
CUMHURİYET dönemi askerî
darbeler tarihinde 27 Mayıs Darbesi’nin özel bir yeri vardır. Darbenin temel
gerekçesi, “irtica ve Atatürk ilkelerinden (CHP’nin altı okundan sapılması)”
iddiasıydı. 1957 Genel Seçimlerinde yüzde 48,6 oy almış olan Demokrat Parti (DP)
hükûmeti bir gece baskını ile devrilmişti.
Darbeciler, o tarihte yürürlükte olan 1924 Anayasası’nın tamamını silah
zoruyla yürürlükten kaldırıp, kendi anlayışlarına göre yeni bir anayasa (1961)
hazırlamışlardı. Buna rağmen DP’lileri anayasanın bazı maddelerini ihlâl etmek
suçlaması ile darbecilerin hizmetkârı bir mahkemede yargılatıp
cezalandırmışlardı.
Darbeciler bütün DP yöneticilerini aşağılamak için, “Düşükler” diye
adlandırıp Yassıada’da kurdukları özel mahkemelerinde yargılamaya
başlamışlardı. Tutuklu DP yöneticilerine her türlü işkence ve insanlık dışı
muamele sistemli bir şekilde yapılıyordu. Darbe esnasında ve sonrasında
işkenceyle katledilenler olmuştu. (İçişleri Bakanı Namık Gedik, Sağlık Bakanı
Lütfü Kırdar, DP’li İstanbul Milletvekili Yusuf Salman, Afyon Milletvekili Gazi
Yiğitbaşı, Bursa Milletvekili Kenan Yılmaz, Başbakanlık Denetleme Kurulu üyesi
Lütfü Saydam, Konya Valisi Cemil Keleşoğlu ve İstanbul Emniyet Müdürü Faruk
Oktay, DP Fatih İlçe Başkanı Faruk Sargut, Doktor Zafer Perver gibi… Ayrıca
kanser tedavileri kasten ihmâl edildiği için Millî Eğitim Bakanı Tevfik İleri,
Afyon Milletvekili Necati Topaloğlu, DP’li Milletvekili Muhsin Erdener, DP’li
Doktor Kamil Tayşi de tutukluyken ölmüşlerdi.)
Darbeciler, işkence ve insanlık dışı diğer işleri sadece DP yöneticilerine
yapmakla kalmamışlardı. DP iktidarına karşı çıkmayan, darbecilerle birlikte
hareket etmeyen askerî görevlilere de benzeri işler yapılmıştı.
1949-1954 arasında Genelkurmay Başkanlığı yapan Mehmet Nuri Yamut’un
üzerinde birdirbir oynadıkları gibi, darbe esnasında Genelkurmay Başkanı olan
ve darbeye karşı çıkan Rüştü Erdelhun’un da rütbeleri sökülmüş, erlere sabah
akşam dayak attırılıp tekmil verdirtilmişti.
Yassıada Mahkemesi kararı ile 143 kişi 4 yıl iki ay, 117 kişi 5 yıl, 15 kişi
6 yıl, 6 kişi 7 yıl, 2 kişi 8 yıl, 17 kişi 10 yıl, 3 kişi 15 yıl, 1 kişi 20
yıl, 30 kişi müebbet, 14 kişi idam cezasına çarptırılmış, ancak bunlardan
üçünün kararı infaz edilmiştir.
Darbeciler arasında ortaya çıkan görüş ayrılıklarından dolayı Albay
Alpaslan Türkeş, 13 arkadaşı ile birlikte çeşitli görevlerle yurt dışına sürgün
edilmiştir. Türkeş ve arkadaşları, darbecilerle birlikte MBK üyesi iken DP’li
yöneticilere yapılan katliam ve işkence gibi uygulamalara itiraz etmemiştir.
Sürgün edilmiş olmaları o katliam ve zulümlerdeki hisselerini ortadan
kaldırmamıştır. Millet iradesine karşı işlenen darbe suçunun yanında, DP’lilere
karşı işlenmiş olan suçların da ortağı durumundadırlar. Menderes, Polatkan ve
Zorlu’nun idamları esnasında Türkeş ve arkadaşlarının yurt dışında olmaları
sorumluluklarını tartışmalı hâle getirse bile darbe esnasında ve sonrasında
işkenceyle katledilenlerin sorumlulukları üzerlerindedir. Çünkü o işkencelerin
ve öldürmelerin durdurulması için Türkeş ve arkadaşlarının itiraz ettiklerini
gösteren hiçbir bilgiye sahip değiliz.
