Nedir Türk olmak?

Türk kimdir? Bu soruyu çok farklı boyutlarıyla cevap vermek mümkün. Ancak son zamanlarda Türk kimliği yerine, yeniden demlenen bir tartışma konusu olarak “Türkiyelilik” kelimesi bir kimlik gibi seslendirilmek istenmektedir. Özellikle yeni anayasa tartışmaları içinde bunu seslendirenlerin amaçlarının ne olduğuna bakınca, geniş yelpazeden bakarak bazı örneklerle karşınızda olmak istedim. Çünkü bu tartışmaların vebali çok ağır olacaktır.

FATİH Sultan Mehmed Han’ın özel bir vecizesiyle başlayalım: “Türk olmak zordur, çünkü dünya ile savaşırsın. Türk olmamak daha da zordur, çünkü Türk ile savaşırsın…”


Bir Türk büyüğü hamaset yapmış olabilir mi? Öyleyse müstesna bir Alman düşünürü olan Wolfgang von Goethe’nin şu ifadesini arz edelim: “Tarihten Türk’ü çıkarırsanız, geriye ‘tarih’ denilen bir şey kalmayacaktır.”


Türk kimdir? Bu soruyu çok farklı boyutlarıyla cevap vermek mümkün. Ancak son zamanlarda Türk kimliği yerine, yeniden demlenen bir tartışma konusu olarak “Türkiyelilik” kelimesi bir kimlik gibi seslendirilmek istenmektedir. Özellikle yeni anayasa tartışmaları içinde bunu seslendirenlerin amaçlarının ne olduğuna bakınca, geniş yelpazeden bakarak bazı örneklerle karşınızda olmak istedim. Çünkü bu tartışmaların vebali çok ağır olacaktır.


Her Türk evlâdının gurur duyduğu “Türk kimliği, Türk milleti” kavramı, neden birilerini rahatsız ediyor ve sürekli gündeme getiriliyor sizce? İsmet Özel şöyle anlatıyor:


“1918 yılında, 1914 yılında başlayan savaş bitti. 1918’de siyâsî ve askerî bir güç olarak İslâm, dünyadan silindi. İbrani-Hıristiyan medeniyet sildi. İstiklâl Harbi, bu kararın geçersizliğini ilân eden bir savaştır. Yani İslâm siyâsî ve askerî güç olarak ortadan kalkmamıştır. Bunu gösterdi İstiklâl Harbi. Aksi takdirde bana İstiklâl Marşı’nı nasıl açıklarsınız?


Diyeceksiniz ki, ‘O hâlde bir kişi, İstiklâl Marşı’nı sansürlemeden okuduğu, benimsediği takdirde Türklüğüne bir kanıt mı getirmiş oluyor?’. Bu doğal değil mi? Türkiye Cumhuriyeti’nde Türkiyelilikten söz edenler bana İstiklâl Marşı’nı açıklasın! 


İstiklâl Marşı niçin böyle? ‘O ezanlar -ki şahadetleri dinin temeli-/ Ebedî, yurdumun üstünde, benim, inlemeli.’ Bizim İstiklâl Marşı’mız bu. Biz İstiklâl Marşı’mızdan vaz mı geçeceğiz? İstiklâl Harbi, İslâm’ın dünyada söyleyecek sözünün tükenmediğini göstermek üzere yapılmıştır. Yoksa yapılmazdı. Ve İstiklâl Marşı da bu marş olmazdı. Bu çok önemli bir şey. Cumhuriyet’in ilânıyla beraber oynanan oyunları hakikat yerine koymayalım…”




Osman Bey’in asıl ismi Ataman’dır. Oğuz’un Kayı boyundan olup aslı nesli Türk’tür. Neden “Osman” denilmiş peki? Devletin manevî kurucusu Şeyh Edebalı, ona devlet kurma nişanı olarak üzerinde Kayı tamgası olan (IYI figürü) kılıcı Türk’ün töresi gereği vermişti. İşte o kılıcı Hazreti Osman’a Kayılardan bir aşiret olan Süreycilerin reisi, aynı zamanda Kâbe’nin de hizmetkârı olan Osman Bin Talha yapmıştır. Üzerine de bağlı bulunduğu Türk boyu Kayı’nın tamgasını vurmuştur.


Köklerden geleceğe Türk


Tarih ve arşivle ilgilenmek, keyifli bir iş. Sizi alıp götürür derinliklerine, dehlizlerine. Ve sonra da geleceğe vizyon kurarsınız. Bu anlamda millet olarak özeliz, nasipliyiz. Tarihimizin bütün derinlikleri bizim için geleceğe biçeceğimiz vizyon için birer ders niteliğinde. Öyle ya, örneğin 1071’den bugüne yürüdüğümüz yollardaki her bir kilometre taşı, geleceğimiz için bir vizyon biçici. Şimdi onlardan birkaçına beraber bakalım…


Hani Süleyman Şah var ya, asıl adı “Gündüz Alp”, Kaya Alp’in oğludur. Ertuğrul Gazi’nin babası, Osman Bey’inse dedesi. Bu arada Osman Bey’in asıl ismi Ataman’dır. Oğuz’un Kayı boyundan olup aslı nesli Türk’tür. Neden “Osman” denilmiş peki? Devletin manevî kurucusu Şeyh Edebalı, ona devlet kurma nişanı olarak üzerinde Kayı tamgası olan (IYI figürü) kılıcı Türk’ün töresi gereği vermişti. İşte o kılıcı Hazreti Osman’a Kayılardan bir aşiret olan Süreycilerin reisi, aynı zamanda Kâbe’nin de hizmetkârı olan Osman Bin Talha yapmıştır. Üzerine de bağlı bulunduğu Türk boyu Kayı’nın tamgasını vurmuştur.


