıyan Türk ticâret gemilerini uzaktan
izlemek zorunda kalacaktır.
Şimdi söyleyin bakalım dostlar, bu operasyonun
asıl kazananı AB midir, yoksa Türkiye mi?
Bu soruya aklı yeten herkes, kuşkusuz, “Kazanan
ülke Türkiye!” diyecektir. O hâlde bu bağlamdaki doğru soru şudur: Irini ile AB,
bize mi operasyon çekti, yoksa biz mi AB’ye operasyon çektik?
Vesselâm...