3-4 yıllık seçimsiz dönem uzun mu, kısa mı?

Azerbaycan ile TANAP’ı açan Türkiye, bu hafta NATO’ya Akdeniz’de yaptığı Libya Muhtasar Deniz Mutabakatı ile gitti ve önümüzdeki hafta da Rusya ile inşâ ettiği TürkAkım hattının açılışını yapacak. Tek bir cümlede, “Karadeniz, Akdeniz, Hazar ve Avrupa ile NATO’da buluşan” bir Türkiye’den bahsedebiliyorum. Bu bir cümleye sıkışan olaylar kaç yılda, hangi siyâsî ve ekonomik saldırıların yanında darbelerin arasından çıkılarak başarılabildi, düşünebiliyor musunuz?

ANAYASAMIZIN seçim ile gelen hükûmetler için belirlediği 5 yıllık yönetim süreleri ne kadar verimli?

“Daha uzun olsun” diye değil ama “Daha verimli olsun” diye neler yapılabilir?

Batı dünyası Türkiye’yi ekonomik olarak kendine bağımlı kılıp, “IMF ya da benimle çalışmazsan ekonomin çöker” diyerek tehdit ediyor ve istediği zaman başarıyordu da…

Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğinde, son 17 yılda Türkiye bağımsız bir ülke gibi davrandığı zaman kaybettiklerini rahatlıkla telâfi edebilecek alternatifleri olduğunu gördü. Böylesi tehdit ve saldırıların sonuçlarını bertaraf etmek, ne olduğunu anlamak ve karşı refleks geliştirmek, ancak ve ancak siyâsî liderliğin çevresini ikna etmesinin yanında uzun süren bir iktidarın öğretici ağırlığı içinde mümkün oldu.

Bir sohbet ortamında Türkiye’nin ekonomik olarak toparlandığı ve hızla yükselişe geçeceğini yerel ve küresel verilerle açıklamaya çalışan bir arkadaşım dedi ki, “Daha Hükûmet’in önünde 4 yıla yakın görev süresi var. Bu, uzun bir süre! Yani Türkiye 3 yıldan fazla seçimsiz, güçlü bir yönetim şansı ile bugünkü gelişmeyi katlayarak büyütür”.

Bana göre de haklı ve doğru düşünüyor. Politik biri olmayan, aksine bir profesyonel olan bu arkadaşımızın “Türkiye’nin önünde daha 3-4 yıl uzun bir seçimsiz dönem var” diye vurgularkenki ses tonundan Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’nin toplumsal anlamda psikolojik olarak kabul gördüğüne bir kez daha şâhit oldum.

Hani piyasa diliyle söylersek, “İktisâdî sosyal hayat, bu durumu satın almış” durumda.

Ancak gençlik yıllarım olan 90’lı yıllarda, bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak 3-4 yıl sonrası için güven duyulan bir ekonomik görüş duymak asla mümkün değildi. Nereden nereye?!

Bugüne ilâve olarak bir de 17 yıllık tecrübe ile önümüzdeki 4 yıllık seçimsiz dönemin birlikte ne anlama geldiğini düşünün…

İlk defa yönetime gelen bir lider, siyâsî parti ya da devlet yönetimine gelen bir ekip için kazanılan 5 yılın ilk iki yılı “anlamak ve ekip kurmak” gibi işlemlerle geçer, bir yılı ne yapacağına karar vermeye çalışırken, sona kalan bir yıl da ufuktaki yaklaşan seçimin baskısı ve gölgesi altında geçebilirdi.

Yani tecrübesiz ve yeni bir kadro için 5 yıl bile yeterince uzun olamayabilir.

Bir de bu durumlara iç ve dış haileri ya da devşirilmiş aktörleri dâhil edince bağımsız, özgün, güçlü ve kararlı politikalarla yürümek ne kadar mümkün olabilir?

Bazı örnekler vermek istiyorum…

Meselâ geçen hafta açılan TANAP projesinin temeli, Eylül 2015’te atıldı. Açılışı ise, malûmunuz, Aralık 2019… Tam kapasiteye ulaşması 2026 yılında mümkün olacak. 4 yıl inşâsı sürmüş, 1 yıldan fazla da proje öncesi karar, projelendirme ve ihale süreci olmuştur. Yani en az 5 yıl!