İşte o kılıç yani Osman Bin Talha’nın Hazreti Osman için yaptığı o kılıç, Hazreti Osman’dan Efendimiz Hazreti Muhammed’e, ondan da torunu Hazreti Hüseyin’e tevdi olunmuştu. Bazı rivayetlere göre Hazreti Hüseyin’in eşi Şehribanu, bir Türk prensesiydi. Hazreti Hüseyin, Kerbelâ’da kendisini kurtarmaya gelen Türk süvarilerine bu kılıcı Hazreti Zeynel Abidin ile birlikte Horasan’daki Türk kağanı ve Şehribanu’nun ağabeyi (Hazreti Zeynel Abidin’in de dayısı) olan İstemi Yabgu’ya armağan olarak göndermişti. Bir Türk kağanından Pîr-i Türkistan Hâce Ahmed-i Yesevî’ye geçen bu kutlu kılıç, ondan da talebeleri eliyle emanet edilerek Şeyh Edebalı tarafından Kayı Beyi Ataman’a devlet kurma nişanı olarak emanet edilmiş, Ataman Bey’e de o günden sonra “Osman” denilmişti.


Bakmayınız Ataman’ın Osman olduğuna… Ataman, kanıyla, canıyla ve yaşantısıyla Türk’tür ve kurduğu devlet de Türk töresi üzerine kurulmuştur. Osmanlı Devleti, bir Türk devletidir. “Diriliş: Ertuğrul” adlı dizi filmi seyredip kendisini Ertuğrul Gazi yerine koyan, onun elbisesini giyerek eline aldığı kılıcı televizyonun önünde sallayan Yeni Osmanlıcılara hatırlatayım dedim. Ayrıca üzerinde Kayı tamgası olan o sırlı kılıcı merak ediyorsanız, İstanbul Topkapı Sarayı’nda mevcuttur.


Başka bir detaya geçelim Türk’ü anlatmak için… Hani Orhan Bey’in oğlu ve Kara Osman’ın (Ataman) torunu Birinci Murad var ya, Murad Hüdavendigâr Han, Anadolu Türk Selçuklu Devleti’nin Hassa Ordusu’nu örnek alarak Yeniçeri Ocağı’nı kurdu. Pîr-i Türkistan Hâce Ahmed-i Yesevî’nin yolunun yolbaşçılarından Hacı Bektaş-ı Velî’den el ve icazet alarak yapmıştı bunu. Türklük şuuru ile yetiştirilen Yeniçerilerle dünyaya diz çöktürülmüştü.


Hani gâvurun “Muhteşem” dediği Kanunî Sultan Süleyman’ın, dedesi Fatih gibi adil olduğu için Almanya’daki Nürnberg Adalet Sarayı’na heykeli dikilmişti. Bugün “adalet dağıtıcısı” olduklarını söyleyenlere hatırlatayım dedim…


Ya çağ kapatıp çağ açan, Peygamber övgüsüne mazhar, Türkçe konuşup Türkçe yazan Türk “Fatih Sultan Mehmed”e ne demeli? Zamanın en ileri teknolojisine sahip dehâsı… Bunlar gerçek, senaryo değil. Onlar kimseye boyun eğmediler. Savaştılar. Başka ülkelerin mandası ya da boyunduruğu altına girmediler. Onun bunun kuklası olmadılar. Mektup yazdılar, mektup almadılar. Türklüğü reddedip Osmanlı’nın bozulduğu o çöküş dönemine öykünenlere hatırlatalım…


Gâvur, bu isimlere “Osmanlı” demez, “Türk” der. Gâvurun savaşı bu yüzden hep Türklerle olmuştur. Böyle kaydetmişlerdir. Tarihin hıncını da Türklerden çıkarmaya çalışırlar.


Osmanlı’nın Mehteri vardı. Mehter “Türk milletinden, Türklükten” bahsederdi. “Göktürkler, Uygurlar, Oğuzlar, Peçenekler/ Türk’ün tarihine bin bir zafer ekler” diyor ya meselâ. Ya da “Türk milleti… Türk milleti… Aşk ile sev milliyeti” diyor ya… Başka birinde, “Delmiş Roma’nın kalbini mızrak gibi Hunlar”, “Sen böyle yürürken tuğla sancakla, Türk’ün savaşları geliyor akla” yahut da “Ceddin, deden; neslin, baban/ Hep kahraman Türk milleti” diyor ya… Hepsinde Türk kokuyor, Türklük kokuyor. Zira hem öyle hem böyle olunmaz. Sizinkini bilmem ama bizim atalarımız Türk’tü. Ben babama sormadım, babam da büyük dedesine sormadı “Ben Türk müyüm, değil miyim?” diye. Türk olmak şeref bizim için. Hani biz “Türk” kabul ettiğimiz hâlde kendisini Türk hissetmeyen, “Türk’üm” diyemeyen, Türklüğü “ırkçılık” olarak nitelendiren, Türk insanını Türkiye’de yaşayan 36 etnik gruptan biri sayanlara hatırlatayım dedim…


Dedim ya, hem öyle hem böyle olunmaz. Türk devşirilmez. Devşirmeler bunu böyle bilsin!


