31 Mart Darbesi’ni kim, neden yaptı?

“Bir gerici isyan” diye gösterilen 31 Mart Darbesi’ni er elbisesi giydirilmiş İttihatçı subayların idare ettiği ve gerisinde İngiliz parmağı bulunduğu, ayrıca bu vakıanın Sultan Abdülhamid’i devirerek imparatorluğu yıkmak hedefi güttüğü sonradan sabit olmuştu.

Hareket Ordusu ve teşekkülü

RESMÎ tarihî kayıtlarda “31 Mart Vakası” olarak tanımlanan olay, aslında Sultan İkinci Abdülhamid’i tahttan devirmek için tertiplenen bir darbeden ibaretti. Bu yüzden bu ay iredeleyeceğimiz bu olayın, “31 Mart Vakası” olarak değil de “31 Mart Darbesi” olarak tanımlanması gerekmektedir.

Meşrutiyetin ikinci defa ilânının üzerinden henüz bir yıl bile geçmeden, 1909 Nisan’ında (eski tarihle 31 Mart’ta) düzmece bir isyan hâdisesi gerçekleştirildi. Provakatörler 12 Nisan gecesi Meclis-i Mebusan üzerine yürüdü. Bu kışkırtmalar en çok da yeni çıkartılan askerlik kanunu gereğince, askere alınan medrese öğrencileri ve ordudan ihraç edilen subaylar üzerinde tesirli olmuştu.

Dündar’ın analizine göre tarihe “31 Mart Vakası” olarak geçen bu olay, İstanbul’un İttihatçılar tarafından “fethi” için iyi bir bahaneydi. Rıza Nur’a göre, Hareket Ordusu’nun İstanbul’a girişinde İttihatçılar, “İstanbul’un ikinci fethi” şeklinde slogan atmışlardı. Padişah’a sâdık kalmaya devam eden başkent İstanbul’un fethi, Abdülhamid’in tahttan uzaklaştırılması ve yerine imparatorluk tarihinin belki de en silik padişahının, Sultan Reşad’ın tahta çıkarılması ile sonlandı (Dündar, 2008:55-56).

İsyanın ardından Sadaret mâkâmına getirilen Tevfik Paşa, kabînesini kurarak ortadaki karışıklığın önüne geçmek için gereken tedbirleri almaya başladı. Kabînede Harbiye Nâzırlığı görevine getirilen Müşir Gazi Ethem Paşa’nın gayretleriyle, isyan durumunda bulunan askerler ve halk, genel af ilân edilerek dağıtılmış ve isyanın hemen önü alınmıştı. Askerler kışlalarına döndüğünden, İstanbul’da huzur ve asayiş sağlanmış iken “Hareket Ordusu” adıyla Selânik’ten gelen İttihatçılar ordusu şehre girdi. Şehre herhangi bir mukavemet görmeden giren bu isyan ordusu, büyük bir eşkıya çetesinden başka bir şey değildi.

Tahsin Uzer’in naklettiğine göre, 31 Mart Olayı Rumeli’ne aksedince, askerî kulüplerde toplantılar ve görüşmeler başladı. Bunun sonucu İstanbul üzerine yürüyüş kararı verildi. Bu orduya “Hareket Ordusu” adının verilmesi, askerî kulüpte alınan karar netîcesiydi (Uzer, 1999:95). Dönem subaylarından olup Hareket Ordusu’nun içinde bir er üniformasıyla görev alan Rahmi Apak, Hareket Ordusu’nun nasıl oluşturulduğunu şöyle anlatıyor:

“Askerî okulda, sivil lisede, Yahudi okulunda hummalı bir çalışma içinde iken, bir gün Edirne Garnizonunda bütün subayların askerî kulüpte toplanmaları bildirildi. Ben de gittim. O zaman garnizondaki tanınmış ve sevilmiş iki genç kurmay kürsüye çıkarak, İstanbul’daki askerî garnizonun ve bilhassa Manastır bölgesinden İstanbul’a nakledilen avcı taburları erlerinin isyan ettiklerini, kendi subaylarını kovduklarını, dövdüklerini, hattâ öldürdüklerini, donanma erlerinin ve birçok sarıklılarla külhanbeylerinin de bunlara katıldıklarını, nizâmı yeniden kurmak için İstanbul’a gitmek gerektiğini söylediler.

