27 Mayıs 1960 Darbesi’ni kim neden yaptı?

Darbecilerin acımasızca saldırdığı hedeflerden biri de yargı sistemi idi. Darbe sonrasında sadece 7 ay içerisinde yüzlerce hâkim ve savcı zorla emekli edildi. Yargıtay’ın toplam 241 üyesinden 66 üyesi, Danıştay’ın 54 üyesinden 28’i yani yarısından fazlası emekli edildi. Kürsüde toplam 3 bin 123 hâkim ve savcı varken, bunların 520’si rızâsı dışında, cebren emekliye sevk edildi.

BU yazımızda, 27 Mayıs 1960 Darbesi’ne dair süreci öncesi ve sonrası ile sizlerle paylaşacağız. 27 Mayıs Darbesi’ni hakkıyla anlayabilmek için önce Demokrat Parti iktidarının Türkiye için ne anlama geldiğini analiz etmek gerekir.

DP’nin sosyolojik konumu

14 Mayıs 1950’de, Türkiye’de 27 yıllık Cumhuriyet Halk Partisi iktidarı son buldu. Demokrat Parti yüzde 53 oyla tek başına iktidara geldi ve ülkede tek parti dönemi sona erdi.

DP’nin aldığı bu yüksek oyda şüphesiz onun temas ettiği sosyal tabanın büyük payı vardı. Şerif Mardin bu sosyal yapıyı şöyle analiz eder: “Demokrat Parti’nin, çevrenin kültürü niteliğiyle İslâmiyet’e başvurarak elde ettiği büyük yankı, Demokrat Parti’nin seçim kampanyaları, değişim ve geçiş hâlinde bulunan birçok kırsal bölgeye yaşam tarzlarının küçük görülecek bir şey olmadığı inancını aşılamak için tam zamanında işin içine girdi. Böylece Demokrat Parti, İslâmiyet’i ve kırsal değerleri yasallaştırdı (resmîleştirdi).” (Mardin, 1990:61)

Konunun önemli uzmanlarından Kemal Karpat da yaşanan değişime şöyle dikkat çeker: “(…) Bu gelişme bir bakıma Lâtin Amerika’da benzer bir şekilde gerçekleşen ‘orta kesimlerin’ yükselişini andırıyordu.” (Karpat, 2007:75)

Cemil Koçak, halkın sandığın gücünü keşfettiğinden şöyle bahseder: “İlk defa yatırımlar yapılınca halk sonuç görüyor. İnsanlar tek parti döneminde görmedikleri şekilde devlet katlarında kendi seslerini duyuyorlar. Demokrasinin ne olduğunu, gücünü görüyor halk ve sandık orada oldukça insan yerine konulacağını fark ediyor.” (Koçak, 2011)

Bu sosyolojik değişim, devlet bürokrasisine de yansımıştı. Nitekim 1950’li yıllar boyunca, daha düne kadar “her şeyin sahibi” olan CHP, siyâsî etkinliğini yitirdiği gibi, “kamu”da da itibar erozyonuna uğramıştı. 1957 seçimlerinde Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Sadık Altıncan, Kara Kuvvetleri Komutanı İ. Hakkı Tunaboylu ve Hava Kuvvetleri Komutanı Fevzi Uçaner, Demokrat Parti saflarında siyasete girmişler ve milletvekili olmuşlardı.

DP’nin icraatları ve ekonomik ilerleme

Menderes başkanlığındaki DP dönemi, ülkenin kabuğunu kırması için önemli bir milât olur. Dönemin yakın şahitleri, hatıralarında bu anlamda ayrıntılara çokça yer verirler.

Saffet Ulusoy’un naklettiğine göre, Adnan Menderes’in iktidarı sırasında Karadeniz’deki sulak yerlerin ıslahı sonucunda insanlar sıtmadan kurtuldu. Yeni yollar yapıldı. Tarımda makineleşme ve traktör alımının önü açıldı. Dışarıdan buğday alan Türkiye, 1954 yılında buğday ihracatına başladı. Bu gelişme bile ülkeye büyük oranda iş potansiyeli oluşturdu. (Ulusoy, 2005:181)