Türk’ün eşi benzeri yoktur. Bizim milletimizin zor zaman hâllerine bakarsanız, zannedersiniz ki dünyayı yeniden imar ediyor. Osmanlı bunu iyi biliyordu. Osmanlı’da bu hususa örnek bir Şeyhülislâm fetvası dahi vardır; ordu en fazla 7 yıl boş durur, sonrası caiz değildir. Yani sefer lâzımdır. Yoksa gevşer, kendini ve milleti yer. Bunun bizim mahalledeki muhabbet diliyle ifadesi şudur: Tarih boyunca, hatta Ergenekon Destanı’ndan beridir biz, önce içimizi temizleriz, sonra düşmanla karşılaşırız. Bugünse endişemiz şu olabilir: Millî ve manevî refleksimiz yavaşladı mı?


Zira başkaca bir korkumuz yok. Öyle ya, spiralle tankın üzerine çıkıp kapağını kesmeye çalışan benim vatandaşımdı Vatan Caddesi’nde. Hiç düşündünüz mü o spiralin cereyanı nereden geliyordu? Koskocaman caddenin üzerinde ne arar elektrik? Vatanperver kardeşim dedi ki, “Verdiler elime, kesmeye başladım”. Kafa aynı; meğer servisten dönen bilgisayarcı, arabasındaki güç kaynağına takmış bunu, cereyan oradan gelmiş. Plânlasanız olmaz. İşte biz böyle bir milletiz!


Biz Türk’üz, elhamdülillah. Allah bize İslâm dinini ve Müslümanlığı emanet etti. Hatta Müslümanları dahi emanet etti. Zira biz, âlemin nizamına hadim olmuşuz. Bu her daim sürmüş. Bu nedenle Allah bizi boş ve yalnız bırakmaz, fazla dert etmeye gerek yok. Günü geldiğinde içimizdeki (o hiçbir millette bulunmayan) akıl bizi yönetir ve harekete geçirir, sıkıntı yok. İşte en yakın örneği 15 Temmuz hain darbe girişimi gecesi sokaklara taşan milletimizin tankların önüne yatması, üzerine çıkması, kurşunlara göğsünü siper etmesi değil midir?




Cumhuriyet, Osmanlı’nın kurumları ve kuruluşları ile güncellenmiş devamıdır. Osmanlı Devleti, kuruluşu ve yükselişi ile Türklüğün bugünlere ulaşabilmesinin müsebbibidir; örnek alınmalı, iftihar edilmelidir. Gerileme ve çöküşüyle de gelecekte var olabilmemiz için bize ders verir. Hataların tekrarlanmaması için ibret alınması gereken bir dönemin de sahibidir. Bugün Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın izlediği yol, işte budur.


“Türk milletiyiz, silsilemiz kahraman”


Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 66’ncı maddesi şöyle der: “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.” Bu ifade, Cumhuriyet’in kuruluş felsefesiyle uyumlu, bütün vatandaşları kapsayan bir hukukî üst kimlik tanımıdır. Ancak son yıllarda bu cümle, kimi çevrelerce “etnik bir dışlama” unsuru olarak yorumlanmakta, hatta bu yorumlar üzerinden toplumda “Ben bu devletin bir parçası mıyım?” sorusu yaygınlaştırılmaktadır. Buradaki asıl tehlike şudur: Bu sorular, insanlar tarafından içgüdüsel olarak değil, dış kaynaklı algı yönetimi, ideolojik telkinler ve etnik kimlikleri kaşıyan politik mühendislik faaliyetleriyle zihinlere sokulmaktadır. Yeni zehirlenme kavramı ise “Türkiyelilik kimliği” safsatasıdır. Batı’nın hangi ülkesinde böyle bir kimlik görebilirsiniz?


Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan, KKTC, Türkiye… 7 devlet, tek milletiz. Türkistan, atayurt… Aynı dili konuşan, inancı bir, tarihi bir, kültürü bir 300 milyonluk bir aileyiz biz. Bilge Kağan’ın o muhteşem sözü geliyor aklımıza: “Ey Türk! Üstte mavi gök çökmedikçe, altta yağız yer delinmedikçe, senin ilini ve töreni kim bozabilir?”


İşte Türk Devleti’nin üstüne mavi göğün çökmesine, töresinin bozulmasına fırsat vermeyen Türklük budur!


Özel bir şeref kaynağı


Bu ülkede birtakım aydınlar tarafından “Kürt, Ermeni ve Rum” dendiği zaman demokrat olunurken, “Türk” dendiğinde nedense rahatsız olanlar var. Anayasa değişikliği tartışılırken, yine o birileri tarafından Anayasa’nın değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddelerinden biri olan “Türklük tarifinin” değiştirilmesi neden isteniyor olabilir?Anayasa’da yer alan, “Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür”beyanındaki “Türk’tür” ibaresinin “demokratikleşme” adı altında mutlaka değiştirilmesi ve kaldırılması gerektiğini savunanların amacı Türk milletini etnik parçalara bölmek değil de nedir? Almanya’da “Alman”, Fransa’da “Fransız”, İngiltere’de “İngiliz”, İtalya’da “İtalyan” olunur. Ama Türkiye’de Türk olunmazmış da “Türkiyelilik” olurmuş. “Türkiyeli” diye bir millet adı olur mu, olabilir mi? Yapmayın Allah aşkına!


Açın şu Alman, İngiliz, Fransız anayasalarını da okuyun bakalım kendi milletlerini nasıl tarif ediyorlar. Alman Anayasası’nın “Devletin Ana İlkeleri” başlıklı 20’nci maddesinin 4’üncü fıkrası bakınız ne diyor: “Bu anayasa düzenini ortadan kaldırmak isteyen herkese karşı, başka bir çözümün bulunmaması hâlinde bütün Almanlar direniş hakkına sahiptirler.”


