27 Nisan 2007 muhtıra bozgunu

15 gün sonra Çankaya’da kahve içeceklerini zannedenler, neye uğradıklarına şaşırdılar. 10 yıl önce kendisine “pezevenk” diye küfreden generali görmezden gelen Başbakan Erbakan’ın talebesi Başbakan Erdoğan, darbe bildirisini klasörlerle getiren generalin kafasına klasörleri atıvermişti. Darbecilerin kurduğu pusu, milletin geleceğini düğümlemek isteyen kara büyü bozulmuştu.

GENERAL Elektrik’in yıllarca CEO’luğunu yapmış Jack Welch, “Kibir katildir” diyor bir makalesinde...

Rakibini en çok küçümsediğin, kendini en çok güçlü hissettiğin an, aslında en zayıf olduğun andır ve bozgun bir yerden başlamış demektir. 

15 gün içinde İstanbul’da kahve içmek üzere sözleşen müttefik orduları Çanakkale’de bunun için Seyit Çavuş’un mermisine, Hafız Nusret’in mayınına tosladılar. 

Çünkü kibir ve zulüm, “gayretullah”a dokunur, “sünnettullah”ı harekete geçirir.

***

27 Mayıs'ta, 12 Mart'ta, 12 Eylül'de, 28 Şubat'ta milletin temsilcilerini düşman olarak kodlayıp, hedef tahtasına oturtan, sonra da topyekûn bir savaşla iktidarından eden odaklar, 27 Nisan'da da aynı keyfi yaşayacakları zannıyla, hükûmete el ense çekmeye çalıştılar. 

Ülkede Cumhurbaşkanlığı seçimi vardı ve TBMM'de AK Parti'nin Cumhurbaşkanı adayı Abdullah Gül'ün adaylığının birinci oylaması yapılmıştı. 

Aynı gece bir de ne görelim!? Sabah namazında cami kapısına bırakılan sahipsiz bir çocuk gibi, Genelkurmay Başkanlığı'nın sitesinde sahipsiz bir bildiri...

Hem mânâsı hem de edebî değeri bakımından anlaşılıyordu ki bildiri Genelkurmay Başkanlığına ait değildi.

Askerliği değil siyaseti kendilerine meslek edinmiş bazı şahıslar, bir dönem Radyoevini ele geçirip bildiri okuttukları gibi bu sefer de Genelkurmay’ın sitesine sızmışlar, bildiri yayınlatmışlardı.

Yunanistan'la bile barış süreci başlatılmışken, bildiri “‘Ne mutlu Türküm diyene’ anlayışına karşı çıkan herkes düşmandır” diyerek, kendi halkını düşman ilân ediyordu. 

Peşinden de aşağıdaki tehditler savruluyordu: 

“(...) Bu durum, Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından endişe ile izlenmektedir. Unutulmamalıdır ki, Türk Silahlı Kuvvetleri bu tartışmalarda taraftır ve laikliğin kesin savunucusudur.” 

“(...) Ayrıca, Türk Silahlı Kuvvetleri yapılmakta olan tartışmaların ve olumsuz yöndeki yorumların kesin olarak karşısındadır, gerektiğinde tavrını ve davranışlarını açık ve net bir şekilde ortaya koyacaktır. Bundan kimsenin şüphesinin olmaması gerekir.” 

“(...) Türk Silahlı Kuvvetleri, bu niteliklerin korunması için kendisine kanunlarla verilmiş olan açık görevleri eksiksiz yerine getirme konusundaki sarsılmaz kararlılığını muhafaza etmektedir ve bu kararlılığa olan bağlılığı ile inancı kesindir.” 

Peki, Genelkurmay Başkanlığı'nın sitesine sızarak bildiriyi koyan şahısların derdi ve öfkesi neydi?

Onu da şöyle izah ediyorlardı: Ankara’da 23 Nisan günü Kur’ân okuma yarışması tertip edilmişti. 

Darbecilerin kadim ortakları olan Hürriyet, Milliyet ve Vatan gazeteleri, ertesi gün aynı manşeti atmışlardı.

Hürriyet, “Genelkurmay’dan çok sert açıklama”, Milliyet, “Genelkurmay'dan çok sert açıklama”, Vatan, “TSK'dan muhtıra gibi açıklama” manşetlerini atarak bombardımana ateş desteği vermişlerdi

Gece yarısı Genelkurmay’ın web sayfasında AK Parti’yi ve Türk halkını hedef alan zehir zemberek korsan bildiri, Cumhurbaşkanlığı seçimini ve sonrasını tanzim etmeyi hedefliyordu. 

27 Nisan, askerin, 28 Şubat’tan sonra ilk kez bu kadar açıktan siyasal sürece müdahale kararıydı. Sadece Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı olmasını engellemek değil beraberinde AK Parti’nin güçlenmesi muhtemel iktidarını da geriletmek amacı taşıyordu. 

