“ORGANİZASYON” kelimesi
genellikle “etkinlik” gibi bir kelime olarak biliniyor. Kubbealtı Sözlüğü’nde de
“düzen, tertip” şeklinde ilk anlamı, “teşkilât, örgüt” olarak da ikinci anlamı
verilmiş.
Kelime
anlamı olarak doğru. “Terminolojik olarak arkasında bir saha, bir disiplin var”
desek yalan olmaz. Alışılagelmiş tarifi, “Bir kişinin tek başına yapamadığını
daha fazla kişiyle bir araya gelerek yapmak” şeklinde. Bu “kişiyle” kelimesinin
yerine robot, yapay zekâ gibi teknolojiler sebebiyle “unsur” demek daha uygun
olacaktır artık.
Türkiye’nin
fark edilmeyen fakat en büyük ve önemli gelişmesinin bu alanda yani
organizasyonda gerçekleştiği söylenebilir.
Zaman
zaman, “Türkiye’de mi, yoksa başka bir ülkede mi yaşamak istersiniz?” konulu
anketler yapılır. Muhalefet partileri de alır bunu, akılsızca, iktidarı
eleştirmek için basın toplantılarında anlatırlar. Fakat bu safların
düşünemediği bir şey şudur: Ankete, “Başka ülkede yaşamak istiyorum” diye cevap
veren kişiler, demek ki muhalefetten de ümidi olmadığından öyle cevap
veriyorlar.
Böyle
anketlerin asıl utancı muhalefete aittir. Bu meselenin asıl önemi şu: Bu
insanlara, “Başka bir ülkede yaşamak istiyorum” dedirten ne? Ümidi kalmamış
demek ki… İş bulabileceğine, çalışıp verimli olabileceğine, kendini değerli
hissedeceği sosyal şartların oluşacağına inanmıyor artık. Peki, siz böyle
insanlarla başarı hikâyesi yazabilir, zafer anıtları dikebilir misiniz? Üstelik
“Saray’a giden CHP’li” gibi saçma sapan konuları gündem yapan ama bunların
farkında bile olmayan bir muhalefetin olduğu siyâsetin mevcûdiyetinde neredeyse
imkânsızdır.
Amerika’yı
Amerika, Çin’i Çin, Almanya’yı Almanya, Japonya’yı da Japonya yapan,
organizasyon başarılarıdır. Çünkü bu devirde iş, tek başına yapılmaz.
İyi
de, bunca insanı bir araya getirip nasıl çalıştıracaksın?
“Kulağından
tutar, kapının önüne koyarım” diyerek İHA, SİHA, MİLGEM’ler yapamazsınız.
İstanbul Havalimanı, Marmaray, Avrasya Geçidi gibi eserler de meydana
getiremezsiniz. Helikopter motoru yapacak kişinin bu ülkeye, işyerine, işine,
toplumuna inancı, saygısı, sevgisi olmalı! Yarınından emin olması lâzım ayrıca…
Sosyal
medyada boş bir yoğun bakım odasının fotoğrafının altında “Oh be!” ifadesiyle
paylaşım yapılmış. Hastalarının iyileşmesinden, hastalarının olmamasından mutlu
ve memnun olan bir hekimin paylaşımı… Böyle hekimlerin olduğu bir ülkede
yaşıyor olmaktan çok mutlu oldum.
“Tabiî
onlar da işten, sıkıntıdan kurtuldular” gibi âdi, pis ve değersiz bakışa o asâleti
öldürtmek istemem. Eğer öyle insanlar olsalardı 4 günde 1 milyonluk
organizasyonun başarı hikâyesini yazamazlardı.
Türkiye
Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı ailesi, başarısını zirveye taşıdı. Hekimlerimizin,
hemşire ve hemşirlerimizin, acil yardım ekiplerimizin, hâsılı tüm sağlık
çalışanlarımızın daha önceleri bireysel gibi görünen başarıları demek ki
tesadüf değilmiş. Dünyadaki ender başarılardan biri de, 4 günde 1 milyondan
fazla vatandaşımıza aşı yapmalarıdır. Bu başarı hikâyesinin arkasında millet
olarak sağlık çalışanlarına inanmamız, güvenmemiz, değer vermemiz ve imkân
sunmamız var elbette. Milyonların akşamları balkonlarından sevgi, saygı ve
takdir göndermeleri boşuna değilmiş. Sağlık ailemiz hem lâyıkmış, hem de lâyık
olmaya devam edebilecek niteliklere sahipmiş.
Sağlık,
savunma, ulaşım tamam, ya adâlet, eğitim, STK’lar ve diğerleri ne olacak?
Sağlık
ailemizin içindeki cevheri ortaya çıkarmasına, başarı hikâyeleri yazmasına
nasıl şâhit olduysak, diğerlerinin de cevherlerine, başarı hikâyelerine
ihtiyacımız var. Bu beklediklerimiz acaba başarı hikâyesi yazabileceklerine mi
inanmıyorlar, yoksa milletimize mi inanmıyor, güvenmiyor veya milletimizden mi değer
görmüyorlar?
Başarı
hikâyesi yazmalarına engel her ne ise bulup yok etmeli ve topyekûn başarıyı
zirveye taşımalılar.
Şunu
bilelim ki, bu ülke ve bu toplum, şu an böyle başarılar için en uygun tarla
durumunda.
Haydi
yolunuz açık olsun!