Aaa, bunlar hakikaten teröristmiş yahu!

Adamlar, “Biz PKK ile biriz, aynıyız. Biz o eylemlerin ortağıyız. Katiliz” diye çırpınıyorlar. Bizim aklı evveller itiraz ediyorlar: “Durun, hakkınızda mahkeme kararı yok. Kapatma dâvâsı sürüyor. Siz istediğiniz kadar ‘Biz katiliz’ deyin, henüz öyle bir karar çıkmadı. Siz kanunlara uygun, meşru bir partisiniz. Biz sizi temiz görüyoruz.” Yarın mahkeme kararını verse ve “Evet, tam da öylesiniz!” deyip kapatsa veya başka türlü ceza verse… Ne olacak? Bizim uyanıklar, “Aaa, bunlar hakikaten teröristmiş yahu!” mu diyecekler?

MAHKEME kararı ile sabit değilse, birine “katil” demek, cinayeti gözümüzün önünde işlese dahi kolay değil.

Ancak “zanlı” diye bahsedebiliyoruz o kişiden. Hakkında kesinleşmiş mahkeme hükmü varsa tamam da, o vakte kadar “zanlı”...

Adam elinde tabanca ile karşısındaki kişiye ateş etti diyelim. Öteki de yere düştü, öldü. Yine zanlı… Biz öyle zannediyoruz.

Elinde tabanca olan kişi belki sadece korkutmak istedi ve boş silahı karşısındakine doğrulttu; tam o sırada karşı binanın üst katlarından birinden uzun namlulu ve dürbünlü silahla başka biri ateş etti.

Olur mu olur.

Bir adım daha ileri gidelim varsayarken…

Tabanca ile değil de bıçakla saldırmış olsun. Tam kalbinden bıçak darbesi alan kişi yere düşse, biz yine diğerine “katil” diyemiyoruz.

Karşı binanın bilmem kaçıncı katından başka birinin uzun bir kılıçla saldırma ihtimâli olduğundan değil; yine kesinleşmiş mahkeme kararı olmadığı için…

Cinayet işlemenin verdiği şokla adam, “Katil oldum, katil oldum” diye bağırmaya başlasa bile durum değişmiyor. Kanun böyle. Zanlı aşağı, zanlı yukarı…

Arkadaş, sen kendini katil zannediyorsun ama hâlihazırda sadece zanlısın. Daha mahkemeniz görülmedi. Polis gelecek, yazıp çizecek, seni alıp götürecek. Savcı iddianame hazırlayacak. Burada olayı gören bizi de şâhit yazacaklar. Mahkemede hâkimler karar verecek. “Evet, bu kişi katildir” derlerse, ne âlâ! Ancak yine de kesinleşmiş olmayacak. Seni savunan avukat üst mahkemeye, temyize gönderecek. Oradan da aynı yönde karar gelirse, işte o andan itibaren katil sayılacaksın. Şimdilik zanlısın. Bunu beğenmediysen, “sanık” da diyebiliriz. Yani sen kendini katil sanıyorsun. İstediğin kadar san, istediğin kadar zannet; hep aynı kapıya çıkar.

*

Şimdi seçimle ilgili gündeme geleceğiz.

Muhalefet henüz kimi aday göstereceğine karar vermedi. Daha isabetli söyleyelim, veremedi!

Talibi çok olduğu için, satranç tahtasındaki gibi çekişmelere şâhit oluyoruz.

Bizim işimiz de hep şâhit olmak, gözlemek, izlemek.

Karşılıklı oyunlar, manevralar, açıklamalar tam gaz devam ediyor.

“İttifak içinde olmak, her şeyi aynı düşünmek anlamına gelmez. Ayrı partileriz neticede. Aksi hâlde tek parti çatısı altında birleşirdik…”

Diyorlar. Derler. Yalan değil, yanlış değil. Desinler.

Her lider, kendi kafasındaki plânın işlemesi için gayret ediyor.

Dikkatle bakınız, bu arada Kemal Bey de lider oldu. Daha düne kadar sadece genel başkandı.

Ne zaman ki kafasını ve gönlünü birleştirdi de ana muhalefet partisinin başındaki kişi olarak cumhurbaşkanlığı için aday olmayı uygun gördü, işte ondan sonra liderliğe hak kazanmıştır!

Tabiî, bu birleştirme kendiliğinden olmadı.

Çok uzaklardan, okyanuslar ötesinden atılan işaret fişeğini gördü de öyle karar verdi.

