Memleket meselesi (1): Tencereye dikkat!

Türkiye Cumhuriyeti Devleti Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde “Hayâldi, gerçek oldu” denilen muhteşem hizmetlerle okyanusları dahi aşarken derede boğulma tehlikesi ile karşılaşmamak için mutlaka ama mutlaka vatandaşın hayat pahalılığı sorununu çözmek zorunda. Çünkü sandıkta en büyük rakip, her zaman tencere oldu. Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğindeki AK Parti’nin, Türk milletinin karşısında büyük bir umut olarak doğuşunun ve o günkü siyâsî partilerin yok oluşunun nedeni de tencere olmuştu.

TÜRKİYE okyanusları aşarken derede boğulma tehlikesi ile karşı karşıya. Bu anlamda öncelikle çok önemli gördüğüm ve bir devletin temel işlevi olarak yorumladığım bu konuya dünyanın en önemli ekonomistlerinden olup 2006’da hayatını kaybeden Milton Friedman’ın kısa bir analizi ile başlamak istiyorum.


“Devletin üç temel işlevi vardır: Ulusun askerî savunmasını sağlamalı, bireyler arasındaki sözleşmeleri uygulamalı ve vatandaşları kendilerine veya mallarına karşı işlenen suçlardan korumalı. Hükümet, iyi niyetle ekonomiyi yeniden düzenlemeye, ahlâk kurallarını uygulamaya veya özel çıkarları korumaya çalıştığında, bunun bedeli verimsizlik, motivasyon eksikliği ve özgürlük kaybı olur. Hükümet aktif bir oyuncu değil, hakem olmalıdır.”


Yazımızı işte bu analiz ışığında yorumlayınız lütfen…


İktidar mutfağında Erdoğan


Ekim ayı ile birlikte Türkiye Büyük Millet Meclisi yeniden çalışmaya başlayacak. Türkiye’nin hem içeride, hem de dışarıda karşısına çıkmış olan önemli sorunları var. Gerek ekonomide, gerek yargıda, gerek yerel yönetimlerde, gerekse İsrail odaklı dış politikada kritik bir süreçten geçtiğimiz aşikâr. Böylesi sorunlar yaşanırken, Türkiye Cumhuriyeti Devleti Cumhurbaşkanı’nın “Recep Tayyip Erdoğan” gibi karizmatik ve dünyanın gözünün üzerinde olduğu bir lider olması, hiç tartışmasız büyük bir şans. Çünkü onun bir cumhurbaşkanından çok daha fazlası olduğu gerçeği var karşımızda.


Memleket meselelerinin çözümünde Sayın Erdoğan’ın liderliğinin önemli rol oynadığını 23 yıldır hep birlikte gördük. Partisinin çok daha ötesinde, vatandaşın güven duyduğu bir isim olduğunu söylemek zor değil. Hele böylesi çarpık ve kirli bir muhalefet anlayışının olduğu, suni gündemlerle soruna karşı çözüm üretmeyen tavırlarının kayıkçı kavgasına dönüştüğü yerde, “İyi ki varsın Erdoğan!” dememek mümkün mü? 


Muhalefetin tenceresi


Sadece parti içinde iktidar kavgası veren, hiçbir millî konuda devletinin yanında durmayan, sabah akşam hırsızlık yaptıkları tescilli belediye başkanlarını aklama peşinde miting miting koşan bir muhalefet, ülkenin sorunlarına çözüm üretmek yerine, ne yazık ki bizzat sorun olur hâle gelmiştir.


Dokunulmazlık zırhı altına gizlenerek Cumhurbaşkanı’na, bakanlara, savcılara, hâkimlere, polislere ve her birimden memurlara sürekli olarak hakaret eden bir ana muhalefet partisinin Genel Başkanı ile Türkiye’nin karşı karşıya kalması ve bu zata mahkûm edilmesi, sözün bittiği yerdir. Devam eden yolsuzluk, rüşvet ve dâvâ süreçleri sürekli ekonomik hayatta dalgalanmayı da beraberinde getirirken, CHP’nin bu durumu “Bakın, bize dâvâ açtıkça neler oluyor?” diye kendisine kalkan göstermesi ise utanmazlığın zirvesidir.   


