GEZİ Kalkışması
zamanıydı. CNN International’ın canlı yayınına bağlanan Başbakan Erdoğan’ın
danışmanı İbrahim Kalın, “Ellerinde
molotof kokteyller ve sopalar ile göstericiler Beyaz Saray’a yürüseler siz ne
yapardınız?” diye sormuştu spikere.
Bu
“münasebetsiz” sorudan rahatsız olan ve aslında böyle bir ihtimâli ABD’den uzak
gören spiker, konuyu gürültüye getirerek bağlantıyı sona erdirmişti.
Sayın
Kalın’ın kehanet gibi bu sorusunun cevabını Gezi Kalkışması’nın tam da yedinci
sene-i devriyesinde alıyoruz işte! Ne demişlerdi? “Men dakka dukka” mıydı?
“ABD’de
yaşanan protesto gösterilerinde polisin göstericilere karşı sergilediği naif müdahaleleri
görünce gözlerim yaşarıyor” desem yeridir!
Göstericilere
“üstün demokrasi normları” çerçevesinde
lâyık görülen muamelelerden bazıları atlı polislerin altlarında ezilmek,
kalabalığın üzerine sürülen polis otolarının altında kalmak, üzerine çullanmış
beş altı polisin yumruklarının ve tekmelerinin tadına bakmak vesaire…
Üstelik
bu göstericilerin ellerinde Gezi’deki gibi molotof kokteyller, havai fişekler,
sapanlar, kaldırım taşları filan da yok. Sadece pankartlar var.
İbrahim
Kalın’ın sorusuna yönelik en net cevabı aslında Donald Trump verdi. Trump, sığınmış
olduğu sığınakta yaptığı açıklamada, göstericiler Beyaz Saray’a daha fazla
yaklaşmış olsalardı “hayâl bile edemeyecekleri silahlarla” müdahaleye hazır
olduklarını açıkladı. Sanırım ışın kılıçları kınlarından çıkarılacaktı, ne
bileyim! Yani protestocuların verilmiş sadakaları varmış bir yerde ya da Yüce
İsa korumuş onları!
Tam
da bu noktada aklıma Aziz Sancar Hoca’ya atfedilen (doğru mudur, yanlış mıdır,
bilemem) küçük bir anekdot geliveriyor. Los Angeles’te bir markette kasiyer, Aziz
Hoca’dan kimliğini sorar ve Hoca ehliyetini gösterir.
Kasiyer,
“Aaa, siz Türk’sünüz! Midnight Express’i izledim, faşistsiniz” der. Bunun üzerine
Aziz Hoca füzeyi gönderir: “Ben de
Hiroşima’daki atom bombasını izledim. Film değil, gerçekti.”
***
George
Floyd, ABD’de her yıl düzenli olarak polis tarafından öldürülen 300 ilâ 500
Siyahîden sadece birisi aslında. ABD’de polis tarafından her yıl yüzlerce Siyahî
öldürülmesi ne kadar sıradansa, katil polisler hakkında soruşturma açılmaması
da bir o kadar vaka-i âdiyedendir.
Hattâ
Floyd’u vahşice öldüren polise yönelik bile ancak gösterilerin patlamasının
ardından “lütfen” soruşturma başlatıldı, o da üçüncü dereceden cinayetten (yani
kazara cinayet). Gösterilerin dozu yükselince de ikinci dereceden cinayete
çevrildi soruşturma.
Floyd’un
polis şiddeti sonucu öldürülmesi, ABD’yi (ve hattâ yer yer Avrupa’yı) saran
gösteriler öncesinde bardağı taşıran son damla idi.
Bu
süreç aslında göstere göstere gelmekteydi ve hattâ geç bile kalmıştı. Sadece
bir kıvılcım bekleniyordu, o da gerçekleşti.
8
dakika 46 saniye boyunca polis tarafından boğazına basılan ve nefessiz
bırakılan Floyd, 400 yıl boyunca kapitalist dünya düzeninin ve emperyalistlerin
gırtlağına çöktüğü, eğitimde, sağlıkta, adalette, ekonomide ikinci sınıf
muamelesi gören “öteki” sessiz ve öfkeli çoğunluğun sembolü oluverdi bir anda.
O
kahrolası 8 dakika 46 saniyeden sonra artık hiçbir şey eskisi gibi
olmayacaktır! Pek öyle görünmüyor ama bu protestolar bir süre sonra bitecek
bile olsa artçı dalgalar üretmeye ve Beyaz adamın keyfini kaçırmaya, konforunu
bozmaya devam edecektir, hiç şüpheniz olmasın!
Floyd,
sadece ezilen, nefesi kesilen, ekmeği ve geleceği elinden alınan “ötekilere”
değil, aynı kaderi daha büyük ölçekte yaşayan ülkelere de ilham kaynağı
olacaktır.
George
Floyd’un hayaleti, Beyaz adamın ensesine yapışmıştır artık! Üstelik Hayalet
Avcıları’nın asla yok edemeyeceği bir hayalettir bu.
Vesselâm!
Kalınız sağlıcakla efendim…