Parola: İstikrarsızlık
DERİN odaklar, Cumhuriyet’in ilânından sonra iktidar için hep
yeni ve kanlı tertiplerde yeni figüranlar kullandılar. O yüzden bir öğrenci
lideri olan Sarp Kuray, 12 Mart 1971 öncesi, “Mısır patlatır gibi bomba
patlatıyorduk” itirafında bulunmuştu. Mısır patlatır gibi bomba patlasın ki
halk bir yandan ölürken, diğer yandan da “Yok mu bir kurtarıcı?” diyerek gözünü
askere çevirsin.
12 Eylül darbecileri, kendilerinde sıkıyönetim yetkileri
olmasına rağmen günde 20 kişinin ölmesine engel olmadılar. Çünkü onların
iktidara gelebilmesi için günde 20 kişinin ölmesi ve halkın “Yok mu bir kurtarıcı?”
demesi gerekiyordu. 57 Alevî vatandaşın öldürüldüğü Çorum Olayları, âdeta bir
“plânlı askerî tatbikat” gibi işte bu tertiplerden biriydi. Dönemin Ülkücü liderlerinden
Mustafa Kubat, “Alevîleri öldürenler Ülkücü değildi. Darbe yapmak için şehri
birbirine düşürdüler” Diyordu.
İktidara gelmek için büyük plânlar yapan küçük derin azınlık, 1990 yılından
itibaren ülkeyi “istikrarsızlaştırmak” için yeniden düğmeye basmıştı. Darbeye
giden yolun altın anahtarı, “ülkenin yönetilemez hâle getirilmesiydi”.
Cumhurbaşkanı Özal’ın 17 Nisan’da suikastla öldürülmesinin ardından, derin
odaklar bu kez 2 Temmuz 1993’te, Maraş ve Çorum Olaylarının yeni bir
uygulamasını sahneye koydular. Sivas’ta düzenlenen Pir Sultan Abdal Şenlikleri,
onlar için biçilmiş kaftandı. Program için Sivas’a giden ve Madımak Oteli’nde
kalan sanatçı ve organizatörler burada saldırıya uğradılar. Kaldıkları otel
yakıldı. Otelden çıkamayan 37 kişi dumandan boğularak öldü. (“Oteldekiler diri
diri yakıldı” söylemi, derin odakların seçtikleri bir propaganda işaretiydi.) O
tarihte 78 yaşında olan Aziz Nesin, ateşe verilen otel binasından, itfaiye
merdiveninden aşağıya inerek kurtuldu.
O günlerde Sivas’ta asker olarak görev yapan Markar Eseyan’ın anlatımına
göre, Türk tarihine kara bir leke olarak geçecek olay, 2 Temmuz 1993 günü, saat
13:30’da başlıyor. 13:45’te Vali, Tugay Komutanından olaylara müdahale etmesini
istiyor. Vali durumu hemen Başbakan ve İçişleri Bakanı’na da bildiriyor. (O
sırada DYP-SHP iktidarı hâkimdi. İçişleri Bakanı, DYP’li Mehmet Gazioğlu idi. Mehmet
Gazioğlu’nun olaydan bir hafta önce bu göreve getirilmesi, tertibin bir başka parçasıydı.
Çünkü dört ay boyunca İçişleri Bakanlığı yapan Gazioğlu, bakan olduktan sonra
verdiği ilk röportajda, kendisine bakanlık verilmesine şaşırdığını ve İçişleri
Bakanlığı’nın durumunu çok iyi bilmediğini ifade etmişti.)
Merkezden Vali’ye ve polise, “Anlaşıldı, müdahale etmeyin” deniliyor. Otelde
bulunanlar da manzaranın vahametini görüyor ve başta Başbakan Yardımcısı Erdal
İnönü olmak üzere bütün tanıdıklarını arıyorlar. Onların verdikleri cevap da
manidar: “Merak etmeyin, gereken yapılacak…” (Eseyan, 2011)
Derin odaklar altı saat boyunca olaya müdahale ettirmedi!