Sosyal medya, özellikle X, sokaktaki sorunları anlamak için büyük bir ayna vazifesi görüyor. Anlık gündemler hariç, tüm yazılıp çizilenlere baktığımızda, milletimizin sorunlarını anlamak ve çözüm önerilerini not almak imkânı var. İşte bu cenahtan bakınca asıl mesele, kime sorsak hayat pahalılığı, işsizlik, emekli maaşları, sosyal güvenlik yasasındaki değişim talepleri, millî olmayan muhalefetin çirkefliği, ahlâkî erozyon, şehirleşme düzensizliği, deprem korkusu, sokaklardaki şiddet sorunlarının artması, modernite kılıfı altında çıplaklığın zirve yapması, hayvan sorunu ve ille de Gazze’de yaşanan Siyonist katliam. Evet, her biri ülke gündemini doğrudan ilgilendirirken, CHP adeta bunlar yokmuş gibi davranmayı sürdürüyor.


Bir yazı dizisi gibi düşünürseniz, biz de bu tespit ettiğimiz sorunları hem hatırlatmak, hem de -dilimiz döndüğünce- çözüm önerilerini kaleme almaya çalışıyoruz. Çünkü bu ülkeye karşı her birimizin sorumluluğu var. Bu noktada “ben” diye bir şey yok; biz, hepimiz varız…




Sadece parti içinde iktidar kavgası veren, hiçbir millî konuda devletinin yanında durmayan, sabah akşam hırsızlık yaptıkları tescilli belediye başkanlarını aklama peşinde miting miting koşan bir muhalefet, ülkenin sorunlarına çözüm üretmek yerine, ne yazık ki bizzat sorun olur hâle gelmiştir.


Halkın tenceresi


Nereden başlarsak başlayalım, elbette en büyük sorunumuz hayat pahalılığı, geçim derdi ve işsizlik gibi görünüyor. Bu çerçevede hayat pahalılığı, “bir bölgede ya da ülkede yaşam maliyetlerinin artarak temel ihtiyaçların (gıda, barınma, ulaşım, enerji ve sağlık gibi) fiyatlarının yükselmesiyle insanların satın alma gücünün azalması durumu” olarak teknik bir tanımla ifade edilebilir. 


Türkiye’de son yıllarda sıkça tartışılan bu konu, enflasyon, döviz kuru dalgalanmaları, üretim maliyetleri ve küresel ekonomik faktörler gibi birçok sebepten etkilenmektedir. Türkiye’de hayat pahalılığı yıllardır ekonomik tartışmaların merkezinde hep yer almıştır. 9’uncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in o meşhur “Tencere iktidar devirir”şeklindeki beyanı hiçbir zaman yabana atılamaz.


Evet, belirttiğimiz gibi, fiyat artışlarının temel nedenleri arasında enflasyon, döviz kuru, küresel enerji fiyatları ve arz-talep dengesizlikleri sıralanabilir. Gıda fiyatlarındaki artış, tüketicilerin market alışverişlerinde daha düşük kaliteli ürünleri tercih etmelerine yahut tercih alışkanlıklarını değiştirmelerine neden olabilir. 


Enerji fiyatlarındaki pahalılıksa tüketicilerin en büyük sorunlarından biri olarak görülüyor. Elektrik, doğalgaz ve akaryakıt fiyatlarındaki artışlar, hane halkı bütçesini zorluyor. Aslında hayat pahalılığının Türkiye’nin en büyük sorunu olarak görünmesindeki en büyük mesele, “fırsatçılık, stokçuluk ve ahlâkî değerlerdeki erozyondur”. Bunun adı ise “hırsızlık”tır. Hırsızlık sadece çalmakla olmaz. Stokçuluk da, her gün raflardaki etiketleri değiştirmek de, üreticiden bir liraya alıp 10 liraya satmak da hırsızlıktır.


Hayat pahalılığı sorununu çözmek için Hükümet’in enflasyonu kontrol altına alma çabaları, faiz politikaları ve üretim maliyetlerini düşürme girişimleri devam etse de ekonomik sorunlar sadece ekonomik çözümlerle hâlledilemiyor. Bir “sebepsiz hayat pahalılığı” manzarası söz konusu. Zira üreticiden 7-8 liraya çıkan ürün, markette 50-60 liraya ulaşıyor. Bu duruma karşı kararlılıkla mücadele edilmeli, haksız kazançlarla üreticiyi ve vatandaşımızı mağdur edenler ağır bir şekilde cezalandırılmalıdır. 


