28 Şubat bin yıl sürecek mi?

Devlet Güvenlik Mahkemelerinin o günlerde nasıl çalıştığını ve bu mahkemelerin kaldırılması işleminin Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki en kritik referandum içeriklerinden biri olduğu unutulmamalı. Peki, Devlet Güvenlik Mahkemelerinin kaldırılması üzerine açılan Özel Yetkili Mahkemelerin gerçekleştirdiği operasyonlar? Bu mahkemelerin açılması, varlığı ve kimlerle donatıldığına dair gurur dolu haberler yapanlar kimlerdi?

2001 yılında kopan ekonomik krizin üzerine AK Parti’nin iktidara gelmesi ve zihinlerde “askerî vesâyet” başlığıyla yazılı duran kaygı istasyonunun sözde baskılanması üzerine birçok kesim, “28 Şubat hani bin yıl sürecekti?” minvâlinde çıkarımlarda bulundu…

Çok destek bulan bu söylemin, askerî hegemonyanın ülke siyâsetine etkisinin törpülenmesi anlamıyla kullanıldığını anlayabiliyorum. Ancak daha önce de ifade ettiğim gibi, askerî darbe, sadece ve sadece bir araçtır ve herhangi bir aracın bir daha kullanılmaması, amaca ulaşmak için farklı bir yöntemin kullanılmayacağı anlamını içermez.

Varmak istediğiniz yere yürüyerek, bisikletle, motorlu taşıtla, uçakla, trenle yahut gemiyle gidebilirsiniz. Burada önemli olan, hangi yolu izleyeceğinizdir…

Bir yerden bir yere gitmek için baz alacağınız kriter, haritadır.

Harita, bir zemindir.

Türkiye’de de askerî darbe, amaca giden yollar arasından haritada yer alan bir seçenektir sadece. Ancak haritanın kendisi değildir. Harita, anayasadır!

Parlamenter sistem ve askerî vesâyete alan açan diğer hukukî imkânlar, Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Modeli ile bir çevreyoluna sokularak boğulmuştur. Zira parlamanter sistem, halka halk egemenliğini tevdi etmeyen bir arıza, kemere tornavida ile açılmış bir delikti.

Fakat ülke siyâsetinin çevre yollarına değil, yeni bir haritaya ihtiyacı vardır. Bu çerçevede 28 Şubat, devam etmektedir!

28 Şubat’ın bin yıl süreceğini asker üniformalı isimlerden duyduğumuz için anti-militer bir havayla konuya sadece askerî vesâyet kaygısının ortadan kaldırılması veya bir daha darbe olamayacağı öngörüsüyle yaklaşıyoruz.

Ancak AK Parti’nin daha iktidar olduğu 3 Kasım 2002 Genel Seçimi’nden bir hafta önce irticâî faaliyetlerin odağı olma suçlamasıyla kapatılması konusunu atlıyoruz. Bu, askerlerin talep ettiği bir işlem, daha doğru ifadeyle askerlerin doğrudan müdâhil olduğu bir icra mıydı?

Devlet Güvenlik Mahkemelerinin o günlerde nasıl çalıştığını ve bu mahkemelerin kaldırılması işleminin Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki en kritik referandum içeriklerinden biri olduğu unutulmamalı.

Peki, Devlet Güvenlik Mahkemelerinin kaldırılması üzerine açılan Özel Yetkili Mahkemelerin gerçekleştirdiği operasyonlar? Bu mahkemelerin açılması, varlığı ve kimlerle donatıldığına dair gurur dolu haberler yapanlar kimlerdi?

28 Şubat, eğer bir yeni harita çizimi gerçekleştirilmezse neden devamlılığını sürdürecek, biliyor musunuz?

Çünkü Türkiye’de bugünkü sert toplumsal gerilimin tohumları o günlerde atılmıştı. Ve mesele askerî darbe yapmak değil, bu tohumlardan gelecekte ürün dermekti.

Öyle ya, istenilseydi post değil, doğrudan darbe de yapılabilirdi. Refah Partisi’ni bile isteye, seve seve iktidara taşıyan halkın çocukları değiller miydi orduya personel olanlar? Evet, daha önce olduğu gibi, değil mi?

Askere Cumhuriyet’i korumak görevi haritada çizili sarp dağlardan biriydi ve dilediği zaman o dağa çıkabilirdi asker.

Cumhuriyet’i korumak… Tıpkı Fransa’daki gibi… Hattâ Avusturya’daki gibi…

Geçtiğimiz günlerde Viyana’daki terör saldırısını Avusturya Başbakanı Sebastian Kurz, “Cumhuriyetimizin en karanlık günlerinden birini yaşıyoruz” şeklinde yorumladı.

Cumhuriyet “halk” demekken, halktan halkı korumak, ne yüce bir vazîfe, değil mi?

İzmir’deki enkazdan kurtarılan yavrucağın sağlığına “Allah-u Ekber!” şeklinde sevinenlere tepki gösteren bir zihniyet varsa, 28 Şubat hâlen sürüyor demektir.

Mesele, bu zihniyeti yok etmek değil, bu zihniyete sahip olanların zihnî ıslahını gerçekleştirmektir. Kusura bakmayın, 18 yıllık iktidar sürecinde bir değil on defa “Fikrî iktidar, muktedir iktidar olamadık” derseniz, bu ıslaha daha çok hasret kalırız.

Refahyol iktidarı o postmodern darbe ile düşmeye zorlanınca, Şehit Muhsin Yazıcıoğlu’ndan işitmiştim “Biz sadece iktidarda olmayacağız, iktidarda muktedir olacağız” sözünü…

O vakit kıymetini biliyordum bu sözün, bugün maalesef daha da çok biliyorum!