“Erdoğan’ı indirmek için muhalefeti destekleyeceğiz” diyordu o fişek.

Böylece Kemal Bey gaza geldi.

Bundan âlâ fırsat mı olur?! Muhalefetin en büyüğü kim? Erdoğan emekliye sevk edilecekse, yerine niye üçüncü veya dördüncü partinin adamı veya bir belediye başkanı veya veya henüz ismini hiç kimsenin bilmediği biri geçsin?

Oraya en çok lâyık olan, bugüne kadar girdiği bütün seçimlerden yenik çıkmış olsa da muhalefetin lideridir. İttifak için gece gündüz çırpınandır.

Hemen kolları sıvadı ve harekete geçti.

Belediye başkanlığını basamak olarak gören ve en tepedeki koltuğa göz dikenleri bir cümle ile kenara çekiverdi.

Söylemini yumuşattı. “Ben şunu şöyle yaparım, bunu böyle yapacağım” demeye başladı. Mutfaktan yemek videoları çekti.

Suriyeli sığınmacıları davul zurnayla gönderecek. Esat ile anlaşacak. İş adamlarından rica edecek, onlar hemen “Tamam” deyip Suriye’ye fabrikalar kuracaklar…

Şehirler, kasabalar düzene kavuşacak. Suriye gül bahçesine dönecek.

İş adamları ve iş kadınları doğu ve güneydoğuya bile fabrika kurmaya yanaşmıyor olabilirler. Bizimkinin ikna kabiliyeti yüksek. Konuşur, eder…

Yurt meselesi varmış. Çocukcağızlar parkta bank üstünde yaşıyorlarmış. Hiçbirinin yurt başvurusu olmasa da bu teferruat. “Yeni bir Gezi çıkarmak gibi bir niyet varmış” diye konuşanlar, Gezi’nin gerekli ve şapşart olduğunu bilmeyen iktidar mensupları.

Bir sene içinde yurt meselesini de çözecek Kemal Bey. Ne var ki bu işte? Basit. Çok basit.

Erdoğan istediği kadar konuşsun, bizdeki yurt ve yatak kapasitesinin en tepede olduğunu açıklasın.

Millet ona mı inanacak, bankta yatan gençlere mi?

Şu gençlerin gözünü sevmesin mi Kemal Bey?

Böyle böyle her konuda plân program taslağına sahip olduğunu gösterse ve seçmenleri ikna etse, Çankaya çantada keklik!

Cumhurbaşkanlığını kazanmak elbette ha deyince olmaz. Olsaydı, kaç defa “Ha” derdi. Ama böyle diyaframdan, sevecen bir tonda konuşunca, kaşları da hafif kaldırıp elini aşağı yukarı, sağa sola sallayınca millet inanır. Niye inanmasın?

Fakat çoğu inanmıyor, inanır mısınız?

İşte bu yüzden İyi Parti’ye, kötü partiye ihtiyaç var.

Onlar olmasa, iktidara gelmeyi ancak rüyada görebilir.

Adı Cumhuriyet Halk Partisi ama halkın en fazla dörtte biri oy veriyor. Yeni sistemde yüzde 25 ile iktidarı almak mümkün değil. İki katı bile yetmiyor, fazladan bir oy gerek.

Yoksa niye diğer partilerin ve liderlerinin nazını çeksin?

İyi Parti, kötü parti dedik… İyi ne kadar iyi, kötü ne kadar kötü?

Bize göre, CHP ne kadar halk partisi ise, iyi de o kadar iyi. (Aritmetik ifadeyle, en çok dörtte bir. Kestirmesi: Çeyrek.)

Kötüye gelince, alabildiğine… Üst sınır neyse, o kadar.

*

Kandil’deki terör başları, “Ülkeyi HDP yönetmeli” diyor. Açıkça söylediler. Kendilerince makul olduğunu kabul etmek gerekir. Kırk yıldır boşuna mı terör yapıyor, ayılar, kurtlar ve çakallarla beraber dağlarda yaşıyorlar? Bir hedefleri olmalı. Var zaten. Onu da dile getirdiler.

PKK’nın Meclis’teki partisi HDP ne zamandır yerinde zıplayıp “Bizi yok saymayın” diye bağırıyor.

Çantada keklik olmadıklarını kaç defa açıkladılar.

“Hem bizim desteğimize mecbursunuz, hem de bir arada görünmekten kaçıyorsunuz” diye ne kadar itirazda bulundular.

