8 dakika 46 saniye

O kahrolası 8 dakika 46 saniyeden sonra artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır! Pek öyle görünmüyor ama bu protestolar bir süre sonra bitecek bile olsa artçı dalgalar üretmeye ve Beyaz adamın keyfini kaçırmaya, konforunu bozmaya devam edecektir, hiç şüpheniz olmasın!

GEZİ Kalkışması zamanıydı. CNN International’ın canlı yayınına bağlanan Başbakan Erdoğan’ın danışmanı İbrahim Kalın, “Ellerinde molotof kokteyller ve sopalar ile göstericiler Beyaz Saray’a yürüseler siz ne yapardınız?” diye sormuştu spikere.

Bu “münasebetsiz” sorudan rahatsız olan ve aslında böyle bir ihtimâli ABD’den uzak gören spiker, konuyu gürültüye getirerek bağlantıyı sona erdirmişti.

Sayın Kalın’ın kehanet gibi bu sorusunun cevabını Gezi Kalkışması’nın tam da yedinci sene-i devriyesinde alıyoruz işte! Ne demişlerdi? “Men dakka dukka” mıydı?

“ABD’de yaşanan protesto gösterilerinde polisin göstericilere karşı sergilediği naif müdahaleleri görünce gözlerim yaşarıyor” desem yeridir!

Göstericilere “üstün demokrasi normları” çerçevesinde lâyık görülen muamelelerden bazıları atlı polislerin altlarında ezilmek, kalabalığın üzerine sürülen polis otolarının altında kalmak, üzerine çullanmış beş altı polisin yumruklarının ve tekmelerinin tadına bakmak vesaire…

Üstelik bu göstericilerin ellerinde Gezi’deki gibi molotof kokteyller, havai fişekler, sapanlar, kaldırım taşları filan da yok. Sadece pankartlar var.

İbrahim Kalın’ın sorusuna yönelik en net cevabı aslında Donald Trump verdi. Trump, sığınmış olduğu sığınakta yaptığı açıklamada, göstericiler Beyaz Saray’a daha fazla yaklaşmış olsalardı “hayâl bile edemeyecekleri silahlarla” müdahaleye hazır olduklarını açıkladı. Sanırım ışın kılıçları kınlarından çıkarılacaktı, ne bileyim! Yani protestocuların verilmiş sadakaları varmış bir yerde ya da Yüce İsa korumuş onları!

Tam da bu noktada aklıma Aziz Sancar Hoca’ya atfedilen (doğru mudur, yanlış mıdır, bilemem) küçük bir anekdot geliveriyor. Los Angeles’te bir markette kasiyer, Aziz Hoca’dan kimliğini sorar ve Hoca ehliyetini gösterir.

Kasiyer, “Aaa, siz Türk’sünüz! Midnight Express’i izledim, faşistsiniz” der. Bunun üzerine Aziz Hoca füzeyi gönderir: “Ben de Hiroşima’daki atom bombasını izledim. Film değil, gerçekti.”

***

George Floyd, ABD’de her yıl düzenli olarak polis tarafından öldürülen 300 ilâ 500 Siyahîden sadece birisi aslında. ABD’de polis tarafından her yıl yüzlerce Siyahî öldürülmesi ne kadar sıradansa, katil polisler hakkında soruşturma açılmaması da bir o kadar vaka-i âdiyedendir.

Hattâ Floyd’u vahşice öldüren polise yönelik bile ancak gösterilerin patlamasının ardından “lütfen” soruşturma başlatıldı, o da üçüncü dereceden cinayetten (yani kazara cinayet). Gösterilerin dozu yükselince de ikinci dereceden cinayete çevrildi soruşturma.

Floyd’un polis şiddeti sonucu öldürülmesi, ABD’yi (ve hattâ yer yer Avrupa’yı) saran gösteriler öncesinde bardağı taşıran son damla idi.

Bu süreç aslında göstere göstere gelmekteydi ve hattâ geç bile kalmıştı. Sadece bir kıvılcım bekleniyordu, o da gerçekleşti.

8 dakika 46 saniye boyunca polis tarafından boğazına basılan ve nefessiz bırakılan Floyd, 400 yıl boyunca kapitalist dünya düzeninin ve emperyalistlerin gırtlağına çöktüğü, eğitimde, sağlıkta, adalette, ekonomide ikinci sınıf muamelesi gören “öteki” sessiz ve öfkeli çoğunluğun sembolü oluverdi bir anda.

O kahrolası 8 dakika 46 saniyeden sonra artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır! Pek öyle görünmüyor ama bu protestolar bir süre sonra bitecek bile olsa artçı dalgalar üretmeye ve Beyaz adamın keyfini kaçırmaya, konforunu bozmaya devam edecektir, hiç şüpheniz olmasın!

Floyd, sadece ezilen, nefesi kesilen, ekmeği ve geleceği elinden alınan “ötekilere” değil, aynı kaderi daha büyük ölçekte yaşayan ülkelere de ilham kaynağı olacaktır.

George Floyd’un hayaleti, Beyaz adamın ensesine yapışmıştır artık! Üstelik Hayalet Avcıları’nın asla yok edemeyeceği bir hayalettir bu.

Vesselâm!

Kalınız sağlıcakla efendim…