Ne hikmetse TBMM’den uzun yıllardır söz edilen “Hâl Yasası” çıkarılamadı. Bu yasa mutlaka yeniden gündeme alınmalı. Zira üretici kazanmıyor, sömürülüyor. Çalışanlar için enflasyon hız kesmedikçe hayat pahalılığı artmaya devam ediyor. Toplu sözleşmelerde ve dönemsel artışlarla verilen zamlar, artan kira, gıda ve temel ihtiyaç fiyatları karşısında eriyor, alım gücü günden güne düşüyor. 


Hayat pahalılığı ve yüksek enflasyona ilişkin kalıcı çözümler üretmeden diğer alanlardaki gelişmelerle seçmen davranışını etkilemek pek kolay görünmüyor. İnsanların birincil derdi demokrasi ve benzeri sıkıntılar değil; zaten yaşanan sosyal olumsuzluklardaki tepkisizliğe bakarsak, en demokratik ülkeyiz. Hayat pahalılığı ise açık ara önde. Bunu ivedilikle düzeltmeliyiz. 


Türkiye’de şu an 16,8 milyon emekli ve 5,3 milyon devlet personeli mevcut. 6,8 milyon üniversite öğrencisi var. Bu, toplamda 29 milyon vatandaş demek. Yani yetişkin nüfusun neredeyse yarısı üretkenlikten kopmuş. Bu tablo bu şekilde devam ettikçe, enflasyon asla tek haneye inemez. Bu sayılar hızla ve anlamlı bir şekilde düşmek zorunda. Ayrıca geçim derdinden bahsedince, bunu yaşayan en güç durumdaki grup olan emeklilerin maaş manzarasını hatırlatmak lâzım. 


“Dost acı söyler” misali, bu noktada bir anketi sizlerle paylaşacağım. GENAR’ın “Türkiye’nin en önemli gündem maddesi ne?” sorusuna verilen yanıt şaşırtıcı değil. “Enflasyon ve hayat pahalılığı” diyenlerin oranı yüzde 35’le ilk sırada geliyor. Erkeklerde bu oran yüzde 40,5’ken kadınlarda ise yüzde 29,5. Altı ay önce bu oran yüzde 60’lar seviyesindeydi. Enflasyonun düşüş trendine girmesi, bölgemizdeki gelişmeler ve savaş tehditleri yüzünden yüzde 35’lere gerilemiş ama yine de çok yüksek. Çünkü söylense de düşüş henüz tam olarak hissedilmeye başlanmadı. 


Enflasyon ve hayat pahalılığını yüzde 8,7’yle adalet takip ederken, yargı bağımsızlığı yüzde 5,7’yle üçüncü sırada geliyor. Savaş tehdidi ise yüzde 4,6 olarak yansımış. Savaş tehdidi bile hayat pahalılığı ve enflasyondan sonra geliyor. Çünkü insanlar ekonomik savaşı daha da önemsiyorlar. 


Ekonomik tablo geleceğe dönük beklentileri de olumsuz yönde etkiliyor. 2026 yılında ekonomiye ilişkin beklentilerde “Çok daha iyi olur” diyenlerin oranı yüzde 5,1 çıkarken, “İyi olur” diyenler yüzde 21,7’de kalıyor. “Aynısı olur” diyenlerin oranı yüzde 21,6 olurken, “Kötü olur” diyenler yüzde 30,3 ve “Çok daha kötü olur” diyenlerin oranı ise yüzde 21,1. “Kötü olur” diyenlerle “Çok daha kötü olur” diyenleri topladığımızda bu oran yüzde 51,4. Çok dikkat çekici değil mi? Evet, bu anket de merhum Demirel’in işte o meşhur “Tencere iktidar değiştirir” sözünü hatırlatıyor. Yani bir uyarı bu. Çünkü sokaktaki vatandaş önce cebine ve aşına bakıyor.