Trene binmek üzere istasyona giderken, Alliyans Yahudi Okulu’nun genç öğretmenlerinden birisi peşime takılarak istasyona geldi, kendisinin de gönüllü olarak gelmesini ısrarla istedi.” (Apak, 1988:35)

31 Mart Darbesi günlerinde Hareket Ordusu’na destek veren kişileri gösteren telgraf da mânidardır. Dönem valilerinden Tevfik Biren’in naklettiği bu telgrafın sahipleri, 31 Mart Darbesi’nin ve Hareket Ordusu’nun gerçek sahiplerini göstermektedir: “Cemiyet-i İlmiye Klübü Reisi Mehmet Ali, İttihad ü Terakki Klübü Reisi Burhaneddin, Sırp Klübü Reisi Popoviç,Ulah Klübü Reisi Kapsal, Rum Klübü Reisi Tikaros,Musevi Klübü Reisi Mişon Mizrahi, Balıklı Klübü Reisi Pavlidi…” (Biren, 2006:29:30)

A. Reşit Rey, Sultan Abdülhamid’in Hareket Ordusu’na karşı gösterdiği tavra şöyle dikkat çekiyor: “Sultan Hamid, hayatını ve tahtını hayâlî bir düşman saldırısından kurtarmak için otuz seneden beri hazırladığı otuz bin kişilik bir kuvvete -hizmetine hazır olmasına ve bu işte başarılı olacağından da emin bulunmasına rağmen- millete karşılıklı kan döktürmekten çekindiği için askerî hareketi yasaklamıştı. Acaba tarih, Meşrutiyet Hükûmeti ile Sultan Hamid’i kıyasladığında ne hüküm verecekti?” (Rey, 2007:145)

Eğer isteseydi, Sultan Abdülhamid’in Hareket Ordusu’nu rahatça yok edebileceği anlaşılmaktadır. Gelen orduyu yolda veya İstanbul sınırında imha etmesi işten bile olmayan Sultan, bunu yapmak için önünde diz çöküp ağlayarak yalvaran paşalarına izin vermemişti (Düzdağ, 2016:141). İstanbul’da bulunan Birinci Ordu’nun Kumandanı Mahmut Muhtar Paşa da daha sonra, eğer Sadrazam kendisine gerekli emri ve yetkiyi vermiş olsaydı ayaklanmayı kolayca bastırabileceğini söylemiştir (Ahmad, 1999:19).

Sultan Abdülhamid’in İttihatçılar tarafından nasıl aldatıldığı da kayıtlarda yer almaktadır. Yeşilköy’e gelen Hareket Ordusu kumandanlarının “Sultan’ın kat’iyen tahtından indirilmeyeceğini” bir tebliğ ile ilân etmelerine rağmen, İstanbul’a yerleşir yerleşmez, Meclis’ten çıkartılan bir karar ve iftiralarla dolu uydurma bir “fetvâ” ile Sultan tahttan indirilmişti (Düzdağ, 2016:142).

Adına “Hareket Ordusu” denilen Moğol ordusu

Resmî söyleme göre, “Bunun üzerine Mahmut Şevket Paşa, yanına Salih Hulusi Paşa’yı da alarak Hareket Ordusu’nu kurdu ve İstanbul’a yürüdü” şeklinde masumca ifade edilse de Hareket Ordusu, İkinci Mahmud döneminde aldığı tarihî yenilginin intikamını almaya kalkışan Yeniçeri ordusu gibi bir hınç içerisinde, çeteler hâlinde İstanbul’a yürümüştü.

