A’yân-ı sâbite olarak “Musavvir”

Birkaç temel parçacık ve madde ile hacimsel olarak farklı atomlar oluşturulurken, düzlemlerin dizilmesiyle de sınırsız şekillerin oluşturulması Hâlik, Bâri ve Musavvir isimlerinin aynı konuda ve iç içe mânâlar dizisinde yer almasına müşahhas delillerdir.

NESNE, bitki, canlı ve insanlar şekil, renk, hareket ve iç donanımları açısından çevreye uyumlu hâldedir ve bu özelliklere sahiptirler. Mekân değişikliği olduğunda da kısa ve uzun vadede yeni yere uyum sağlarlar. Bu uyum, aslı korumayı beraberinde taşır. Nesne, bitki, canlıların ve insanların uyumlarında düzen esas olup, insan iradesini kullanma noktasında diğerlerinden farklılık gösterir.

Bitkilerdeki düzen ve uyum “tarım bilimlerinin”, canlılardaki uyum ise “zoolojinin” ilgi alanına girerken, nesnelerdeki düzense “fen bilimlerinin” odaklandığı noktadır. İnsanların uyumu ise “sağlık” alanına girer. Bunlar arasında en detaylı ve karmaşık yapı, gerek bedensel, gerek ruhsal, gerekse fikrî açıdan insanın tabiatıdır.

İnsanın madde, beden ve canlılık özelliği diğerlerine göre daha detaylıdır. İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli özelliklerin başında akıl, fikir ve irade sahibi olması gibi nitelikler gelir. Canlıların kodlanmış iç potansiyeline karşın insanın her daim gelişmeye müsait akıl ve iradesi ile öne çıkar. 

En geniş anlamıyla akıl, maddî bedenden sıyrılarak şekilleri kavram hâline getirip bunlar arasında ilişki kuran, varlığın gerçek anlamını/hakikatini kavrayan, maddî olmayıp maddeye tesir eden ve kıyas yapabilme gücü şeklindedir ve bu durum dikkat çekicidir. Bu minvalde idrak, aklın kılavuzu hükmündedir. İnsanın idrak güçleri ve şekillenişleri, maddeden soyutlayarak veri sunan bir yapıda düşünmeyi öne çıkarır.

Ahlâkî, estetik ve siyâsî değerlerin belirlenmesinde akıl, önemli bir fonksiyona sahiptir. Eserler ustalarını işaret ettiği için, estetik görünümde eserden müessire gidilen en geniş yola çıkılır. Bu durum doğru kararı, doğru fiiliyatı ve bir nakkaşa ulaşmanın en kestirme yolunu ortaya koyar. Bu yolda bütün bilim, ilim, irfan, irade ve hakikatin basamakları insana eşlik eder. Bu yolda yapılacak bir işin bütün ayrıntıları tutunacak birer dal olarak aklın önünde durur. Yapılacak bir iş, eylem, fiil veya eserin bütün ayrıntılarını insanın tamamen bir anda bilmesi zor görünebilir. Ancak akıl ve akılların birlikte bütün ayrıntıları ortaya koyup bir plân ve proje şeklinde sunulması gerekir.  

Bütün dünya bilir ki, güzel eserler güzel projelerin sonucunda ve güzel ustaların ellerinde ortaya çıkar. İnsan başını kaldırıp evrenin bütün derinliklerine baktığında bir tane kusur göremez. Akla takılı kalan bir durum sadece daha büyük bir yanlışın önünü kapatmak ve daha iyi/güzel bir işe mihmandarlık yapmak için geçiş kapısıdır. Evrende atomdan galaksilere kadar büyük bir eserin varlığındaki mükemmelliği görmemek, ustasını düşünmeye gerek olmadığını ifade etmek, Cehennem çukurlarına giden bir aklın hâlidir.

Gerçek anlamda evrende atomdan galaksilere kadar her şeyin bir intizam içinde olması bilinçli bir aklın ve nakkaşın göstergesidir. Her şeyin bir ölçü ve nizamda oluşu, var olmanın gerekçelerinden biridir. Aksi durumda nizam ve intizamdan bahsetmenin mümkün olmadığını söyleyecek bir varlık düzeni de olmayacağı için bu tür sorularla muhatap olunacak varlık ve canlıların olması da mümkün değildir.


Estetiğin zirvesini yaşayan evren/kâinat, her şeyin bütün ayrıntı, plân ve nihaî noktasının düşünüldüğünü gösterir. Evrende hiçbir şey beklenenin dışında gelişmiyor. Her bir yok oluş yeni bir var oluşa beşiklik ediyor. Her bir var oluş bir ürün, meyve ve neticeye gidiyor. 


Kök ile gök arasındaki sanatı tasvir etmek

Yamaca dikilen fidan yer çekimine inat gökyüzünü delerek semaya açar filizlerini. Kökler nerede olursa olsun göklere uzanır eller. Yükselmek ve yücelere erişmek varlıkların özünde vardır. Öz, sözden neşet ettiğinde bir estetiğe bürünmek için yola çıkmıştır.