Mete Tunçay, o günlerdeki ekonomik değişimi şöyle anlatır: “DP’ye gelinceye kadar Türkiye, elli yıldır kımıldamamış bir vaziyette. Köylerin elektriği yok, yolu yok, şehirlerde küçük bir grubun yaşadığı hayatla nüfusun büyük çoğunluğunun hiçbir alâkası yok. İlk defa böyle bir entegrasyon DP zamanında başladı. Elektrifikasyon 60’tan sonra gerçekleşti. Benim gençliğimde telefon büyük bir belâydı. Bir tarafa telefon edeceksen santrale yazdırırsın; ‘acele, yıldırım’ bilmem ne diye farklı tarifelerde beklersin. Teknoloji açısından müthiş bir gerilik vardı.” (Tunçay, 2009)

Hasan Bülent Kahraman’a göre aktif modernleşme, 1950’den itibaren başlamıştır. Yani “Kişi başına düşen geliri artırırsak, kişi başına düşen yol miktarını artırırsak bir modernleşme olur” düşüncesi, 1950’den sonra ortaya çıkar. (Kahraman, 2010)

İşte bütün bu değişimden dolayı Millî Damat Metin Toker’in 1950-54 dönemini konu alan kitabının adı, “DP’nin Altın Yılları”dır! (Öymen A., 2002:44)

İnsan haklarında ilerleme

DP döneminde kayıtlara geçen bir başka ilerleme de insan hakları alanında olan gelişmelerdir. İlk olarak dine ve din adamına karşı yapılan baskılar kaldırılır. Emekli Müftü Mustafa Efe, bu değişimi şöyle anlatır:

“1950 yılına ulaştık. Yine acılı ve sevinçli günler yaşıyoruz. Acılı olaylardan biri de idam istemiyle mahkeme edilmemdir. Suçum lâikliğe aykırı konuşmalar yapmak, suç ortağım da o günün Nahiye Müdürü Mahmut Çapanoğlu Bey’dir. Bizi şikâyet ederek dâvâcı olan adam ise, Köy Enstitüsü Öğretmeni Topal Şakir Bey isimli bir zat...

Kayseri’den seçilen yedi milletvekilinin hepsi de Demokrat Parti’nin adayları idiler. Bunlar daha sonraki günlerde topluca Pınarbaşı’na geldiler. Ne hikmet ise, dâvâ beraat ile sonuçlandı… Eğer bundan önceki parti iktidarda kalmış olsaydı, herhâlde işler daha farklı cereyan edecekti.” (Efe, 2013:71-72)

DP ve ezan

Şüphesiz DP’nin en tarihî icraatlarından biri, yaklaşık 18 yıl boyunca devam eden, büyük baskı ve zulümlere sebep olan, ezanı Arapça okuma yasağına son vermesiydi. Demokrat Parti’nin ilk icraatlarından biri, ezanın aslî formuna döndürülmesi olmuştu. CHP de “din açılımları” bağlamında bunu desteklemişti. (Öztürk M., 2010)

Dönemin şahitlerinden Ali Özek, ezan gününü şöyle anlatır: “Halk ezanın Arapçaya çevrilmesini çok büyük bir coşkuyla karşıladı. İlk Arapça ezan okunduğunda, ben İzmir Kestanepazarı’ndaydım. Hacı Salih Efendi 70 yaşında vardı. Bu haber yayınlanınca, o kadar yaşlı olmasına rağmen Kestanepazarı Camii’nin minaresine çıktı ve Arapça ezanı kendisi okudu. Büyük bir heyecan duyuldu.” (Özek-Yıldırım, 2012:54)

Eski milletvekili M. Cemal Cebeci de o günden şöyle bahseder: “Ezân-ı Muhammedî’nin aslına uygun olarak okunmasına müsaade edildiği gün, güzel sesli müezzinler, hâfızlar tarafından minarelerde çifte ezanlar okundu. Sanki Bilâl-i Habeşî hayata dönmüş de Türkiye semâlarını çınlatıyordu. Halk, huşû içinde ezanı dinlerken sevinç gözyaşları döküyor, bugünleri gösteren Rabbine şükrediyordu.” (Cebeci, 2014:67)  

Amerika-Türkiye

DP iktidarı, dönemin süper gücü ABD ile de İnönü döneminde başlatılmış iyi ilişkileri geliştirme peşindeydi. 1950’den itibaren Amerika ve Marshall Yardım Organizasyonu, Türkiye’ye çok büyük yardımlar yapmıştı. Süt, et, araba gibi birçok şey verdi. O zaman Türk Ordusu her bakımdan Amerika’ya bağımlıydı. Askerî teçhizatın karşılanması için Amerika para veriyordu.