Adına “Hareket Ordusu” takılan bu kitle, aslında Sultan İkinci Abdülhamid düşmanlığı etrafında kümelenmiş bir büyük eşkıya topluluğu idi. Yabancı araştırmacı Strenberg, bu yüzden İstanbul’a ayaklanmanın bastırılması bahanesiyle gelip yönetime el koyanları “Makedonya’nın hırsız çeteleri” olarak tanımlar (Koçak, 2012:180).

Dönemin devlet adamlarından Mehmed Selahaddin’e göre, Rumeli’de inkılâp sırasında ne kadar Bulgar, Rum, Arnavut çetesi varsa onların hemen hepsi ve Selânik’in Dönme Yahudileri, buna benzer bozguncular da orduya katıldı. Hareket Ordusu adı verilen İttihat ve Terakki’nin eşkıya çetesi, İstanbul’a girer girmez yolda rastladıkları âlim ve salih kimseleri şehit etmeye başladılar. Her türlü zulüm ve yağmakârlık hareketlerini sürdürüp kışla ve karakollarına çekilerek görevlerini yapmaya çalışan Osmanlı askerlerini, güya düşmanla muharebe edercesine kışlalarını toplarla abluka altına alarak, içinde bulunan askeri öldürmek gibi cinayetleri işlediler (Selahaddin, 1989:31).

Hareket Ordusu içinde yer alan çeteleri Selahattin Adil Paşa şöyle anlatır: “Makedonya’nın ünlü çete reisi Sandaleski, çetesiyle birlikte 31 Mart Olayı’nda Drama gönüllüleri ile birlikte Hareket Ordusu’na katılmıştı.” (Sarıbay, 1982:81)

Bu güruh içerisinde sadece Makedonya çeteleri yoktu. Rum ve Bulgar çeteciler de bu kalkışmada yerlerini almışlardı. Selahattin Adil Paşa anlatmaya devam ediyor: “31 Mart Olayı üzerine Drama gönüllü taburları ve buna bağlı Rum ve Bulgar çeteleri de gelmek sûretiyle toplanmayı tamamlamış olan ordu birlikleri, aldıkları emir dairesinde çeşitli kollar hâlinde İstanbul’a doğru yürüyüşe geçmişti.” (Sarıbay, 1982:98)

Dönem subaylarından Rahmi Apak da çeteler konusunu şöyle anlatır: “Makedonya bölgesinden de askerî birlikler geliyordu. Fakat bunların arasında karışık milliyetlere mensup gönüllü çeteler, hattâ Bulgar ve Rum çeteleri de vardı. Selânik’te trenden indirilince ikişerli kol hâlinde ve etrafımızda süngülü muhafızlar olduğu hâlde bizi sevk ederlerken, muhafızların arasından geçip yaklaşan ve ‘Aldın mı babayı?’ (yani Padişahı) diyerek bağıran bir Yahudi delikanlısından yediğim yumruğu hiç unutamayacağım.” (Apak, 1988:36-37)


Tahsin Uzer, Hareket Ordusu’ndan şöyle bahsediyor: “İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin aracılığı ile Dördüncü ve Üçüncü Avcı Taburları, Meşrutiyet’in öncüleri olarak Rumeli’den İstanbul’a gönderildiler. İstanbul halkı ve çevresi, başlarında acayip külâh taşıyan bu taburları lüzumsuz alkışladı. Genç ve gözü açılmamış subaylar, ziyafetten ziyafete, hattâ sefahatten sefahate sürüklendi durdu.” (Uzer, 1999:94)

Ertuğrul Düzdağ’ın naklettiğine göre, “Bu katilleri neden harekete dâhil ettin?” diye sorulan Enver Paşa, “İsyan eden Avcı Taburları çok usta bombacıdırlar, onlarla ancak bu Bulgarlar başa çıkabilir” şeklinde cevap vermişti (Düzdağ, 2016:141).

