TÜRKİYE Cumhuriyeti
Devleti, hamdolsun, 98’inci yaşına erişti. Allah, kıyamete dek Kendi yolundan
ayırmasın!
Sizi
bir 5 yıl önceye götürerek, 15 Temmuz işgalci darbe girişiminden hemen sonraki
Cumhuriyet Bayramı’ndan tam bir ay önceye, 29 Eylül 2016 günü Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ndeki
27’nci Muhtarlar Toplantısı’ndaki Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın
konuşmasını yeniden hatırlatmaya çalışacağım…
Sayın
Cumhurbaşkanı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurulması evvelinde imzalanan
Lozan Antlaşması’na ve “antlaşma” kelimesinin köküne vurgu yaparak şu ifadeleri
kullanıyor:
“Tarihte bize ne
yaptılar? 1920’de bize Sevr’i gösterdiler, 1923’te Lozan’a bizi razı ettiler.
Birileri de bize Lozan’ı zafer diye yutturmaya çalıştılar. Her şey ortada! İşte
şu an Ege’yi görüyorsunuz, değil mi? Şöyle bağırsan sesinin duyulacağı adaları
biz Lozan’da verdik. Zafer bu mu? Oralar bizimdi; oralarda hâlâ bizim
camilerimiz var, mabetlerimiz var.
Ama şu an hâlâ
‘Ege’de kıta sahanlığı ne olacak, havada ne olacak, denizde ne olacak?’,
bunları konuşuyoruz, hâlâ bunun mücadelesini veriyoruz. Niye? İşte o anlaşmada
masaya oturanlar sebebiyle! O masaya oturanlar, o anlaşmanın hakkını
vermediler. Veremedikleri için, şimdi onun sıkıntısını biz yaşıyoruz.
Şayet aynen bu
darbe de (15 Temmuz) başarılı olsaydı, herhâlde Sevr’i dahi aratacak bir
dayatmayla karşımıza çıkacaklardı. Hamdolsun, milletimiz o gece, her kritik
dönemde şaşmaz bir şekilde işlediğine şahit olduğumuz engin ferasetiyle,
sahneye konmaya çalışılan senaryonun tüm safhalarını, perde arkasındaki tüm
hazırlıkları anında deşifre etmiş, buna karşı tavrını da net bir şekilde
göstermiştir…”
Evet, bu konuşma, daha sonra karşı cepheden yükselecek başka türden ve daha riskli olacak söylemleri absorbe edecek bir ses kalkanı oluşturmuştu.
Türkiye
Cumhuriyeti tarihinde bir Cumhurbaşkanı, ilk kez Lozan konusunu apaçık şekilde
dillendirdi ve biz bunun zamanlaması, gerekli veya gereksiz olup olmadığı,
Lozan’ın zaferle hezimet arasında nerede konumlandığına dair “kendi ideolojik”
fikir köklerimizle bambaşka bir Lozan tartışması içine girmiştik.
Beş
yıl geçti, bugün o Lozan’dan “Mavi Vatan”ınımızı söke söke almaya kararlı bir
şekilde hareket eder hâle geldik.
Sayın
Cumhurbaşkanı, kullandığı söylem ve geliştirdiği hamle zamanlamalarıyla Devletimizin
düşmanlarına, Lozan’da 24 Temmuz 1923 günü masanın karşı tarafında oturanlara tek
çırpıda gösterdiği restlerle dahi panik ataklar yaşatırken, karşı cephenin
yıllardır kurduğu algı sebebiyle bu manevralara ortak olamamak, toplumumuzun
bir zaafıdır. Yani Erdoğan’ı yakalamak kendi elimizde!
Bu
anlamda, yabancı ülke ve küresel çetelerin ülkemize yönelik sanal anlamda bize
sadece Marmara, Ege ve Orta Anadolu’dan oluşan bir Türkiye bıraktığı algısı
oluşturan ve sinir uçlarımıza dokunan haritalarla geriliyorduk. İfade ettiğimiz
gibi, bunlar sadece sanal birer hayâldi. Ancak Türkiye, Libya ile
gerçekleştirdiği iki özel mutabakatla onların hayâllerini kâbuslara çevirdi.
Yani
Türkiye, sanalı değil, gerçeği yaşattı. Yaşatıyor!
Erdoğan’ı
yakalamak işte burada!
Ve
bu işin devamı gelecek Allah’ın izniyle…
Bu
mânâda Mîsak-ı Millî’yi ve de ötesini düşünelim devlet aklını yakalamak için…
Musul
mu bizimdi, Irak’ın bütünü mü? Selânik mi bizimdi, Yunanistan’ın bütünü mü?
Trablus mu bizimdi, Libya’nın bütünü mü?
Mesele,
bir dünya devleti olma hususunda bir dünya milleti, hattâ bir evrensel insan
modeli kurma çabasında olan medeniyetimizin kodlarında işaret ediliyor. Mazlum
neredeyse orada olmak, esenlik ve adalet üzere, hâkimiyeti Hakk’tan bilip halka
yaymak için kurulu devlet düzeni kroki hayâllerle uğraşmaz. O iş, basitlerin
işidir, düşkünlerin işidir!
Nice yaşlara güzel ülkem, kıyamete dek var olasın!