Burada bir tespitimi de yazmadan geçemeyeceğim. Çalışırken özellikle BAĞ-KUR’lu olanlar en düşük seviyeden prim ödeyerek emekli oluyorlar ve sonunda hesaplanan emekli maaşı düşük oluyor. Elbette maaşa isyan mümkün. Hükümet de en düşük emekli maaşını normalden fazla arttırarak aslında daha fazla prim ödeyenlere haksızlık yapmış oluyor. Bir de üstüne EYT üzerinden erken emeklilik ortaya çıkınca, sosyal güvenlik sistemi işletilemez hâle gelmiş durumda. Sayılara hiç bakmadım ama belki de dünyanın en genç emekli grubuna sahibiz. Mevzu “en düşük emekli maaşını” düzeltmek olmamalı bu yüzden. Çünkü 30 yıl prim yatıran ile 20 yıl prim yatıranı aynı hizaya çekmek, adaletsizliğe sebep oluyor. “Sistem çöktü” diyoruz ama yeni yük oluşturacak taleplerse bitmiyor. Çırakların girişinin öne alınması talebi, bir günle emekliliği yıllarca ileri gidenleri kademeli emekli etme talepleri ve daha neler neler… Aynı yaşta arkadaşı EYT ile emekli olmuşken kendisi ise yıllar sonra emekli olabilecek binlerce insan var gibi görünüyor. “Tamam, hemen olmasın da bari kademeli bir emeklilik olsun” diyor sokak. Yaklaşan seçimlerde bence en önemli konulardan biri de bu olacak. 


Sona gelirken…


Bu gerçek nedeniyle acilen yeni bir sosyal güvenlik hikâyesi yazmamız gerekiyor. Stajyer/çırak mağdur, BAĞ-KUR’lu mağdur, engelli/malul mağdur, memur mağdur, emekli aylığı alan emekli mağdur… Kapsamlı bir sosyal güvenlik hikâyesi en acil ihtiyaç. Tüm mağduriyetleri bitirecek çözümü gözetmeliyiz. “38 ilâ 43 yaşında emekli olan bir kişiyle aynı yaşta olup daha fazla prim ödemesine rağmen 60-65 yaşına kadar çalışmak zorunda bırakılan bir diğer kişinin durumu hangi vicdana, hangi hukuka sığar?” diyor vatandaş. Bakınız, iş barışı bozuldu, çalışma hayatında huzursuzluk arttı. Akranlar arasında uçurum derinleşiyor, adalet ise yerini fırsat eşitsizliğine bırakıyor. “Bu haksızlık artık son bulmalı”diyen büyük bir kitle var. Siyaset bu kitleye çözüm üretmek zorunda.


İşsizlik sorunu mu var, yoksa nitelikli iş gücü sorunu mu, yıllardır tartışıyoruz. Bir dönem “Meslek lisesi, memleket meselesi” diye sloganlar atıldı ama hâlâ herkes üniversiteli işsiz olarak sokaklarda dolaşıyor. Üniversitelerden hayatın gerçeklerinden uzak binlerce mezun çıkıyorken, fabrikalar binlerce eleman arıyor ama bulamıyor. Sokaklar işe yaramayan diplomalı işsizlerle doldu. “İşsizliğin çözümünün birinci düğmesi eğitim reformundan geçiyor” diye düşünüyorum. Kur’ân kursları ve hafızlık talebelerini engellemek için dayatılan zorunlu eğitim, ülkenin ekonomisini tehdit etmeyi geçti de hayatı yaşanılmaz hâle getirmeye doğru gidiyor bile.


Kısa vadeli çözüm olarak kulağa hoş gelse de uzun vade sorun olabilecek bir çözüm olarak memurlukta zorunlu emeklilik yaşının düşürülmesi gündeme getirilebilir. Birçok memur, üst sınır olan 65 yaşına gelmeden emekli olmuyor, düşük performans çalışıyor ve yeni yetişen genç kuşağın önünü tıkıyor. Böylece işsizlik artıyor.


Görüldüğü gibi, aslında tüm sorunlar birbiriyle bağlantılı ve temeli insan kaynağımız, bu insan kaynağının yanlış yönlendirilmesi. Bize düşen, bunu siyasete hatırlatmak. Onlara düşense kısa, orta ve uzun vadede çağın şartlarına uygun çözümler üreterek her geçen gün büyüyen Türkiye’deki mutlu vatandaş sayısını arttırmak. 


Özetle, Türkiye Cumhuriyeti Devleti Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde “Hayâldi, gerçek oldu” denilen muhteşem hizmetlerle okyanusları dahi aşarken derede boğulma tehlikesi ile karşılaşmamak için mutlaka ama mutlaka vatandaşın hayat pahalılığı sorununu çözmek zorunda. Çünkü sandıkta en büyük rakip, her zaman tencere oldu. Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğindeki AK Parti’nin, Türk milletinin karşısında büyük bir umut olarak doğuşunun ve o günkü siyâsî partilerin yok oluşunun nedeni de tencere olmuştu.