31 Mart darbecileri, tıpkı bir Moğol ordusu gibi Yıldız Sarayı başta olmak üzere bütün İstanbul’u yağmalamışlardı. Saraya yapılan büyük yağmadan kütüphane, bir büyük fedakârlık sonucu ancak kurtulabilmişti. Mehmet Serhan Tayşi bu olayı şöyle anlatır: “İkinci Abdülhamid’in en itimat ettiği insanlardan biri olan Sabri Bey, meşhur Yıldız yağmasında kütüphanenin kapısına yatmış, ‘Beni öldürmeden giremezsiniz!’ diye restini çekmiş. Böylece yağmacıların elinden koca kütüphaneyi kurtarmış.” (Tayşi-Kılınç, 2009:313)

Mehmed Selahaddin Bey, darbeciler tarafından Yıldız Sarayı’nın vahşice yağmalanmasını şöyle anlatmaktadır: “İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Bâb-ı Âli Merkez Şubesi, Şerif Efendi Sokağı Umum-i Heyeti reisleriyle birleşerek, Yıldız Sarayı yağmasından aldıkları mücevherat ve diğer eşyayı, tarihin yazmaktan hayâ edeceği bir şekilde, sarayda bulunan kalfalardan cebren gasp ettikleri elmas ve ziynet eşyalarını, sanki babalarından kalan mîrasmış gibi aralarında taksim ettier. Halkın gözünü boyamak için de birkaç parça mücevheri Avrupa’ya gönderip üç yüz bin küsur lira olan az bir meblağı Donanma Cemiyeti’ne bağışladıklarını ve bir miktarını da devlet hazînesi ile müzelere gönderdiklerini utanmadan ilân etmeleri, herkesin bildiği şeylerdir.” (Selahaddin, 1989:36)

Dönemin İttihatçı subaylarından Tahsin Uzer de Yıldız yağmasından şöyle bahseder: “Ayaklanma bastırılınca, ben üç gün Fatih Karakolu’nda er olarak kaldım, sonra bizim jandarmaları Yıldız Sarayı’nda toplayıp muhafazaya memur ettiler; çünkü Hürriyet Ordusu mensupları orada bazı yağmacılık yapmışlardı.” (Apak, 1988:41)


Kutlu’ya göre olayların sorumlusu, memleketi hükûmetsiz bırakan ve 31 Mart’ın belki de ilk üç günündeki ölümlerin, askerin İstanbul sokaklarına hâkim olduğu manzaranın sorumlusu, istifa eden Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşa’dır (Kutlu, 2011:35).

Mehmed Selahaddin, 31 Mart Darbesi’ni anlatmaya şöyle devam ediyor: “Bu rezillerin kurdukları dîvan-ı harplerden Birinci Divan-ı Harp Heyeti arasında yaşlı başlı, askeriyenin ileri gelenlerinden namus ve vicdan sahibi bazı kimseler bulunduğundan, Birinci Divan-ı Harp, kanun dışı hâllerde cesaretle karşı koymasını biliyor ve haksızlıkları önlemek için gereken tedbirleri alıyordu. ‘Topçu Hasan Rıza Paşa’ denilen İkinci Dîvan-ı Harp reisinin başkanlığındaki heyet, İttihat ve Terakki’nin fedaileriyle, yirmi yirmi beş yaşlarındaki genç subaylardan meydana geldiği için, bu dîvan-ı harp heyeti kanunsuz hareketleri men etmek bir tarafa, İttihat ve Terakki’nin sâdık bendeleri olduğunu göstermek gayreti içindeydi. Kanunen bir iki sene hapis cezasına mahkûm olması gereken veya suçsuz mazlum kimseleri idam cezasına mahkûm ederek, memleketimizin asırlarca yetiştiremeyeceği evlâtlarından yüzlercesini Ayasofya ve Bayezid Meydanlarında idam ettirerek cemiyete karşı sadâkatlerini ve hizmetlerini ispat etmişlerdir.” (Selahaddin, 1989:33)

Hareket Ordusu yeni kabîneyi kurma vazîfesini İbrahim Hakkı Paşa’ya verdi. Ne var ki, bu gelişmeyi Said Paşa ve arkadaşları kabul edilebilir bulmadılar. Bir hükûmetin ordu tarafından iş başına getirilmesinin Meşrutiyet ile bağdaşır olmadığını savundular. Müteakiben Hareket Ordusu Komutanı Mahmut Şevket Paşa, İttihatçılar tarafından sadrazamlığa getirildi.