Estetiğin zirvesini yaşayan evren/kâinat, her şeyin bütün ayrıntı, plân ve nihaî noktasının düşünüldüğünü gösterir. Evrende hiçbir şey beklenenin dışında gelişmiyor. Her bir yok oluş yeni bir var oluşa beşiklik ediyor. Her bir var oluş bir ürün, meyve ve neticeye gidiyor. 

Evrenin atomdan galaksilere kadar her bir nesnesi büyük bir düzlemi oluşturur. Burada büyük bir plân işliyor. Var oluşlar ve yok oluşlar bu düzlemde sahneye alınıyor. Bu düzlem, aynı zamanda var ve yok oluşların bir anlam ifade eden projelerin sergiye çıkarıldığı yerdir. Bu öyle bir projelendirme yeri ki, fizik evren olarak bilinen bu yer metafizik plânın uygulama yeri olduğu gibi, yeni yaratılışların bütün ayrıntılarının da eylemde olduğu bir projedir. Böyle bir projelendirmenin bütün ayrıntılarının derk edilişine müsemma sadece bir Hâlik olabilir.

Bu düzlemde Hâlik, hem metafizik evren, hem de fizik evreni (şahadet âlemi) kapsar. Oranlamak ve ölçümlemek anlamlarına da gelen Hâlik, yegâne gerçek Yaratıcıyı gösterir. Göklerin ve yerin beyanı kutsal metinlerde ifade edilirken, insan merkeze alınmaktadır. İnsanın değerli ve merkezde olduğu, göklerin ve yerin arasına yerleştirilmesinden görülür. Böyle bir Hâlik, en güzel şekil veren olarak peyda oluyor. 

Hâlik böyle bir düzlemde geleceğe ait bir plânın yani fizik evrenden sonraki metafizik evrene geçişin de güzergâhında görünüyor. Diğer bir ifadeyle, yokluktan varlık alanına çıkarma ve varlık alanından da yokluk düzlemine çıkarma olarak düşünülebilir bu. Buradaki yokluk, mutlak mânâda olmama durumu değildir. Fiilen meydana gelmemiş ancak gelmesi plânlanmış hâl olarak anlaşılmalıdır. 

Evrenin durumu Hâlik tarafından sürekli müdahaleyi gerektirdiği için, daimî ve mükemmel şekilde yaratmanın Alîm makamında tezahürü yansır bu zemine. Böyle bir durum, fiilin gerçekleşme durumunda aşikâr olduğundan, yegâne gerçek Yaratıcının Bâri makamında inkişafını gösterir. 

“Bir şeyin bütün ayrıntılarını bilmek” anlamındaki Hâlik, proje formatından şekil verenlerin en güzeli şeklinde görünmesi sürecinde her bir nesne ve varlığın kendisine has özelliği işin içine girdiğinde Bâri makamından “Musavvir” makamına geçer. Böyle bir geçiş sürecinde esneklik katsayısı yüksek bir şekilde nesne ve maddenin nihaî hedefinde yerini alacak verileri dizer. Dizilişte nesnenin hem dış, hem de iç âlemi yeni bir konuşlanma ile veriler, varlıklarını nesnenin varlıklarında fani olacak şekilde sıradanlaştırırlar. Genelde kendine has şekil ve özellik olan Musavvir, sûret şeklinde anlaşılmıştır. Bu dış âlem için doğrudur ancak iç âlem için de benzer kavramı yorumlamak gerekir. 

Dış âlem aslında kabuk olanın iç âlemde öz şeklinde yorumlanması yanlış olmaz. Dış âlem sûret şeklinde tasavvur edilirken, düzlemsel yani iki boyutlu olma eğilimindedir. İç âlem ise en azından üç boyutlu ve bir hayat belirtisi şeklinde nizama işaret eder. 

Hayatın düşük yerlerinde âlemler bir iz şeklinde varlık gösterirken, sûrete dönüştüğünde düz veya kavisli olarak iki boyuta yükselir. Nokta şeklinde düşünülen iç âlem aslında üç boyutlu ve varlığını devam ettirmesi açısından on bir boyuta kadar genişleyebilir. On bir boyut tam olarak insan bedeninde tezahür eder. Her bir boyuttan çoklu boyutlara geçerken Hâlik, Bâri ve Musavvir makamları kat edilir. Bu süreçte her an ve her varlık, yokluk ve varlık oluşlarını yaşar. Böyle bir aşamanın her oluşuyla zaman ve mekân kavramını ortadan kaldıracak derecede süratli ve örneksiz yaratma evresine geçerek ibdâ basamağına, oradan da en güzel Bedî konumuna ve geliştirmenin inşâ düzlemine geçilir. Bu geçişlerin hepsi, her şeye her an müdâhil olan Yüce Bir Yaratıcıya nispet edilmiştir. 