Aradan tam altı saat geçtiği hâlde, derin odaklar olaya müdahale
ettirmiyorlar. Yarım saatte dağatılabilecek kalabalık, otelin önünde artarak
çoğalmaya devam ediyor. Akşam 19:45’te otelin önündeki kalabalık önce otelin
önündeki araçları, daha sonra da oteli ateşe veriyor. Böylece derin odaklar
tarafından tertiplenen yeni “Menemen vakası”, “Madımak” adıyla tarihe geçiyor…
“Anlaşıldı, müdahale etmeyin” talimatının derin elemanları ve “Merak
etmeyin, gereği yapılacak” derin kararının sahipleri, gereğini yapıyorlardı.
13:45’te başlayan olaylar tam altı saat sürüyor, devlet göstericilere müdahale
etmiyor ve mukadder akıbet gerçekleşiyordu. Ne kadar manidardır ki, bugüne
kadar, 6 saat boyunca olaylara müdahale etmeyen derin irade hiçbir zaman
sorgulanmadı.
Dönemin Sivas Valisi Ahmet Karabilgin, Sivas olaylarının karanlık yüzü ile
ilgili açıklamasında askerin ilk andan itibaren olayları yakından izlediğini, Genelkurmay
Başkanı Orgeneral Doğan Güreş’in, kendisini arayarak, “Orada 6 bin mevcûdum
var, hepsi emrinde” dediğini anlatmıştır. “Güreş Paşa’ya, ‘Paşam bunları bana
söylemeyin. Yanımda Tugay Komutanı var. Telefonu ona veriyorum. Ona söyleyin,
talimatınızı ona verin’ dedim. Tugay Komutanı telefonu aldı, ‘Baş üstüne
Komutanım!’ dedi ve gitti” diyen Karabilgin, daha sonra beklenen askerî
kuvvetin bir türlü gelmediğini belirtmiştir (Milliyet, 2002).
Dönemin SHP Milletvekili Ziya Halis de derin provokasyonu şöyle anlatır: “Ben o zaman Sivas milletvekiliydim. Olayı öğrendiğimde hemen Tansu Çiller’le telefonla temas kurdum. Aldığım bilgi, otelin önündeki esas protestocu grubun 100 kişi civarında olduğuydu. Diğer kalabalık onları seyrediyordu. Bu durumu kendisine bildirdim ve öndeki kişilere müdahale edilirse olayın sorunsuz atlatılabileceğini söyledim. Bana, ‘Bize gelen bilgi öyle değil, sen bilgini teyit edip bana tekrar dön’ dedi. Ben de Sivas’taki partililerle tekrar konuştum. Bilgiyi teyit ettim. Ne var ki, Tansu Çiller’e bu bilgiyi aktarmak için aramama rağmen bir daha telefonuma çıkmadı. Bunun üzerine Genelkurmay Başkanı’nı defalarca aradım, telefonuma çıkmadı. Eğer telefona çıksa ve söylediklerimizle ilgilenseydi bu olay olmayacaktı.” (Halis, 2010)
Derin odaklar plânın ikinci devresini hayata geçiriyor!
Bu menfur olaydan 3 gün sonra yani 5 Temmuz 1993’te, yaklaşık 100 kişiden
oluşan terörist grup, Erzincan’ın Yukarı Barasor vadisinin en son köyü olan
Başbağlar köyünde eşi görülmemiş bir katliam gerçekleştirdiler. Kadın, erkek,
çocuk demeden herkesi bir meydana toplayan teröristler, köyün erkeklerini 100
metre ötedeki kavaklıkta kurşuna dizdikten sonra köyü ateşe verdiler. Katliamda
29 vatandaş kurşuna dizilerek, bir çocuk ve 4 kadın da yakılan evlerde diri
diri yanarak can verdi.
Üç gün arayla iki sinir ucuna dokunan derin odakların amacı, ülkede bir
kardeş kavgası çıkarmaktı. O gün bugündür Madımak Olayı, bazı Alevîler
tarafından Sünnî ve sağ iktidarlara karşı âdeta koçbaşı olarak kullanılmıştır. CHP
başta olmak üzere birçok odak, Madımak ateşine körükle gitmektedir.
Başbağlar Dâvâsı’nın mağdurlarının avukatı Cüneyt Toraman, Başbağlar Olayı’nın
faillerinin kısa bir süre sonra yakalandığı hâlde yargıya müdahale edildiğini
ve sanıkların serbest bırakıldığını, serbest bırakıldıktan sonra bir daha da
bulunamadığını, Sivas’ta ise oteli kimlerin yaktığının dahi bulunamadığını
söylemiştir (Yeni Akit, 2013).