Sanki kendilerinin seçimde başka birine (Erdoğan’a) oy verme ihtimâlleri varmış da nazlanıyorlarmış gibi.

İttifaktaki CHP ve İyi Parti ne kadar HDP’ye muhtaçsa, HDP de onlara o kadar mecbur.

Karşılıklı “Ben sana mecburum, bilemezsin” diye Attila İlhan şiiri okusalar, yanlış olur. İki taraf da o mecburiyetin farkında. İki taraf da gayet iyi biliyor. Dolayısıyla daha ilk mısrada hata dile getirilmiş olur.

Kemal Bey, Kürt sorununu HDP ile Meclis’te çözecekmiş. Meşru organ HDP imiş.

Kürt sorunu diye bir şey yok. Terör sorunu var. PKK sorunu var. Yaklaşık kırk yıldır...

“Kürt sorunu dediğiniz nedir, Sayın Kemal Bey lütfen sayın” diye rica ediyoruz, makul ve mantıklı bir cevap gelmiyor.

“İslâm’ın şartı kaç?” dendiğinde “Beş” diye cevap veren küçük çocuk vardı, belki rastlamışsınızdır. “Say bakalım” deyince, şöyle sayıyordu: “Bir, iki, üç, dört, beş.”

Şimdi Kemal Bey de bu şekilde sayabilir maddeleri ama içini nasıl dolduracak?

Hiç zahmet buyurmasın. HDP ve PKK doldurur.

Onlar şöyle sıralıyor:

1. Ana dilde eğitim.

2. Anayasa’nın ilk dört maddesinin ve ona bağlı olarak bazı kanun maddelerinin değişmesi.

3. Ülkenin eyaletlere bölünmesi ve 25 parçaya ayrılması.

4. Yerel yönetimlerde özerklik.

5. Son kertede ayrı bir devlet kurmak.

Al sana beş madde! İmralı’dakinin salınmasını söylemek bile gereksiz. O kesin zaten!

Ayrı devlet konusunu ilk etapta dile getirmeseler de esas mesele bu. En büyük arzu!

Diğer maddeler tamamen hazırlık niteliğinde.

“Atatürk’ün kurduğu parti” diye övünürken, bu maddelerin hangisine “Evet” diyebilir CHP yönetimi?

“Bir: Hayır… İki: Hayır…” diye beşinciye kadar gider.

Eee? Geriye kalan ne? Bir çay içip kalkarlar en fazla.

Neyi çözeceksin Kemal Bey?

Bari ayrılırken biri diğerine saatin kaç olduğunu söylesin.

*

HDP hiçbir gün PKK ile arasına mesafe koymadı. Bir defa bile aksi açıklama yapan çıkmadı. Tam tersine, hep bir arada olduklarını söylediler.

Sırtlarını dayadıklarını, Öcalan’ın heykelini dikeceklerini yüksek sesle bağırdılar.

“PKK sizi tükürüğüyle boğar” diye gırtlak yırttılar. Kazandıkları belediyelerin imkânlarını dağdakiler için sarf ettiler. Teröristlerin cenazelerinde başköşedeydiler. Arabalarıyla silah taşıdılar, yardım götürdüler…

Baştaki konuya dönelim.

Adamlar, “Biz PKK ile biriz, aynıyız. Biz o eylemlerin ortağıyız. Katiliz” diye çırpınıyorlar. Bizim aklı evveller itiraz ediyorlar:

“Durun, hakkınızda mahkeme kararı yok. Kapatma dâvâsı sürüyor. Siz istediğiniz kadar ‘Biz katiliz’ deyin, henüz öyle bir karar çıkmadı. Siz kanunlara uygun, meşru bir partisiniz. Biz sizi temiz görüyoruz.”

Yarın mahkeme kararını verse ve “Evet, tam da öylesiniz!” deyip kapatsa veya başka türlü ceza verse… Ne olacak?

Bizim uyanıklar, “Aaa, bunlar hakikaten teröristmiş yahu!” mu diyecekler?

Sözün kısası, kanuna tam uyunca da bazen çok tuhaf durumlar yaşıyor insan milleti.

Geçerli kanunlara göre, kapatılmayı bugüne kadar en az bin defa hak ettiler. Hâlâ aynı kafadalar. Bir tek “Kapatın bizi” diye dilekçe vermedikleri kaldı.

Fakat o kanunlar uygulanmadı. “Âdeta” değil, “apaçık” yok sayıldı! Ya kanunlar, ya işlenen suçlar… Yahut hepsi!