Güçlü bir vurgu ile “Bütün Almanlar” ibaresi ne anlatıyor sizce? Haydi anayasa değiştirilecek, “AB ülkeleri standartlarında bir anayasa istiyoruz” diyorlar, buyurun, Alman Anayasası’nın 20’nci maddesi benzeri bir maddeye yapalım mı? Diyelim ki, “Bu anayasa düzenini ortadan kaldırmak isteyen herkese karşı, başka bir çözümün bulunmaması hâlinde bütün Türkler direniş hakkına sahiptir”. Nasıl olur? Haydi buyurun!


AB’nin en güçlü ülkesinin anayasası böyle yazıyorken, “Türkiyelilik” kavramını Osmanlı üzerine oturtmak isteyenlere çok daha ciddî bir vurgu ile cevap vermek gerektir. İzah edelim…


Her yıl gururla yaşanan bir olaydır; elden, yabancıdan özellikle duyarız kim olduğumuzu anlatan o meşhur hikâyeyi: Belçika’nın Almanya sınırına yakın, Arden dağları bölgesindeki Faymonville köyü, geçmişte ya da bugün tek bir Türk nüfusu olmamasına rağmen “Türk’süz Türk köyü” diye bilinir. Nasıl mı?


Belçika bayraklarının yanında hep şanlı bayrağımızın da dalgalandığı bir köy burası. Her yıl ellerinde ay yıldızlı bayrağımızla “Türk Karnavalı” düzenleyen bir köyde aynı zamanda.Köy halkı, ellerinde Türk bayrakları bulunan süvariler öncülüğünde Türk bandoları ile Mehter Marşı çalarak yürüyor ve coşuyor. Köyün merkezinde, bugün kütüphane olarak kullanılan binanın girişinde, mermer üzerine oyulmuş ay yıldız, binanın içindeyse camlara işlenmiş Türk bayrağı motifleri dikkatleri çekiyor. Yaklaşık 100 haneden oluşan ve bin kişinin yaşadığı Faymonville köyünün her köşesinde bir Türk bayrağı görmek mümkün. Türk bayrağını taşımakla yetinmeyen köylüler, fes gibi aksesuarlar kullanmanın yanında, evlilik sırasında başlık parası dahi isteyerek Türklere daha çok benzemeye çalışıyorlar.


Faymonville’deki tek otel, “Eski Sultan” (Le Vieuks Sultan) adını taşıyor. Köyün futbol takımının ismi de “RFC Turkania” (Genç Türkler Birliği) ve amatör ligde Türk bayraklı logosuyla mücadele ediyor.


Faymonville köyünün “Türk köyü” olarak adlandırılmasının öyküsü şöyle: 16 ve 17’nci yüzyılda, zamanın Kilise yöneticilerinin aldığı karar üzerine Osmanlı’ya karşı başlatılan Haçlı seferlerine destek amacıyla para yardımı istenir. Ancak Faymonville köyü sakinleri bu talebi reddeder ve yardım etmezler. Böyle bir davranış karşısında Kilise yönetimi, Faymonville köyünde yaşayanları Osmanlı ve Türk hayranı olarak tanımlayıp “hainler köyü” diye ilân eder. Köylüler ise bu yakıştırmadan dolayı şeref duyduklarını, “Türk” lakabını seve seve taşıyacaklarını söylerler.


Yaşlı köylüler savaşta neler yaşadıklarını da şöyle anlatıyorlar: “İkinci Dünya Savaşı’nda bu köyü işgal etmeye gelen Naziler köyde Türk bayraklarını görünce, ‘Bu köyde Türkler var, geri çekilin’ diyerek işgal etmekten korktular, biz de göğsümüzü gere gere ‘Biz Türk’üz, burası da Türk toprağı’ dedik…”


Türk’ün kimliğini acaba anlatabildim mi?


Bazıları algı operasyonları ile Osmanlı dönemi vurgusu yapıyor. Osmanlı’da Türklük yokmuş. Haydi oradan! “Osmanlı” diye bir millet yoktur; Osmanlı, Türk tarihinin en parlak, en ihtişamlı devletidir. Bir büyük imparatorluktur. Biz de Osmanlı’nın torunlarıyız.Dilimiz Türkçe. Milletimizin adı Türk. Bayrağımız, ay yıldızlı şanlı bayrak. Dili, irfanı, adaleti ile o kökün balasıyız.


Türkiye Cumhuriyeti olarak Büyük Hun İmparatorluğu, Batı Hun İmparatorluğu, Avrupa Hun İmparatorluğu, Ak Hun İmparatorluğu, Göktürk İmparatorluğu, Avar İmparatorluğu, Hazar İmparatorluğu, Uygur Devleti, Karahanlılar, Gazneliler, Büyük Selçuklu İmparatorluğu, Harezmşahlar, Altınordu Devleti, Büyük Timur İmparatorluğu, Babür İmparatorluğu ve Osmanlı İmparatorluğu gibi büyük Türk devletlerinin mirasını üzerimizde taşıdığımızı bilip “Türk” kimliğini asla tartışmaya açmadan, bütünleştirici olarak korumak, boynumuzun borcudur. Bu yüzden “Türkiyelilik” veya “Türkiyeli milleti” diye bir safsata kabul edilemez. Olursa “millet” olunmaz. Milletsizse devlet olunmaz. 


Peki, kim sokuyor bu sözde soru işaretlerini zihinlere?


Bu söylemler çoğu zaman şu yollarla yaygınlaştırılıyor: ABD ve Avrupa merkezli vakıflar ve STK’lar, Türkiye’nin üniter yapısını hedef alan “çok kimliklilik”, “federal çözüm”, “etnik temsiliyet” gibi kavramları “insan hakları” kisvesiyle desteklemekte, medya ve akademi aracılığıyla yaymaktadır. Bölücü terör örgütleri (PKK, PYD), dış istihbarat servislerinin yönlendirmesiyle “Türk” kimliğine karşı psikolojik harekât yürütmektedir. Bazı sözde aydınlar ve diaspora odakları, sosyal medyada veya yayın organlarında “Türkiyeli”, “Anadolu halkları”, “çok milletli vatandaşlık” gibi kavramlarla anayasal birliği sulandırma gayreti içindedir.