***
Yapı Kredi Bankası Yayınları arasında bastırılan “27 Mayıs Bakanlar Kurulu
Toplantı Tutanakları” (İstanbul, 2010) adlı kitapta yer verildiğine göre, 4
Mart 1961’de Başbakan Yardımcısı Orgeneral Fahri Özdilek başkanlığındaki
Bakanlar Kurulu toplantısına, İstanbul Teknik Üniversitesi Makine Fakültesi
Öğretim Üyesi Doç. Dr. Necmettin Erbakan da katılıp bir sunum yapar.
Erbakan, toplantıda yaptığı konuşmada, Türkiye’de motorlu vasıta üretimi, bu
kapsamda otomobil üretimiyle ülke sanayisinin gelişimi ve otomobil üretimini
anlatmış, otomobil üretilmesiyle birçok sanayi kollarına iş imkânı açılacağını,
halk nezdinde sanayi gücü itibarını arttırmanın millî güvene sebep olacağını,
uluslararası alanda da Türkiye’nin itibarının artacağını, üretilecek otomobilin
Yakın Doğu ülkelerine ihraç edilebileceğini belirtmiştir.
Bakanlar Kurulu’nda “Otomobil yapalım” teklifini destekleyenler olduğu
gibi, Türkiye’nin bu alanda yeterli tecrübe, bilgi birikimi, sermaye, altyapı
ve nihayet yeterli pazarı olmadığı için karşı çıkanlar da olur. Toplantıda
hazır olmayan darbe lideri Cemal Gürsel’in teklife destek vermesi üzerine,
otomobil yapılması kararı alınır. Bunun için 3 Haziran 1961’de Ankara’da yeni
bir toplantı yapılır. Eskişehir Demiryolu Fabrikasının bu amaçla kullanılması,
29 Ekim 1961 Cumhuriyet Bayramı törenlerine yetiştirilmesi ve otomobil adının
da “Devrim” olması kararlaştırılır. Devirmeyi marifet sayanlar, plânlanan
otomobil için de “Devrim” adını seçmiştir.
Projenin Devlet Demiryolları Genel Müdür Yardımcısı Emin Bozoğlu ve Doç.
Dr. Necmettin Erbakan idaresinde yürütülmesi, ihtiyaç duyulan teknik
elemanların Demiryolları Genel Müdürlüğünden ve İstanbul Teknik
Üniversitesinden karşılanması ile birlikte gerekli görülen 900 bin TL de ödenek
olarak ayrılır.
Geri kalan süre içinde (130 gün), bin kilogram ağırlığında, Warswa motoru
örnek alınarak 50-60 beygir gücündeki motoru ile dört adet Devrim otomobili
üretilir. Bir tanesi trene yüklenerek Ankara’daki 29 Ekim törenleri için
getirilir. İddiaya göre protokol ve güvenlik nedeniyle otomobile yeterli benzin
konulmaz.
Peki, darbe lideri Cemal Gürsel, Devrim otomobili denemesini nerede, hangi
yolda yapmıştır? Gürsel, silah zoru ile kapısına kilit vurduğu TBMM’nin önünü
başlangıç yapar.
Oradan nereye gidecektir? Elbette varış yeri olarak Anıtkabir’i seçmiştir.
Çünkü “devrimini” götürüp orada gösterecektir…
Öyle de yapar. TBMM’nin önünden yola çıkar. Ancak kısa bir süre sonra Devrim,
benzin yokluğundan yolda kalır. Gürsel çok sinirlenir. Devrim’e benzin
doldurularak yoluna devam etmesi isteğini kabul etmez. “Garp kafası ile
otomobil yaptık ama Şark kafası ile benzin koymayı unuttuk” şeklindeki o ünlü
vecizesini orada söyler. Devrim üretiminin devam etmesini istemez. Yüzlerce
insanın üç aylık geceli gündüzlü çalışmasını ve bu arada Devrim için ayrılan
900 bin TL’lik ödeneğin boşa gitmesini hiç önemsemez! O istemedi diye Devrim Projesi
ortadan kalkar, ondan sonra gelen hükûmetler de bir daha bu projeye el
atmazlar. Tarihte bir anı olarak kalır.
***
Evvelâ bir askerî darbenin “devrim” diye adlandırılması, onu meşru etmez.
Çünkü darbe, halk egemenliğine karşı işlenmiş toplu bir suçtur. Sonradan bu
suçun yargı konusu yapılarak hüküm hâline getirilmemiş olması, suçun niteliğini
ortadan kaldırmaz. Sonradan seçimle göreve gelen iktidarların bu darbe suçunu
mahkeme konusu yapamamış olmaları da ayrı birer suçtur ve sonradan gelenlerin
ayıbıdır.