Eğer isteseydi, Sultan Abdülhamid’in, Hareket Ordusu’nu rahatça yok edebileceği anlaşılmaktadır. Gelen orduyu yolda veya İstanbul sınırında imha etmesi işten bile olmayan Sultan, bunu yapmak için önünde diz çöküp ağlayarak yalvaran paşalarına izin vermemişti. İstanbul’da bulunan Birinci Ordu’nun Kumandanı Mahmut Muhtar Paşa da daha sonra, eğer Sadrazam kendisine gerekli emri ve yetkiyi vermiş olsaydı ayaklanmayı kolayca bastırabileceğini söylemiştir.

31 Mart Darbesi ve İngiltere

Sultan İkinci Abdülhamid, 31 Mart Darbesi’nin ardından tahttan indirildi. Sultan, toplumun niteliğini arttırmak için bizzat kendisinin kurmuş olduğu üst düzey meslekî okullardan yetişen subayların karıştığı bir darbe aracılığıyla hâl’ edilmişti. “Bir gerici isyan” diye gösterilen 31 Mart Darbesi’ni er elbisesi giydirilmiş İttihatçı subayların idare ettiği ve gerisinde İngiliz parmağı bulunduğu, ayrıca bu vakıanın Sultan Abdülhamid’i devirerek imparatorluğu yıkmak hedefi güttüğü sonradan sabit olmuştu.

Filozof Rıza Tevfik, darbedeki İngiliz parmağına şöyle dikkat çeker: “Albay öğretmen, 31 Mart’tan sonraki her hâdisede o sevimsiz İngiliz parmağını gösterdi. Mithat Paşa’ya yaptırılan Sultan Aziz’i hâl’ olayının da buz gibi İngiliz işi olduğunu belirttikten sonra Geyikli Baba dediği Niyazi Bey’in akrabasından, edebiyat öğretmeni Albay İsmail Erdoğan’ın şu itirafını da bize hatırlattı: ‘Henüz yeni zabit çıkmış çiçeği burnunda birer mülâzım (teğmen) idik. İttihatçılar, bize de nefer elbisesi giydirdiler. 31 Mart Hâdisesi’ne karıştık. Bu katılmamıza mükâfat olarak, terfi zamanını beklemeden bir üst rütbeye terfi ettik. Bir rütbe kıdem aldık.’” (Aktaran: Kabaklı, 1989:137)

Olaylara şâhit olan Halide Edip ve öteki şâhitlerden öğrendiğimize göre, bu isyanın elebaşlarından biri olan Derviş Vahdeti, “İngiliz Sefâreti’nin parayla tutulmuş bir ajanı, Fitzmaurice’in bir aleti olarak kabul edilmekteydi” (Ahmad, 1999:143).

Türkiye uzmanı Firuz Ahmad da bu bilgiyi doğrulamaktadır. İttihad-ı Muhammedi’nin kurucusu Derviş Vahdeti’nin dinsel fanatizmi ve içtenliği bile kuşkuludur. Onun ve izleyicilerinin İTC’yi devirmekte kararlı olan ve bu amaçla İslâmiyet’i kullanan araçlar oldukları söylenmiştir (Ahmad, 1999:18).

Yukarıdaki itiraftan da anlaşılacağı üzere, İngilizler “31 Mart” diye bilinen 12 Nisan 1909 tarihli irtica tertibini Halîfe Sultan Abdulhamid’i tahtından indirmek kastıyla el altından İttihat ve Terakki erkânına yaptırmışlardı.