Bu faaliyetlerin nihaî hedefi şudur: Türk milleti kavramını parçalamak, toplumu etnik eksende ayrıştırmak, ortak vatandaşlık bilincini yok ederek Türkiye’yi içeriden zayıflatmak…


Peki, sorunun derinleşme riski ve tehlikeleri var mı? Şöyle ki, bu sinsi girişimlerin devam etmesi hâlinde toplumsal aidiyet duygusu körelir, ortak değerler erozyona uğrar. Bunun yanında kimlik siyasetinin kutuplaştırıcı etkisi, toplumsal barışı tehdit eder, Devlet’e olan güven zedelenir, vatandaşlık bağı çözülür, üniter yapı parçalanabilir, bölgesel talepler artabilir. Ayrıca Devlet’in içinden bir çözülme süreci başlatılmış olur (Yugoslavya’da olduğu gibi).


Peki, çözümü var mı? Elbette. Çözüm, “Türk” kelimesini silmekte değil, doğru tanımlamakta, anlatmakta ve sahiplenmekte yatmaktadır.


Bu anlamda Anayasa’nın 66’ncı maddesine yeni ve güçlü bir gerekçe eklenebilir. Maddenin metni değişmeden, TBMM Anayasa Komisyonu veya Anayasa Mahkemesi tarafından hazırlanacak resmî bir gerekçede şu vurgu açıkça yapılabilir: “Türk kelimesi etnik değil, vatandaşlık bağını esas alan hukukî bir üst kimliktir. Bu tanım Kürt, Laz, Gürcü, Çerkez, Süryani, Boşnak ve daha nice kökeni dışlamaz. Aksine hepsini eşit ve birlikte yaşama iradesiyle kapsar.” Bu gerekçe, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin çok kimlikli ama tek milletli yapısının teminatı olur.


Millî Eğitim Müfredatı revize edilerek vatandaşlık ve demokrasi eğitimi derslerinde “Türk Milleti” kavramının farklı kültürleri içinde barındırdığı, etnik köken farkı gözetmeksizin herkesi kapsadığı ve bireysel farklılıklarla çelişmediği açıkça öğretilmelidir. Böylece genç kuşaklara sağlıklı bir millî bilinç kazandırılır.


TRT ve İletişim Başkanlığı öncülüğünde “Birlikte Türk milletiyiz”, “Alt kimlikler zenginliğimizdir, üst kimliğimiz Türkiye’dir” gibi sloganlarla yürütülecek kamu spotları, belgeseller ve kısa filmler toplumun her kesimine ulaşılabilir.


Alt kimliklerin kültürel hakları açıkça korunabilir, Anayasa ve yasalarla anadilde yayın, kültürel etkinlik düzenleme ve dil kursları açma gibi haklar güvence altına alınabilir. Ancak bu haklar resmî vatandaşlık ve devlet dilinin birliğine zarar vermeyecek şekilde düzenlenebilir. Bu süreçte Devlet ayrıca, dış destekli STK’lar, medya organları ve akademik projeler üzerinden yürütülen bölücü faaliyetleri tespit edip etkisizleştirmelidir. Bu faaliyetlerin fikir özgürlüğü adı altında millî güvenliği hedef almasına müsaade edilmemelidir. Zira “Türk Milleti” kavramı, etnik bir daralma değil, bin yıllık bir kader birliğinin adıdır. Bu adı yaşatmak, hepimizin ortak sorumluluğudur.


Sevgili dostlar, tarihten asırlar geçti, coğrafyalar alındı/ kaybedildi, devletler kuruldu/ yıkıldı, âlimler yetişti, layihalar/ raporlar yazıldı, hiçbirinde hiçbir etnik konu işlenmedi. Peki, bugün? İşte bu nedenle fitne girişimlerine geçit vermemek gerekir. Çünkü bunlar tabiî şeylerdir ve kendi mecralarında cereyan eder, akıp giderler. Ama “aslî unsur ve diğer” denen iki grup var. İslâm’a inananlar aslî unsur, inanmayanlar diğer yani ikinci sınıf halk. Bir de pek fazla olmadıklarından ve diğerin içinde sayıldıklarından dolayı yabancı ülke vatandaşları var.


Bugün “azınlık” denen şey, eskiden sadece “diğer” denilen “gayrimüslimlerdir”. Ermeniler, Yahudiler, Rumlar, Süryaniler. Bu adlandırmada Türk yoktur, Devlet’in adı vardır; Devlet-i Aliyye… Daha sonra Devlet-i Aliyye-i Osmaniye, Devlet-i Al-i Selçuk vesaire. Devlet’i idare eden, ona adını verirdi. Türk kelimesi yoktu ama Türk vardı. Mete Han’dan beri böyle. Hepsi oymak, boy, aşiret ve cemaatiyle anılırdı. Avşar, Kayı, Oğuz… Aklınıza kim geliyorsa… Bunların hepsi Türk ama bir üst adlandırma olarak “Türk” ismi kullanılmazdı.