Demek oluyor ki, bu proje için gösterilen güçlü siyâsî iradeyle bile mümkün olabilen en hızlı gerçekleşme süreci ihtiyacı bu kadarmış.

Neden söylüyorum bunu?

Önceki gün Rusya Federasyonu Başkanı Vladimir Putin’den Bulgaristan için bir uyarı, hattâ tehdit cümlesi duyuldu: “Bulgaristan, Rus gazının Türkiye üzerinden Bulgaristan’a sevk edilmesi için Rusya’ya sağladığı güvencelere ve ilettiği taleplerine rağmen, ne kadar üzücü ve garip dursa da projenin inşaatını kasıtlı bir şekilde erteliyor. TürkAkım’ın Bulgaristan’daki inşaatına dair nasıl uygulanacağını göreceğiz. Eğer Bulgaristan projeyi gerçekleştirmek istemiyorsa, Güney Avrupa’da fırsatlarımızı gerçekleştirecek farklı yollar buluruz.”

 

Putin ayrıca, “Sırbistan, TürkAkım’ın Güney Avrupa’da karada devam eden kısmı olan gaz iletim sisteminin inşâsına katıldı. Boru hattının Sırbistan’daki inşaatı gelecek haftalarda tamamlanacak” diye de konuştu.

Bir diğer örnek şu: Almanya’da siyâsî istikrar ve ekonomik güç olmasına rağmen 2006’da başlayan Berlin Branderburg Havalimanı 13 yıldır bitirilemedi ve 2021’den sonra açılabileceği söyleniyor. Bitmeden 15 yıl geçecek ve sonrası belli değil.

Bakınız, tek bir örnek bile yerel, ulusal ve uluslararası projelerde ekonomik, ticârî ve siyâsî ilişkilerde 3-4 yıllık seçimsiz dönemin ne kadar kısa ve yetersiz olduğunu düşündürmeye yeter! Seçim ile gelen hükûmetlerden de öte, bu tür önemli konularda devletin kararlılığı veya “devlet politikası” dediğimiz sürekliliğin kesintiye uğramaması son derece kıymetli!

Meselâ Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP), 37 yılda tam 27 iktidar görmüş, onlarca bakan eskitmiş ama Devlet, iradesinden ve kararlılığından vazgeçmemiştir. 2002 yılı sonrası hız kazanmış ve bugün tamamlanarak başarıya ulaştırılmış bir projedir.

Bu arada geçen hafta Azerbaycan ile TANAP’ı açan Türkiye, bu hafta NATO’ya Akdeniz’de yaptığı Libya Muhtasar Deniz Mutabakatı ile gitti ve önümüzdeki hafta da Rusya ile inşâ ettiği TürkAkım hattının açılışını yapacak. Tek bir cümlede, “Karadeniz, Akdeniz, Hazar ve Avrupa ile NATO’da buluşan” bir Türkiye’den bahsedebiliyorum. Bu bir cümleye sıkışan olaylar kaç yılda, hangi siyâsî ve ekonomik saldırıların yanında darbelerin arasından çıkılarak başarılabildi, düşünebiliyor musunuz?

Uzatmaya gerek yok, İstanbul Havalimanı, Osman Gazi ve Yavuz Sultan Selim Köprüleri, Bakü-Tiflis Demiryolu Projesi ile Çin’e bağlanan Marmaray, bu hafta YHT hatlarında kullanılmak üzere Almanya’dan gelen 12 hızlı tren seti vs…

Evet, bugün Türkiye, dünyaya kıyasla çok daha hızlı bir toparlanma ve ekonomik performans gösteriyor. Bu başarı elbette Türkiye’deki siyâsî iradenin gücü ve ekonomi yönetiminin kararlılığı ile oluşuyor.

Ekonomik ihtiyaçlara, farklı ihracat pazarlarına, askerî teknolojide güçlü partnerlere ulaşmadaki imkân ve çeşitlilik, Türkiye’nin bağımsızlığını pekiştiriyor.

Bağımsız olmak, anayasaya yazmakla değil, inanmakla mümkün oluyor!

Bağımsız olmak için fakir kalmaya mahkûm değiliz ama “Fakir bırakırız” tehditlerine direnecek kadar inançlı olmadan da bağımsızlık elde edilemiyor.