Nitekim tarihçi Yılmaz Öztuna da ayaklanmanın perde arkasını anlatırken, “Sultan İkinci Abdülhamid’in tahttan indirilmesi, o dönemde İngiliz entelijansiyası tarafından hazırlanmıştır. Balkanlara konuşlanmış ve çetelerle savaşan Üçüncü Ordu subayları ile İstanbul’da bazı gazeteciler ve politikacılar elde edildi. İstanbul’daki harekete hiçbir üst düzey subay katılmadı. Hareketin liderliğini onbaşılar, astsubay ve küçük zabitler yaptı” (Öztuna: 2005) tesbitini yapar.


Olayın bilinmeyen yönlerini gözler önüne seren Öztuna, halkın nasıl kandırıldığını da şöyle anlatır: “İngiltere’den para alan birtakım yobazlar, ortaya çıkıp, ‘Şeriat isteriz’ deyip ayaklanmışlardır. İstanbul başkent olduğu için her yer subay kaynıyor. Mektepli subaylar dinsiz kabul edildiği için halk subayları çevirip, ‘Harbiyeli misin, alaylı mısın?’ diye soruyor ve Harbiye kökenli subaylar feci şekilde tartaklanıyor veya dövülüyordu.” (Öztuna: 2005)

Doğan Avcıoğlu’na göre, 31 Mart Darbesi’nin ardında İngiltere bulunmaktaydı. İngiltere Elçiliği’nin burada son zamanlara kadar faaliyette bulunan Fitzmaurice adında bir baş tercümanı vardı. Bu adam, İkinci Abdülhamid tahta çıktığı sırada pek genç yaşta bu elçilik memurluğuna atanmıştı. İttihat ve Terakki Derneği’ne karşı gücenik olduklarını bildiği Albay Sâdık ve Prens Sabahattin Beylerin tecrübesizliklerinden yararlanarak onları kullanmış ve Meşrutiyet’in ilk ayaklanmalarından 31 Mart İsyanı’nı hazırlamakta da önemli bir rol oynamıştı (Avcıoğlu, 1985:57).

Objektif tarihçilere göre, “31 Mart; bazı çapulcuların, aşırı dincilerin, mollaların, mürtecilerin ayaklanması değildir; daha ciddî ve yukarıdan plânlanmış bir senaryodur”. Meselâ Doç. Dr. Aykut Kansu’ya göre 31 Mart Darbesi, “meşrû yollarla iktidara gelemeyeceğini anlayan bir siyâsî grubun anayasa dışı yollarla iktidara gelme mücadelesidir” (Kansu: 2001).

Dönemin devlet adamlarından Şerif Paşa da 31 Mart Darbesi’nin bir irtica hadisesi olmadığına, bunun bir “İttihadçı hilesi” (Şerif Paşa, 1990:45) olduğuna parmak basar.

Darbe sonrası ortaya çıkan siyâsî durum

Darbenin ardından Sultan İkinci Abdülhamid tahttan indirilir ve onun yerine Sultan Reşad tahta geçirilir. Sultan Abdülhamid’in gitmesini fırsat bilen Balkan ülkeleri, uzun zaman sonra ilk kez kendi aralarında toplanma fırsatı bulurlar.

31 Mart Darbesi ile Sultan İkinci Abdülhamid’i tahttan indiren İttihatçılar, onun yıllardır izlediği “Balkan devletlerini birbiriyle uğraştırma” siyasetini ortadan kaldırdılar. Böylece Balkan devletleri arasında kurulacak ittifakın temellerini atmış oldular. Bu ittifak, Balkan topraklarını elimizden çıkaran Balkan Savaşı olarak birkaç yıl sonra karşımıza çıktı. 31 Mart darbecileri, demokrasi vaadiyle yola çıkmış ancak kısa zamanda kesif bir diktatörlüğe yelken açmışlardı. Dönemin sadrazamı Mahmut Şevket Paşa, “Ben, sadrazam bulunduğum müddetçe birçok işi padişaha haber vermeden yaptım” (Ahmad, 1999:21) itirafıyla o günlerdeki ülke idaresinin nasıl tek kişilik bir diktaya dönüştüğünü itiraf eder.