Ulus devlet yapısı ortaya çıkınca, Avrupalılar yıktıkları Osmanlı’yı ve ondan ayırdıkları 40-50 devleti ulus yani ırk/ kavim adlarıyla andılar. Sadece bizi değil, sömürdükleri Hindistan gibi Uzak Asya ülkelerini, İran’ı, Kafkasları ve Afrika’yı da böyle ırk gruplarıyla böldüler, sınırlarını çizdiler ve adlandırdılar. Bugün “Türk” kelimesinin Anayasa’ya girmesi veya çıkması konularını tartışmak, ulus devlet yapısını ortaya çıkaran, tatbik eden ve gizliden yöneten küresel güçlerin ve küresel trendin amacına hizmet etmektir. Bugün bu düzen bozulmaktadır.


Kosova, Monako, Malta, Kıbrıs, Arnavutluk, Kuveyt, Katar veya BAE devlet mi Allah aşkına? Türk olsalar ne olur, Arnavut olsalar ne olur, Müslüman olsalar ne olur, olmasalar ne olur? Bu yüzden bize ve bütün âleme sunulanı savunmak veya reddetmek, boşa kürek çekmektir. Bu yapı iliklerimize kadar işlemiş çünkü, hakikatini anlayamayız. Eleştirmek de anlamsız; çünkü miadını doldurdu, ortadan kalkıyor. Sülâlelere ait devlet ve imparatorlukların ortadan kalkması gibi...


Yapmamız gereken nedir?


Bizim örgümüzde iki şey var: Birincisi, çocuk adını kendi alır. İkincisi, çocuğa güzel isim konulması ana-babanın hakkıdır. İsim kolay; devlet adını kendi alır ya, Devletimiz da adını almıştır. Milletimize gelince… 


“Türk’üz”, “Türk değiliz’ diyen mi var? İster gâvur olsun, ister değil, fark etmez, bizim himayemizi kabul eden bizimle yaşar, etmeyen yaşamaz. Selçuklu’nun son zamanındaki beylikleri incelersek, hepsi sülâle devletçiği idi. Aşiret, boy, oymak yapısı ile birbirine bağlı idiler. Adları da öyle. Osmanlı hâkimiyeti kurulunca bir araya geldiler. Bu işin Eflak Boğdan, Yunan, Macar gibi bir sürü etnik ve dinî anlamdaki farklılıkları da vardı. Sadece “Kürt” kelimesine odaklanmamak lâzım. Hâkimiyet bizdeydi, herkes vatandaşımızdı. Kendine ne derse desin, idare eder ve vergisini alırız.


“Şark Meselesi” denen Ermeni, Rum ve Kürt kelimeleri üzerinden Türkleri Anadolu’dan atmak projesi devam etmektedir, edecektir de. Fazlaca Kürt yakıştırmasına aldanmamak lâzım. Kürt, Laz, Boşnak vardır, yok saymadık, saymayız. İsteyen devletini kurmayı hayâl etsin, sıkıntı yok. Biz işimizi yaparız. Geçmişte yüzlerce kez yaptığımız gibi, isyan edene gereğini yaparız. Bu tartışmayı şimdilik kenardan izliyoruz. İçine girmeden… Günü geldiğinde tarih yazılır.


Hele şu AB ve ABD bir yıkılsın… Hele şu İmamoğlu üzerinden son isyan bir bastırılsın… Hele şu İsrail, az kaldı, bir yıkılsın... Bakın o zaman dünyada ne kadar Türk olacak. Bakın o zaman “Türk’e komşu olan Türk’tür” gibi laflarla herkes nasıl “Türk’üm” diyecek. Bu satırları okuduktan sonra oturduğu yerden zıplayanlara sözüm, bu yazılanlar Müslümanlığın alternatifi değildir. İngiliz Müslüman ölünce İngilizlikten istifa mı ediyor ki Türk ve İslâm kelimeleri birbirinin alternatifi olsun. Bugün dünyada Müslümanlığı en iyi, en güçlü şekilde yaşayan ve yaşatan biz Türkleriz. Din ile devlet işlerini karıştırmak doğru değil, devlet Müslüman olmaz. Müslüman insandır. Devlet İslâm’a ve Müslümanlara karışmaz, düşman olmaz; devlet, Allah’ın adını yüceltir. Hiç kimse Osmanlı ile Cumhuriyet’i de karşı karşıya getirip kendine siyâsî rant elde edemez.


Nihal Atsız der ki, “Osmanlı Hanedanı, Türk tarihindeki ailelerin en büyüğü olmuştur”.Tarihî vazifesini şerefiyle yapıp çekilmiştir Osmanlı. Var olan Türkiye Cumhuriyeti’dir, Türk milletidir. Cumhuriyet, Osmanlı’nın kurumları ve kuruluşları ile güncellenmiş devamıdır. Osmanlı Devleti, kuruluşu ve yükselişi ile Türklüğün bugünlere ulaşabilmesinin müsebbibidir; örnek alınmalı, iftihar edilmelidir. Gerileme ve çöküşüyle de gelecekte var olabilmemiz için bize ders verir. Hataların tekrarlanmaması için ibret alınması gereken bir dönemin de sahibidir. Bugün Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın izlediği yol, işte budur.


Yine çok güzel bir söz: “Osmanlı, vakarın kılıçla yazdığı bir destandır. Bir çağ susar; o konuşursa tarih secdeye varır.”


Ben Türk’üm. Hun da, Göktürk de, Selçuklu da, Osmanlı da, Türkiye de benim devletim. Allah’a şükürler olsun ki, böyle onurlu bir milletin güçlü devlet geleneğinin parçasıyım.


Türk olmak


Ali Rıza Saygan, Türk’ü şöyle tarif ediyor:


“Türk olmak Kosova’da, Bosna’da, Batı Trakya’da, Makedonya’da, bilmem kaç asır geçmişte kalan meselelerin hesabını vermektir. Türk olmak Kıbrıs’ta, Hocalı’da, Anadolu’da, Balkanlarda soykırıma uğrayıp, yapmadığı soy kırımla suçlanmaktır. Türk olmak Türkçenin Avrupa’da yasaklanmasıdır.