İkinci olarak, bu konuda Erbakan’ın tutumu da dikkat çekicidir. Erbakan,
hayatının hiçbir evresinde CHP’li ve darbe taraftarı olmamıştır. 1960’da
üniversitede öğretim üyesidir. Siyasetin dışındadır. Ancak CHP’li ve darbeci
olmadığından DP taraftarıdır ya da DP’ye taraftarlığı gerektiren bir fikrî
yapıya mensuptur.
DP’li tutukluların Yassıada’da işkence gördüğü, bazılarının işkence ile
hayatını kaybettiği bir esnada Erbakan, darbecilerle iyi ilişki kurmakta bir
sakınca görmemiştir. Erbakan’ın siyâsî kariyeri için bu durum olumsuz ve
oldukça vahim bir safha olmuştur. Halkın seçtiği bir iktidarın bir grup zorba
tarafından bir gece baskını ile alaşağı edilmiş olmasını Erbakan belli ki sorun
saymamış, o zorbalar ile işbirliğini tercih ederek yerli otomobil üretme
hevesine kapılmıştır.
Tuhaf olan başka bir husus da şudur ki, ne zaman yerli otomobil yapımından
söz edilse, Devrim konusu gündeme gelir. Yerli otomobil üretimine karşı olan
bir lobinin kötü niyetinden, Cemal Gürsel’i etkilemiş olmalarından söz edilir.
Erbakan’ın işte bu lobiyi etkisiz hâle getirip 60 yıl önce Türkiye’de yerli
otomobili yapmış olacağı anlatılır.
Ancak aynı Erbakan’ın, on binlerce insanın büyük mağduriyet ve zulüm
yaşamasına neden ve Türkiye’nin son elli senesine damga vurup askerî darbeler
dönemini başlatan 27 Mayıs zorbalarıyla yerli otomobil yapma hayâli ile nasıl
işbirliği yapmayı içine sindirdiği üzerinde her nasılsa hiç durulmamıştır.
Elbette dönemin şartları içinde Erbakan’ın o zulümlere ve mağduriyetlere
engel olacak bir imkânı yoktur. Ancak hiç olmazsa o zalimlerle işbirliği
yapmayabilirdi. Yerli otomobil yapma isteğini seçimle gelen iktidar zamanına
erteleyebilirdi.
Erbakan Hoca, 27 Mayıs zorbalarının emrinde bir teknisyen gibi çalışmaya
razı olmuştur. Millete karşı işlenmiş olan darbe suçuna ad yapılan “devrim”
kelimesine bile bir itirazı olmamıştır. Dönemin şartları içinde bu adlandırma
kendisine küçük bir ayrıntı olarak görünmüş olabilir. Birikimini 27 Mayıs
zorbalarının emrine, hatta hizmetine sunmuştur. Ateşe atılan Hazreti İbrahim’in
ateşini söndürmek için su taşıyan karıncayı kendine misâl almamıştır.
Erbakan’ın yerli otomobil yapma isteğinin ve çalışmasının siyâsî
tartışmalardan ayrı olarak ele alınması savunulabilir. Ancak teklif,
darbecilerden Erbakan’a gelmiş değildir. Aksine teklifi Erbakan, darbecilere
yapmıştır. Böyle bir konunun gerçekleşmesi hâlinde darbecilere nasıl bir siyâsî
saygınlık ya da propaganda imkânı sağlayacağını belli ki hiç önemsememiştir.
“Atatürk ilkelerinden, CHP’nin altı okundan sapıldığı ve irticanın
azdırıldığı” gibi gerekçesi olan bu darbe yönetimi esnasında yerli otomobil
üretilmesi için bu kadar istekli davranan Erbakan’ın darbe gerekçesini dikkate
almayışının makul bir açıklaması olmamıştır. Tarihin garip bir tecellisi olarak
Erbakan da aynı gerekçeyle yapılan darbelere muhatap olmuştur. Kendi partisi
dışında hiçbir siyâsî çevre de Erbakan’a karşı yapılan askerî darbelerde
Erbakan’ın yanında yer almamıştır.
Askerî darbelerden mağdur olanların yalnızca kendilerinin muhatap olduğu darbeyi önemseyip şikâyetçi olmaları, muhatap olmadıkları darbeleri önemsiz görmeleri, hatta onlarla işbirliği içinde bulunmaları, yeni askerî darbe heveslilerini özendiren önemli nedenlerden birisidir. Siyâsî bakımdan ve de millet egemenliği bakımından böyle bir tutum içinde olmak, çok ağır bir yanlıştır.