Darbeciler ülkede bir askerî dikta kurma yolunda hızla ilerlemektedirler. Sultan Reşad’ın Mabeyn Başkâtipliğini yapan Lütfi Simavi Bey, bu vaziyeti şöyle anlatır: “Mahmut Şevket Paşa, Hareket Ordusu Kumandanı olarak İstanbul’a gelip 31 Mart Olayı’nın bastırılmasında büyük rol oynamış bir kumandandı. Ancak, kendi o olaydan sonra tekrar eski görevine dönmemiş, İstanbul’da kalarak birinci, ikinci, üçüncü olmak üzere üç ordunun müfettişliğini birden üzerine almıştı. Ne var ki, sadece askerî işlerle uğraşmakla kalmıyor, her türlü siyâsî ve idarî konularla da ilgilenmekte kendini yetkili sayıyordu. Açıkça söylemek gerekirse, tam anlamıyla memleketin diktatörü kesilmişti.” (Simavi, 2006:50)


Kılıç Ali de hatıralarında 31 Mart Darbesi sonrası ortaya çıkan siyâsî durumu şöyle anlatıyor: “31 Mart Olayı’ndan sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından tahta çıkarılan Sultan Beşinci Mehmed Reşad, ülkenin kaderiyle ilgili işleri ancak her şey olup bittikten sonra öğrenebiliyordu. Başlangıçta bir hükümdar ve iki meclis var idiyse de, bunların hepsi sözden ve gölgeden ibaretti. Meclis’teki mebuslar parti listesinden seçilir, sonra da Meclis dışında Merkez-i Umumî (Genel Merkez) denilen, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin beyni durumundaki Merkez Komitesi tarafından yönetilirlerdi.” (Kılıç-Turgut, 2010:21)

Cemil Topuzlu anlatır: “1912 senesinde İttihat ve Terakki hükûmeti düşerek Ahmed Muhtar Paşa kabînesi gelmişti. Birkaç gün sonra Sultan Reşad bana aynen, ‘Paşa, çok şükür, padişahlık ne demek olduğunu şimdi anlıyorum... İttihatçılar beni hiç saymıyorlardı. Bir kısmı huzurumda ayak ayak üstüne atarak oturuyor, beni padişah ve Halîfe yerine koymuyorlardı’ demişti.” (Topuzlu, 2017:199)

Mabeyn Başkâtibi Lütfi Simavi Bey’in hatıralarında yer alan ayrıntılar, darbenin ardından nasıl bir tablo oluştuğunu canlı bir şekilde gözler önüne serer: “Bir gün Kolağası Resneli Niyazi Bey saraya geldi. Padişah’a arz ettik. Sultan Reşad onu huzuruna çağırdı. Bir hayli iltifat etti. O sırada İstanbul’un tanınmış fotoğrafçısı Febüs de sarayda bulunmaktaydı. Padişah’ın emriyle Niyazi Bey ile birlikte resmimizi çektirdik.” (Simavi, 2006:22-23)

Her ne kadar “Hürriyet istiyoruz” diyerek dağa çıkmış olsalar da İttihatçıların yönetim anlayışı tipik ve kesif bir diktatörlükten başka bir şey değildi. Jakoben bir yaklaşımla memleketi idare etme peşindeydiler. Verdikleri kararlarla padişahlık mâkâmı bile sözü geçmez sembolik bir mâkâm hâline gelmişti. İttihatçıların üç liderinden biri olan Cemal Paşa, açıkça Padişah’a kafa tutabiliyordu. Saraya gelen heyetin Padişah’la görüşmesini çok canlı bir şekilde anlatan Mabeyin Başkâtibi Ali Fuat Bey, İstanbul Muhafızı Cemal Bey’in, Padişah’a, “Eğer Zât-ı Şahâne, Salih Paşa’nın idamına irade vermezse, ben irade olmaksızın da onu asarım” dediğini yazmaktadır (Türkgeldi, 2010:103).