“Madımak Vakası”, tıpkı 6-7 Eylül 1955 ve 3 Eylül 1978 olayları gibi derin
devletin Türkiye’yi bir kaos ortamına sokarak yönetilemez hâle getirme plânının
şahâne bir parçasıydı. Ne var ki, provokasyonlar üzerinden politika yapan bazı
mahfiller bunu ısrarla görmemekte, vakanın her yıldönümünde derin devletin
ekmeğine yağ sürmeye, onların tezgâhı üzerinden yara kaşımaya devam etmişlerdi.
Nitekim Emekli Koramiral Atilla Kıyat, bu politikaların bir parçası olarak,
“1993-97 yılları arasında işlenen faili meçhul cinayetlerin devlet politikası
olduğunu” Haber Türk TV’de alenen söylemiştir (Kıyat, 2010).
Ve aradan 20 yıl geçtikten sonra, 2013 yılında, tertibin
failllerinden bir subay tarafından olay itiraf edildi. İngiltere’de, İsrail ve ABD’de eğitim görmüş Özel Harp Dairesi üyesi Üsteğmen
H.Ç., Madımak Olayı’nı nasıl tertiplediklerini şöyle anlattı:
“Sivas’ta bir otel yangınına sebep olduk. Biz o zaman
Erzincan’da idik. Poligon Birliği’nde, Ordu Komutanlığının hemen arka tarafında...
O zaman Teoman Koman vardı ve ordu komutanı, bizzat poligon birliğine gelip bir
birimin Sivas’a gitmesi gerektiğini söyledi. Helikopterle geldik ve Sivas’a 11 kilometre
kala bir mezraya indik. Askerî haritalarda koordinatları 58’e 47... 13 kişiydik,
herkes ikişerli gruplara ayrıldı... Bizim bölgede yaptığımız en büyük olay, insanların
Madımak Oteli önünde toplandığı zaman taşı atmamız ve geri çekilmemizdir.
(…)
Yanlış hatırlamıyorsam, altılı gruba ayrıldığımız timde
beşinci gruptaki bir arkadaş ilk başta bir mermi sıktı. Ve arkasından molotof
kokteylleri… Daha sonra Madımak Oteli’nin içerisine girmeye çalışan insanlar
oldu. Olay olduğu gün ateş eden insanlardan birisiydim. Bir çatışma esnasında
ele geçen 9 milimetrelik bir silah… O silahla ateş edildi, hattâ Madımak
Oteli’nin camlarından bazı kurşunlar çıkarıldı.
Biz yapmamız gerekeni yaptık. Halkı ateşledik, halk olaya
girdi ve timler bir anda geriye çekilmeye başladı. Ve geldiğimiz yoldan aynı
şekilde geri dönüşümüz yapıldı.” (Türkiye Gazetesi, 2013)
Bazı Alevîler, Madımak ezberlerini ve ağıtlarını
tekrarlamak yerine 6 saat boyunca olaylara müdahale etmeyen derin odakları neden
sorgulamıyorlar? Diyelim ki, derin iradeye güçleri yetmiyor, olaylardan bir
saat içinde haberi olan, ancak beş saat içinde müdahaleyi sağlayamayan dönemin iktidarı
ve kendi destekledikleri SHP’nin Genel Başkanı ve Başbakan Yardımcısı Erdal
İnönü’yü neden sorgulamıyorlar?
Madımak’ın hemen ardından tertiplenen Başbağlar Katliamı’nda
bazı tanıdıklarını kaybetmiş biri olarak bizler, küçük bir PKK yanılgısından
sonra Başbağlar’ın gerçek faillerinin derin devlet olduğunu, olayın bir büyük
plânın küçük parçası olduğunu biliyor ve anlatıyoruz. Bazı Alevîler, olaylara
altı saat boyunca müdahale ettirmeyen iradeyi, dönemin SHP iktidarını neden
sorgulamıyorlar? “Ezber tekrarlamanın verdiği rehâvet kaybolur, gerçekle
karşılaşırız” diye mi korkuyorlar?
Kaynaklar
Eseyan
Markar, Taraf, 03.07.2011
Halis Ziya,
Yenişafak, 01.11.2010
Kıyat Atilla, Haber 7, 03.08.2010
Milliyet, 02.07.2002
Türkiye Gazetesi, 02.07.2013
Yeni Akit, 04.07.2013