Ali Özek, bu ilişkiden şöyle bahseder: “1954’ten itibaren bu ilişki bozulmaya başladı; çünkü Amerika bu yardımların karşılığı olarak birtakım tavizler istedi. Türkiye vermeyince, aynı Kıbrıs’ta yaptığı gibi, Türkiye’ye ambargo uyguladı. Bu ambargo sebebiyle Türkiye sıkıştı. Amerika’dan gelmiş olan makinelerin, aletlerin, arabaların parçaları başka yerde bulunmuyordu. Demokrat Parti, ‘Millî Korunma Kanunu’ ile bu sorunu kendi içinde çözdü ve milletin gözünü açtı. Torna tezgâhlarında o parçaların yapılmasını sağlayarak dışarıdan gelen malların işletilebilir hâle gelmesini sağladı.” (Özek-Yıldırım,2012:55)

1950’li yıllar boyunca, daha düne kadar “her şeyin sahibi” olan CHP, siyâsî etkinliğini yitirdiği gibi, “kamu”da da itibar erozyonuna uğramıştı. 1957 seçimlerinde Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Sadık Altıncan, Kara Kuvvetleri Komutanı İ. Hakkı Tunaboylu ve Hava Kuvvetleri Komutanı Fevzi Uçaner, Demokrat Parti saflarında siyasete girmişler ve milletvekili olmuşlardı.

Darbe-CHP

İktidarı kaptırdığı günden beri CHP, bu olayı bir türlü hazmedememişti. Öymen’e göre, İsmet Paşa’nın CHP’sine göre halk, DP’ye oy vermekle yanılmıştı! (Öymen A., 2002:60)

CHP on yıl boyunca bu hazımsızlığını bir çok icraatına da yansıtmıştı. CHP, alenen 27 Mayıs Darbesi’nin tertipçileri içinde yer almıştı. Ali Özek, bu anlamda çok çarpıcı bir iddia ortaya atar:

“Urfalı Abuzer Ağa şöyle konuşuyordu: ‘İnönü’ye telefon açtım. ‘Ben şahsen iki yüz üç yüz kişinin cebine harçlığını koydum. Gösteri yapması için Ankara’ya, İstanbul’a gönderdim ve ihtilâl böyle oldu.’ ‘Bu kadar desteğimizden sonra senin yapacağın bu muydu?’ dedim ve İnönü’ye çıkıştım’ diye anlatıyor. Ondan sonra kaymakamı hemen almış.

Hakikaten, ihtilâlden önce İstanbul’da beş bin on bin kişi gece gündüz gösteri yapıyordu. Daha çok genç adamlardı bunlar. O zaman Abuzer Ağa bunu anlattı. Şarkta ne kadar Halk Partili ağa varsa her biri böyle bir grup insan görevlendirip İstanbul’a göndermiş. Ceplerine 3-5 aylık harçlıklarını da koymuşlar. Adamların görevi yemek, içmek ve gösteri yapmak… 27 Mayıs İhtilâli’ni yaptıran, yüzde yüz Halk Partisi’dir.” (Özek-Yıldırım, 2012:182)

Karpat da 27 Mayıs Darbesi ile CHP ilişkisini şöyle anlatır: “1960 Darbesi, şüphesiz Halk Partisi’ne dayanıyordu.” (Karpat, 2008:455)

1960 Darbesi

27 Mayıs 1960’da, düşük rütbeli askerlerin “hücre” şeklinde örgütlenerek kurduğu cuntanın yönetime el koymasıyla DP’nin yanında görülen komuta kademesi de hedefe konuldu. Tıpkı yargı ve üniversitelerde olduğu gibi büyük tasfiye oldu.

Genelkurmay Başkanı Rüşdü Erdelhun, tahkir edici muamelelere tâbi tutuldu. “EMİNSU” adı verilen, ordudan uzaklaştırılan binlerce askerin içinde 235 general vardı. Orduda bu büyük tasfiyenin ardından geriye sadece 25 general kalmıştı. Bu süreç sonrasında Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan, 1961 sonbaharında idam edildiler.