Türk olmak kendini anlatamamaktır. Anlaşılmamaktır. Türk olmak Avrupa’da hor görülmek, atalarım bir sürü asır önce Viyana’yı kuşattığı için hoş görülmemektir. Türk olmak, Napolyon gibi Viyana’yı yakmadığı için dışlanmaktır. Selanik’te Pontus Anıtı’nın,
Viyana’da çiğnenen Yeniçeri minberinin, Malta’da papazın üzerine bastığı Türk bayrağı heykelinin önünden geçmektir. Türk olmak
zordur, çetindir, eziyettir ve çiledir.


Türk olmak, üç kıtadan dönüp bir küçük yarımadaya sığınmak, Anadolu’da misafir muamelesi görmektir. Sayısız imparatorluk kurmak, sayısız imparatorluğu yerle yeksan etmektir. Türk olmak, arabaya koşulan ilk atın vatanında, ilk yazılı antlaşmanın imzalandığı yurtta, yazının bulunduğu, paranın icat edildiği, her avuç toprağından bereket fışkıran madenlerle bezenmiş bu cennet vatanda kalkınabilmek için yabancı sermaye beklemektir. 


Türk olmak Mostar’da köprü, Kerkük’te kaledir. İstanbul’da Kız Kulesi’dir. Türk olmak, Anadolu’da buğday, Çukurova’da pamuk, Ege’de tütün, Zeybek’tir. Türk olmak Karadeniz’de fındık, Trakya’da ayçiçeğidir. Çanakkale’de ölmektir; şahadet şerbetini yudum yudum içmektir. Türk olmak, cephede önce düşmana su vermek, önce düşmanın yaralısını sırtında, gocunmadan kendi hastanesine götürmektir. Türk olmak, düşmanın ardından rahmet okumak, kanlından helâllik almaktır. Türk olmak Bürücek’te, Pozantı’da, yaylalarda yaylamak, davar gütmek, yayıkta ayran çalkalamaktır.


Türk olmak Isparta’da, Kula’da, Gördes’te nakış nakış, desen desen, renk renk halı, kilim dokumaktır. Türk olmak Yörüklüktür, Türkmenliktir, köylülüktür. Türk olmak onurluluk, büyüklüktür. Türk olmak kuşluk vakti, odaya rahmet dolsun diye cam açmaktır. Kar yağdığında kayak yapmayı değil, garibanları, evsizleri düşünmektir. Türk olmak, fakr u zaruret içerisinde, perişan bir ülkede Siyonistlerin egemenliğini reddetmek, sahiplenecek tek varlığı fakirlik olmak, yedi düvele tahtadan kılıç, ipten üzengi, baş açık ve ayak yalın meydan okumak, düşmanını Ege’de boğmaktır.


Türk olmak, delikanlısını askere davul-zurna ile uğurlamaktır. Vatan görevini yapmayan evlada sütünü haram kılmaktır. Geri dönmeyeceğini bilse de yavrusunu askere salmaktır. Türk olmak,
annenin ‘Oğlum şehit düştü’ diyerek gurur duyması, diğer oğlunu da ‘Kınalı kuzum’ diyerek cepheye yollamasıdır. Türk olmak, babanın gözyaşlarını tutması, tabuta sarılarak ‘Vatan sağ olsun’ demesidir.


Türk olmak, ecdadının yaşadığı kıtlıktan dolayı çayın yanında gelen şekerin fazlasını garsona geri vermek, azığını ziyan etmekten korkmak, göz hakkına ve diş kirasına saygıdır. Türk olmak, evindeki aşı misafirle paylaşmak, kendi yerde yatarken misafirini döşekte yatırmaktır.


Türk olmak, millî maçta ağlamaktır. Ayhan Işık’a, Belgin Doruk’a âşık olmaktır. Yavuklusunu ölesiye sevmektir Türk olmak. Aşkı, vatanı, dini için ölmektir, öldürmektir. Sevdiğinin elini tutmadan kara toprağa girmektir. Aşk şiirlerini yüreğinde hissetmek, eşkıyaya türkü yazmaktır.


Türk olmak, Yunus’u bilmektir. Âşık Veysel’i, Mevlâna’yı, Hacı Bektaş-ı Veli’yi, Hoca Ahmed-i Yesevî’yi sevmek, başlara taç etmektir. Türk olmak, saz çalındığında, ney üflendiğinde, kös dövüldüğünde, kaval çaldığında, yüreğinin derinliklerinde bir sızı hissetmektir. Türk olmak, Yemen türküsüne konu olmak, feleğe küfretmektir. Türk olmak, hayatın sunduklarına ‘Nasip’, vermediklerine ‘Kısmet’ demektir.


Her işin hayırlısına inanmaktır Türk olmak. Türk olmak, ağlamamak için gülmekten çekinmektir. Asya’da Batılı, Avrupa’da Doğulu diye tepki görmektir. ‘Irk’ sözünü bilmeden yaşamaktır Türk olmak.


Türk olmak, yaratılanı Yaratan’dan ötürü sevmek, kutsalları için milyonların bir araya gelmesidir. Türk olmak, tavla oynarken bile kavga ederken, kişilerin kavga etmeden gösteri yapabilmesidir. Türk olmak, ilk olmaktır. En zayıf gününde bile dünyaya meydan okumaktır. En dertli gününde bile ufunetin bir şafakta biteceğine tevekkül etmektir. 


