İLKELERİN şairi, inanç
şairi, ideallerin şairi… Urallardan gelen yiğit… Yok, hayır! Urallardan gelen
şair... Z’den başlayıp tüm alfabeyi, alfabeleri yırtıp atmış, aşmış adamdır o. Vaktin
surlarında gezen bir fikir ve şiir alpereni… Hatta denemenin ve şiirin
Malkoçoğlu’su…
Duruşu,
yürüyüşü, endamı, diksiyonu, jest mimikleri, atkuyruğu saçları, giyimi ile
safariye çıkan ince/zarif/naif şiir avcısını hatırlatmıştır her görüşümde bana
A. Ali Ural.
İmgelerin
sultanı bir şair A. Ali Ural. Heybesinde imgelerle dolaşıyor her dem.
“Ne
tarakta kalan saçlar, ne yastıkta kalan uykun; birazdan güneş kapına dayanacak;
göğü denize yapıştır/ denizi göğe kaldır; servi köklerinde bir karabatak/
daldığı yer ölüm çıktığı yer aşk; bataklıklar kurutan bu köklü susuzluğun/
bekliyor sahibini içi boş bir çerçeve/ öyle harsız dolunay siyah damında göğün/
vaktin surlarında gezen o iki ibre; teyemmüm ederken girsen toprağa/ safariden
dönüyor ölüm çerçevecisi…”
Ve
şu şiirinde olduğu gibi:
“Dört
mevsimden biri eksik duvarda/ biri eksik, matem var. haydi giyinin/ yüzüstü
yatıyor kış resmi parkta…”
Hemzemin
geçitte bize öyle bir resim çizer ki Picasso tabloları ile yarışır âdeta:
“Hem
biliyor makasçılar nerden kesilir/ trenler: kara üzüm salkımları/ bu asmalar
buhar gibi yükselip zeminden…”
“Kuduz Aşısı” adlı şiir kitabı, onun dünyaya bakışını ipuçlarını verir aslında şairliği kadar. Dünya oyalamacadan ibarettir elbette. Bir yanıyla da kuduzdur aslında. İnsanı, kalbi, çevreyi, hayatı, dünyayı saran kuduzlara karşı bir aşıdır onun şiiri, şiirleri.
“İlan” şiiriyle
muhayyel bir ölüm ilanından yola çıkarak ölümsüz ve muhteşem bir şiir
gerdanlığı armağan etmiştir bizlere:
“Tam
sayfaya dokuz sütun bir boru gibi kıvırıp arasından/ üfleyelim, sesimiz soğusun
kuyusunda zincirli/ gitsin gelen her şey gibi gitsin o karanlığa (…) şirketimizin
kurucusu ve onursal başkanı/ sanayici ve tüccar iş adamı/ köpeklere taş
çıkartacak kadar yardımsever/ yeri doldurulamayacak kadar gürbüz/ mümtaz insan,
değerli büyüğümüz;/ falanın oğlu filan, falan ve feşmekanın ağabeyleri/ abcd ve
e’nin dayıları, fghı ve j’nin enişteleri/ klmn ve o’nun kayınpederleri, prsş ve
t’nin dedeleri/ uüvy ve z’nin değerli babaları/ ve çengelli ç’nin hayat
arkadaşı…/ rahmetli ne kadar da severdi mozart’ı/ ne kadar da/ daat da da daat/
da da da da daat/ patron öldü ey okur ayağa kalk/ avluda buluşacak bütün alfabe/
a’dan z’ye güneş gözlükleriyle/ zincirlikuyunun karanlığını/ bir ebe gibi
doğurtacak…”
Şiirlerindeki
derinden derine rayihası duyulan sempatik bir ironiye/tebessüme de dikkatinizi
çekmek isterim.
“Yemek
Yiyen Garsonlar” şiirinde,
hepimizin aşina olduğu ama hiçbir gün fark etmediğimiz bir hazin resim tablosu
anlatacaktır kelimelerin peşine düşürerek bize: “Yemek yiyen garsonlara bak
dünyanın dibinde/ hırsızlık yapar gibi lokmaları kaçırıyorlar/ günah işler gibi
çiğniyorlar ekmeği/ gözleri hâlâ havaya uzanan elde/ bir parmak şıkırtısı
kolluyor üzengileri…”
Dünya
bir deniz, hayat bir dalga, ellerinde pusulalarla dalgalar arasında boğuşanlar
da insanlar onun nezdinde. Veznedar’ında üç dizesiyle şöyle özetlemiştir
parayı: “Ne kadar çok yüz var bu kağıtlarda asık/ ne kadar çok ses var bu
sokaklarda kısık/ ne kadar çok kapı, yoruldu çıkmaktan…”
Kötülüğe,
kötülere savaş açmış, kötüden ve kötülerden bin fersah kaçan, uzaklaşan,
çırpınan, kötülükler müntehiri şairimizdir o bizim. Siyasetçilere
yahut güce, makâma perestiş eden bürokratlara söylüyor belki de şu iki
dizesini: “At ruhlu adamlar dolaşıyor meydanlarında sirkin/
birbirlerini görüyorlar görmüyorlar gömüyorlar...”
O
bir ideal şairi! Bütün dizelerinin, bütün cümlelerinin, bütün kitaplarının
ruhuna sinmiş olan bu ruh, şu dizelerinde de açıkça görülmektedir elbette: “Seni
böyle anmak isterdim-‘se’/ ürpererek her başlangıçta/ ‘Bismillahirrahmanirrahim’…”
Fitne
fücurdan, politikadan, popülariteden uzak adamdır. Yalanın, yalanların
ısırdığı adamdır da… Altı üniversitede ders verdiğini, on beş senedir yazarlık
atölyesinde birçok genç yeteneğin önünü açtığını, Şule Yayınları’yla, Karabatak
dergisiyle edebiyatımıza nice güzel katkılarda bulunduğunu pek de bilen yoktur.
Zaten onun da bilinmek derdi…
Her
şair bir dizeden ibaret olacaksa eğer, benim için A. Ali Ural, şu dizeden
ibarettir meselâ: “Seni ele verecek cehennem marka palto.”
Mor ötesi dizelerin şairdir A. Ali Ural. Dizelerin, yazıların, kitapların… Şiirini de, diğer yazılarını da yedi kez yıkayıp yunmadan yazmayan adamdır. Şiirden önceki son çıkışta da ilk ona rastlayacaksınız, şiirden sonraki ilk çıkışta da. “Sahibinden satılık” bin bir dizesi var onun. Sükûnun, sükûnetin şiirini yazdı bir ömür. Sükûnetin ve huzurun…