31 Mart Darbesi, Meşrutiyet’e büyük bir darbe vurduğu kadar, ordu içindeki disiplin ve hiyerarşiyi de tamir edilemeyecek şekilde tahrif etmişti. Dönemin sadrazamı Mahmut Şevket Paşa, bir süre sonra siyasete bulaşmış genç subaylara söz geçirmekten dahi aciz duruma düşer.

Simavi anlatır: “Hareket Ordusu ile birlikte İstanbul’a gelen Selânikli Binbaşı Remzi Bey de Başyaverliğe tayin edilmişti. Aslında bir hükümdarın başyaverliğine binbaşılık rütbesindeki bir kimsenin getirilmesi hiç de yerinde bir hareket değildi. Ayrıca Remzi Bey’in tavır ve hareketleri de Padişah’ın hoşuna gitmemişti. Padişah’ın emir ve fermânı üzerine, Hareket Ordusu Kumandanı Mahmut Şevket Paşa’ya giderek Remzi Bey’in değiştirilmesi hakkındaki arzuyu kendisine ilettim. O sıralarda genç subaylara gereğinden çok daha fazla önem verilmekte olduğu için, Mahmut Şevket Paşa uzun uzun düşündü, tereddütler geçirdi. Nihâyet iki hafta sonra Remzi Bey, Petersburg Askerî Ateşeliği’yle görevlendirilip yerine Hurşit Paşa tayin edildi.” (Simavi, 2006:29)

 

Kaynaklar

Ahmad Feroz, (1999), Modern Türkiye’nin Oluşumu, İstanbul: Kaynak Yay.

Apak Rahmi, (1998), Yetmişlik Bir Subayın Hatıraları, Ankara: Tarih Kurumu Yay.

Avcıoğlu Doğan, (1985), Milli Kurtuluş Tarihi, İstanbul, Tekin Yayınevi

Biren Tevfik, (2006), Bürokrat Tevfik Biren’in II. Abdülhamit, Meşrutiyet ve Mütareke Dönemi Hatıraları, Cilt:2, İstanbul: Pınar Yay.

Dündar Fuat, (2008), Modern Türkiye’nin Şifresi, İstanbul: İletişim Yay.

Düzdağ M. Ertuğrul, (2016), Yakın Tarihin İçinden, İstanbul: Gonca Yayınevi

Kabaklı Ahmet, (1989), Temellerin Duruşması, İstanbul: Türk Edebiyat Vakfı Yay.

Kansu Aykut, (2001), Radikal Gazetesi, 27.06.2001

Kılıç Ali -Turgut Hulusi, (2010) Kılıç Ali’nin Anıları, İstanbul: İş Bankası Yay.

Koçak Cemil, (2012), Geçmiş Ayrıntıda Gizlidir, İstanbul: Timaş Yay.

Öztuna Yılmaz, (2005), Türkiye Gazetesi, 6.4.2005

Rey Ahmet Reşit, (2014), İmparatorluğun Son Dönemlerinde Gördüklerim Yaptıklarım, İstanbul: İş Bankası Yayınları

Sarıbay Selahattin Adil, (1982), Selahattin Adil Paşa’nın Hatıraları, İstanbul: Zafer Matbaası

Selahaddin Mehmed, (1989), İttihat ve Terakki’nin Kuruluşu ve Osmanlı Devleti’nin Yıkılışı, İnkılap Yay., İstanbul

Simavi Lütfi, (2006), Osmanlı Sarayının Son Günleri, İstanbul: Pegasus Yayınları

Şerif Paşa, (1990), Bir Muhalifin Hatıraları, İstanbul: Nehir Yay.

Tayşi Mehmet Serhan & Kılınç Taha, (2009), Ali Emiri’nin İzinde, İstanbul: Timaş Yayınları

Topuzlu Cemil, (2017), 80 Yıllık Hatıralarım, İstanbul: İşaret Yayınevi

Türkgeldi Ali Fuat, (2010), Görüp İşittiklerim, Ankara: Tarih Kurumu Yay.

Uzer Tahsin, (1999), Makedonya Eşkiyalık Tarihi ve Son Osmanlı Yönetimi, Ankara, Tarih Kurumu Yay.