Türk olmak zor iştir, vebali yüktür. Türk olmak, Allah’ı tanımak, Resûle inanmak, Amentü’ye boyun kesmektir. Türk olmak her yağmur damlasına hamdetmek, her çıkan başağa şükretmek, medeniyetler mezarlığında dik durmaktır.”


Biz Türk milletiyiz; Kürt’ü, Laz’ı, Arap’ı, Çerkez’iyle hep beraberiz. Aslını inkâr eden bizden değildir. 




Cumhuriyet, Osmanlı’nın kurumları ve kuruluşları ile güncellenmiş devamıdır. Osmanlı Devleti, kuruluşu ve yükselişi ile Türklüğün bugünlere ulaşabilmesinin müsebbibidir; örnek alınmalı, iftihar edilmelidir. Gerileme ve çöküşüyle de gelecekte var olabilmemiz için bize ders verir. Hataların tekrarlanmaması için ibret alınması gereken bir dönemin de sahibidir. Bugün Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın izlediği yol, işte budur.


Son söz 


Türk milletinin tarihinin eşi benzeri yoktur. Çünkü nice devlet kurup yıkarken, bunlardan sadece 16’sı dahi cihana hükmünü geçirmiş ender güçlerdendir. 17’ncisi de Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir biiznillah. Evvel Allah, son devletimiz de ebede dek bu olacaktır.


Tarihimiz öyle güzel örneklerle doludur ki bunu anlamak ve algılamak için büyük Türk hükümdarı (Büyük Hun İmparatoru) Attila’dan başlayıp bugünlere gelmek gerekir. Doğu Roma’yı keşfeden, Balkanlardan Mora’ya kadar bölgeyi ele geçiren, sonra İstanbul kapılarına kadar dayanan, Bizanslıların vergi vermeyi iki katına çıkarmayı kabul etmesiyle bundan vazgeçen, Batı Roma’ya yürüyünce Papa Üçüncü Leon’un yalvarışı sonrası çok ağır vergilere bağladığı Roma’ya girmekten vazgeçen, Avrupa’da eşi görülmemiş fetihler yapan Atilla… E buradan bakıp da asırlık kanaatlerini kolay kolay yıkmaları mümkün mü?Avrupa kütüphaneleri Türkler hakkında çok yanlış birçok belge ile dolu. Bunlara göre Türkler her türlü medeniyetten mahrumdur. Orta Asya’dan çıkıp Avrupa’ya saldırıp yayılışı medeniyet dünyası için bir belâ, bir afet olmuştur. Kuvvet ve fırsat bulursa yine öyle olacaktır. Fakat Türk milleti ne yazık ki yine her zamanki uyuşukluğuna düşmüştür. İşte bu uyuşukluğu yani üzerindeki ölü toprağını Cumhurbaşkanı Erdoğan üzerinden atmak için büyük bir mücadele ortaya koymaktadır. Bugün Sayın Erdoğan’ın dünyanın konuştuğu üç liderden biri olmasının nedeni de işte budur. Kaldı ki, iftiracı Avrupa’nın yazar ve tarihçileri ile birlikte içimizdeki uzantıları Türk milletine, arada bir büyük bir adam yetiştirmiş olmak şerefini bile verememişler, ama ders almışlardı. Bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın verdiği dersler…


Tarihçi Wells bir eserinde, Türk serdarı Attila’nın Batı Roma’ya vardığı zaman, gösterişli bir kıyafetle karşısına çıkan bir Romalı yöneticiyle kurduğu diyalogda şöyle söylediğine yer verir: “Ben sizin gibi asil bir adam değilim fakat asil bir millettenim.”


Şair-yazar İsmet Özel ile başlamıştık, onunla noktalayalım. Diyor ki, “Türkiye diye bir yerin olabilmesi için Türk’e ihtiyaç var. Yaşadığım, egemen olduğum topraklara, ben Türk’sem, Türkiye denir. ‘Ben Türkiyeliyim, ama Türk değilim.’ Bunu ancak gayrimüslimler söyleyebilir. Müslümanların ‘Türkiyeliyim’ demeleri saçma. Bir Müslüman’ın ‘Türkiyeliyim’ demesinin bu topraklarla kendisi arasına bir mesafe koymasından başka bir anlamı olamaz. Herkes ‘Türkiyeliyim’ dediğinde Türkleri nereye koyacaksın? Yok, eğer burada Türkler zaten marjinal bir unsur ise, niye Türkiye lafını, Türkiyeli lafını kullanalım? ‘Türkiyeli’ yerine pekâlâ ‘Küçük Asyalı’ da denilebilir. Türkiyelilik, Türk’ü Türkiye’den kovmaya, silmeye yönelik bir anlayışın, söylemin önerisi”.


Özel şöyle devam ediyor: “Türkler, dünya sahnesine ‘Allah’ın kılıcı’ olmak için çıkmıştır. Allah’ın kılıcı olmaktan başka bir özelliği olmayan Türk yoktur. Kâfirle çatışmayı göze alan Müslüman’a Türk denir.”


İşte bu sebeple Türkiyelilik kavramı, bölünme kavramıdır. Sakın ha sakın: Türkiyeli değil, Türk’üz!


Kürt’ü, Laz’ı, Çerkez’i, Boşnak’ı, Türkmen’i ile biz Türk milletiyiz. Bayrağıma, vatanıma sahip çıkan, benim gibi bu ülkeyi seven, etnik kökenine bakmaksızın herkes benim milletimdir. Bölünmeden, ülkemizi tüm vatandaşlarımızla birlikte daha müreffeh seviyelere götürmek ümidiyle “Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti! Var olsun Türk milleti!” diyorum.


Türk asil bir millettir. Nokta.