Türk siyaset tarihine kara bir leke olarak geçecek bildiri, “Kutlu Doğum Haftası etkinliklerini, mevlit merasimlerini, Kur’ân ve ilâhî yarışmalarını” tehlike olarak ilân ediyordu.

E-muhtırada halkın bir kısmı önce düşman ilân ediliyor, daha sonra Silahlı Kuvvetler’in bu düşmana karşı sarsılmaz bir kararlılık içinde olduğu belirtiliyordu.

Karpat, 27 Nisan Darbe Kalkışması’nı şöyle anlatır:

“Ordu, ‘laik’ ve ordu dostu bir Cumhurbaşkanı olan Ahmet Necdet Sezer'in görev süresinin dolmasından sonra, Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanı seçilmesine karşı çıktı. Anayasa Mahkemesi TBMM'nin seçimini iptal eden keyfi bir karar aldı. Bu sırada ordu da hükümete karşı bir hayli üstü kapalı bir uyarı yayınladı. (Karpat, 2007: 294)

Tamer Korkmaz’ın tespitiyle, “Emir komuta zinciri dışında çalakalem yazılmış, Çankaya seçimlerini etkilemeyi amaçlayan sanal bir muhtıraydı bu”. (Korkmaz, 2009)

Hasan Celal Güzel’e göre ise bu bildiri, “Genelkurmay Başkanı’nın bilgisi dışında internet sayfasında yayınlanmıştı”. (Orakoğlu, 2007: 170) Büyükanıt şahsiyetini korumak için bildiriyi sahiplenmek zorunda kalmıştı. 

Yukarıda da yazdık ya, kibir katildi… Kibirli komutan, halkını ve onun dinini düşman ilân ederek ordusunu açık bir bozguna hazırlamıştı.

Nitekim öyle oldu. Hükûmet, Genelkurmay Başkanlığı'nın sitesine bildiri sızdırmış şahısları tersleyip, onlara görevlerini hatırlattı. Sonra da seçime gitti. 

Halk, kendisini ve Kur’ân’ını düşman ilân etmiş ve Genelkurmay'ın sitesine sızmış şahıslara ikinci bir bozgun yaşattı. 

15 gün sonra Çankaya'da kahve içeceklerini zannedenler, neye uğradıklarına şaşırdılar. 

10 yıl önce kendisine “pezevenk” diye küfreden generali görmezden gelen Başbakan Erbakan’ın talebesi Başbakan Erdoğan, darbe bildirisini klasörlerle getiren generalin kafasına klasörleri atıvermişti.

Darbecilerin kurduğu pusu, milletin geleceğini düğümlemek isteyen kara büyü bozulmuştu.

ABD’nin Newsweek dergisinde “2007’de Türkiye’de darbe olma ihtimali yüzde 50 şeklinde” makale yazan Zeyno Baran’ın kışkırtmaları boşa çıkmıştı.

Bozguna bir süre sonra sahip çıkmaya çalışan bir komutan, Balyoz darbe plancıları savcılığa çağırılınca, apar topar basına bir beyanat verdi. 

Beyanata göre “27 Nisan muhtıra değildi”. Çankaya seçimlerine de asla müdahale edilmemişti. 

Bu açıklama da bozgunun son perdesi olmuştu.

Bazı bozgunlarda komutanın karargâhı da elden gider. Bu sefer de öyle oldu. Komutan, önce sahiplendiği muhtıranın elini yakacağı korkusuna kapılınca elinden bırakmak istedi. 

27 Nisan'dan çıkarılacak çok ders var. Bunlardan birkaç tanesini tarihe kayıt düşme sadedinde sıralayalım: 

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin düşmanı Türk halkı değildir, olamaz. Kendine düşman arayanlar, başka düşman bulmalı, halkını düşman ilân etmekten vazgeçmelidir. 

Türk halkı, dinine ve Kur’ân’ına karşı kullanılan endişe verici üslûptan hiçbir zaman hoşlanmaz, sahiplerini affetmez. Türk halkı, dininin kesin savunucusudur. 

Türk halkı, temsilcilerine ve iktidarına karşı yürütülen mücadeleyi kabullenmez. Bundan kimsenin şüphesinin olmaması gerekir. 

Türk Hükûmetleri, kanunlarla verilmiş görevi, milletin verdiği yetkiyi yerine getirme konusunda sarsılmaz bir kararlılığa sahiptir. Ve bu kararlılığa olan bağlılığı ve inancı artık kesindir.

Hükümetin cuntacılara verdiği tarihî cevap, birden bütün dengeleri Hükûmet lehine değiştirmiş, halk şapkasını alıp gitmeyen siyasileri “İşte benim temsilcilerim” şeklinde her platformda alkışlamıştı.