İç âlemler eski çağlarda nokta şeklinde tasavvur edilip bir iz gibi düşünülürken, madde açısından küçük âlemlerin hacimli varlıklar olduğu artık şüpheden vârestedir. Bu nedenle iç âlemlerin “a’yân” şeklinde anlamlandırılması ve idrak edilmesi kaçınılmaz bir gerçektir. Bu tür atom altı âlemler “a’yân-ı sâbite” olup “yoklar ve varlar” âleminin tamamını da kapsar. 

Eski zamanlarda a’yân-ı sâbite -sadece bir fotoğrafı gösterse de-, asrımızda her an ve her şeye müdâhil olan Musavvir bir hakikati gösterdiğinden, görünenin/varlığın ve görünmeyenin/yokluğun tamamını kapsayan yüce bir hakikatin idrak ölçüsüdür. A’yân-ı sâbitenin duyular ve akılla idrak edilen iki formu, aslında bir hakikatin her yönüyle görülmesi gerektiğini gösterdiğinden, varlıklarını yokluklarına tercih eden her yaratılmışın esasına işaret eder. Bu işaret yediden yetmişe her insanın eşyanın mahiyetine dair düşünme, akıl erdirme ve kafa yorma işleminin birlikteliğini gösterir. Eşya karşısında bütün insanlık bir muhataplığa zorunlu kılınmıştır: Eşya perdesinin arkasındaki hakikati görme gerçeği…  




Gerçek anlamda hikmet açısından Hâlik Bâri’ye, Bâri de Musavvir geçiş sürecine işaret etse de, neticede mutlak bir hakikatte üçü de birdir. İnsanların eşyanın mahiyetini mozaiklere ayırarak parça parça anlamaya çalışmaları anlaşılır bir şeydir. Ancak en nihayetinde bireylerin göklerin ve yerin arasında kalan en önemli muhatap olması akıllardan çıkarılmamalıdır.  

Maddî nesnelerin dış duyularla anlaşılmasının yanında bilgi ve birikime sahip kimselerce iç duyularla anlaşılması, bir bütüne farklı yerlerden bakmak gibidir. Bu nedenle eşya ve nesnelerin hakikati tek ve eşsiz bir Yüce Yaratıcıya nispet edilmesi en geniş kapsayıcı görüştür. Musavvir olan nesne, eşya ve insanı dilediği sûrette terkip etse de özde birdir. 

Özde bir olan Hâlik, Bâri ve Musavvir isimlerinin Haşr Sûresi’nin son ayetinde, aynı konuda ve iç içe mânâlar dizininde yer alması manidardır. Çünkü Hâlik mahlûkun var olması, zaman ve alabileceği şekilleri; Bâri maddî açıdan şekil/hacim; nihayette ise fizikî ve ruhî portrenin Musavvir ile eyleme geçtiğinin mevcudiyeti şahittir ki, en donanımlı canlı olarak insanın eşref-i mahlûkat sıfatıyla varlık âlemine gönderilmesi, bir lütuf olarak imtiyazlı olduğunu gösterir. Bu noktada ondan sorumluluk, irade ve duyarlılık beklenmektedir. 

Aynı tür maddeler bir düzlemde en sıkı ve birine altı tanesi temas edecek şekilde konuşlanırken, üç boyutta on iki tanesi bir tanesine temas edecek biçimde konuşlanır. En sıkı bu şekilde olabilirken, esneklik ortaya çıkarsa, hacim açısından on dört farklı şekillenme de gösterir. Parçacık sayısı artıkça hacim açısından çeşitlilik artar. 

Günümüzde evrende bilinen maddelerin yapıtaşları elektron, proton ve nötron gibi gruplara ayrılarak, sınırsız sayıda yeni madde bunlardan teşkil edilmektedir. Hacimsel olarak hidrojen, helyum, lityum ve berilyum gibi element ve bileşiklerde sayısız şekillenim inşâ edilmektedir. Yine günümüz bilim ve teknoloji dünyasında, düzlemde yapılan sınırlı sayıdaki şekiller, atom katmanlarının üst üste dizilmesiyle sınırsız sayıda yeni tür şekillenişlere kapı aralamıştır. Dememiz odur ki, birkaç temel parçacık ve madde ile hacimsel olarak farklı atomlar oluşturulurken, düzlemlerin dizilmesiyle de sınırsız şekillerin oluşturulması Hâlik, Bâri ve Musavvir isimlerinin aynı konuda ve iç içe mânâlar dizisinde yer almasına müşahhas delillerdir. 

Bu tür örnekleri çoğaltmak mümkündür. Ancak esas olan, bir ismin bittiği ve genişlediği yerde başka bir ismin yer alıp neticede Yüce Bir Yaratıcıya nispet edildiğinin görülmesi insanların omuzlarındadır.

“Musavvir” ismi, Bâri ve Hâlik isimleriyle birlikte bir süreci tamamladığında özde birliği işaret ederken, canlılığın devamı esas olduğunda da “Hayy” ismi açık olur. Bu ölçekte “Muhyî” ismi ise şekillenişin canlılık ile devamında var-yok oluş ve yok-var oluş dengesinde her an her şeye müdâhelenin mükemmel bir sûretteki varlığını gösterir.