27 Mayıs darbecilerinin idam ettiği Fatin Rüştü Zorlu, Mustafa Kemal Paşa’nın düğününe katıldığı bir şahıstı. Çünkü Zorlu, Dışişleri Bakanlarından Tevfik Rüştü Aras Bey’in damadıydı.

Darbecilerin icraatları

Darbeciler, züccaciye dükkânına girmiş bir fil gibi, on yıl boyunca ortaya çıkarılmış demokrasinin bütün kazanımlarını bir çırpıda yok etmişlerdi. İlk işleri “Millî Birlik Komitesi” isimli bir komite kurmak olmuş, ne var ki bir süre sonra birbirlerine düşmüşlerdi.

Darbeciler, tıpkı ordudan 235 generali attıkları gibi, üniversitelerden de 147 akademisyeni bir çırpıda atıvermişlerdi: “27 Mayıs 1960’tan sonra 147’ler olayı yaşandı. 147 öğretim üyesi, ânî bir kararla üniversitelerden çıkarıldılar. Çıkarılanların çoğu Ekrem Şerif Egeli, Kazım İsmail Gürkan, Tevfik Remzi Kazancıgil gibi Osmanlı devri Tıp Fakültesi mezunu olan kıdemli hocalardı.” (Hatemi, 2010:247)

Darbeciler bazı akademisyenleri de Yassıada ve benzeri yerlerde tekme tokat dövmüşlerdi: “Yassıada mahkûmlarına elden geldiği kadar iyi davranılıyor sanıyorduk. Fakat aradan 10 yıl geçtikten sonra yayınlanan anılardan pek de öyle olmadığını öğrenecektik. Faruk Nafiz Çamlıbel, Orhan Seyfi Orhon, Osman Turan gibi Türkiye’nin övüneceği kültür adamları bile sert muameleye maruz kalmışlardı. Osman Turan’ın tokat yediği söyleniyordu.” (Hatemi, 2010:239)

Darbecilerin acımasızca saldırdığı hedeflerden biri de yargı sistemi idi. Darbe sonrasında sadece 7 ay içerisinde yüzlerce hâkim ve savcı zorla emekli edildi. Yargıtay’ın toplam 241 üyesinden 66 üyesi, Danıştay’ın 54 üyesinden 28’i yani yarısından fazlası emekli edildi. Kürsüde toplam 3 bin 123 hâkim ve savcı varken, bunların 520’si rızâsı dışında, cebren emekliye sevk edildi.

Saffet Ulusoy, yaşanan baskının halka yansıyan boyutuna şöyle dikkat çeker: “İhtilâlden sonra her şey değişti. DP’lilere isimler takıldı. Aşağılanmalarının yanı sıra üçüncü sınıf vatandaş muamelesine maruz kaldılar.” (Ulusoy, 2005:182)

 

Kaynaklar

 

Cebeci M. Cemal, (2014) Doksan Üç Yılın Ardından, Hatıralarım, Ankara: Kimder Yayınları.

Efe Ahmet, (2013) Bir Müftünün Hatıraları, Ankara: Boğaziçi Yayınları.

Hatemi Hüsrev, (2010) Anılar, İstanbul: Dergah Yayınları.

Kahraman Hasan Bülent, (2010), 07.06.2010.

Karpat Kemal, (2007) Osmanlıdan Günümüze Elitler ve Din, İstanbul: Timaş Yayınları.

Karpat Kemal, (2008) Dağı Delen Irmak, İstanbul: Timaş Yayınları.

Koçak Cemil, (2011) Star, 14.8.2011

Mardin Şerif, (1990) Toplum ve Siyaset, İstanbul: İletişim Yayınları.

Öymen Altan, (2002) Bir Dönem, Bir Çocuk, İstanbul: Doğan Kitap.

Özek Ali-Yıldırım Ramazan, (2012) Ali Özek’in Hatıraları, İstanbul: Düşün Yayıncılık.

Tunçay Mete, (2009) Star, Fadime Özkan, 23.11.2009.

Ulusoy Saffet, (2005) Aklımda Kalanlar, İstanbul.