23 Nisan ve Şehr-i Ramazan

Ramazan başlangıcıyla 23 Nisan’ın aynı güne denk gelmesi ise kara komedi olarak hatırladığımız Hac-Kurban meselesi gibi değil. Gerçekten denk geldiler, iyi ki de geldiler, hoş geldiler! Özellikle 1923-1950 arasındaki Cumhuriyet yönetimlerine zaman zaman getirdiğimiz eleştiriler, bizi 23 Nisan’ı kutlamaktan alıkoyamayacaktı elbette.

EY Covid-19, sen neler yaptın bize böyle!

Ne cemrelerin düşüşünü hissedebildik vaka sayılarını takip etmekten, ne Nevruz coşkusunu yaşayabildik doya doya.

Çağlanın tezgâha ilk düştüğündeki bahar müjdesini, çileğin pazardaki kokusunu özledik. Pazartesi günlerinin sendromunu, hafta sonlarının heyecanını unuttuk.

Annemizi ziyarete gidip de sarılıp öpememenin acısıyla tanıştık. Sahilde balık tutmayı, gurûba karşı demli bir çay içmeyi özledik.

Ne çok kişi varmış hayatımızda meğer, ellerini sıkamayınca anladık.

Sosyal mesafe, vaka sayısı, entübe, filyasyon gibi kelimeler hayatımızın önemli birer parçası oldu. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’yı tanıdık; siyaset yapmadan her gece ekranlara çıkan o güzel insanı çok sevdik.

Kendimiz dâhil, birçok ülkenin sağlık sistemleri hakkında detaylı bilgiler edinip ülkemizle gurur duyduk. Eğitimin uzaktan, sınavların online olanını test ettik. Sınavları beğendik de sıraları özleyenleri teselliye çalıştık.

“Ramazan da ertelensin” diyen aydın kılıklılara rastladık sosyal medyada. CHP’nin ne kadar yardımsever, mâliyetinin sonuçları kendisini ilgilendirmeyecek olunca ne kadar bonkör olduğunu fark ettik.

Hükûmet’in yardıma muhtaç 2 milyondan fazla aileye düzenli ödeme yaptığını, salgın sebebiyle bu sayının ikiye üçe katlandığını gördük.

Bitmedi maalesef. Belki az kaldı ama göreceklerimiz var daha. İşte yavaş yavaş alıştığımız salgın konseptindeki hayatımızın son kayıp anları…  

***

Ramazan da coşkusuz geldi. En az bir hafta öncesinden çarşı pazardan anlaşılırdı geldiği; iki gün hurma bile yoktu marketlerde. Büyük marketlerden İslâmî hassasiyeti olanlarda bile Ramazan tezgâhları kurulmamıştı arefeye kadar, sonrasını bilmiyorum.

Mahyalar asılmadı sanki camilere. Ya da benim İzmir şanssızlığım sebep oldu görmememe. İftar çadırları kurulmadı büyükşehirlerde. Teravihler evlere hapsoldu şimdiden. Cumalara gidemeyen cemaatin tek tesellisi, evde de teravih kılınabiliyor olması belki de.

Tabiî en acı tecrübeyi Mekke ve Medîne yaşıyor ibadetler konusunda. Harem-i Şerif ve Mescid-i Nebevî mi daha mahzun, yoksa o kutsal mekânlara âşık olanlar mı acaba?

***

Ve… 100 yıl sonra ilk defa, Meclis’in kuruluşu coşkuyla kutlanamıyor. 20 yaş altı kısıtlamalarından dolayı sokağı özleyen çocuklar, 91 yıl önce kendilerine armağan edilen bu bayramı evde geçirmek zorunda kalıyor.

Vatandaşlar, balkonlarına astıkları bayrakları İstiklâl Marşı ile süsleyerek gösteriyor vefâsını.

Ramazan başlangıcıyla 23 Nisan’ın aynı güne denk gelmesi ise kara komedi olarak hatırladığımız Hac-Kurban meselesi gibi değil. Gerçekten denk geldiler, iyi ki de geldiler, hoş geldiler! 

Özellikle 1923-1950 arasındaki Cumhuriyet yönetimlerine zaman zaman getirdiğimiz eleştiriler, bizi 23 Nisan’ı kutlamaktan alıkoyamayacaktı elbette. Zira bizim Cumhuriyet’le bir derdimiz olmadı, olamaz!

Bugün Osmanlı Hanedan torunlarının hiçbirinden duymadığımız gibi, 1 Kasım 1922’de bu Meclis’in sürgüne gönderdiği ve hayatlarını sefalet içinde, gurbet ellerde kaybeden Hanedan üyelerinin de ne ilk Meclis’e, ne de Cumhuriyet’i ilân eden ikinci Meclis’e karşı bir tutum sergilediklerine şâhit olmadık.

Hâlbuki gerek Kurtuluş Savaşı (Yunan Harbi) dönemi, gerekse Cumhuriyet’in ilk yılları, saltanatın geri dönmesi için ahalinin rahatlıkla organize edilebileceği yıllardı. Ama Osmanlı Sultanı ve Ailesi, milletin bekâsını, refahını ve medeniyetin gereği olduğu iddia edilen bir yönetim şeklinin devamını kendi saltanatları uğruna sekteye uğratmayı düşünmediler bile.

İşte sadece bu sebep bile Cumhuriyet’le bizim aramıza aşılmaz duvarlar öremedi! Meclis ise, devletin ve milletin kaderi, şerefi ve namusu oldu.

23 Nisan’larda 29 Ekim’lerden daha coşkulu olabilmemizin ardındaki sır budur işte!

Ancak…

Nasıl bugünkü siyaset, Meclis’in çoğunluk oranıyla aldığı kararlardan memnun olmayabiliyorsa, biz de bundan 100 yahut 80 sene önce alınan Meclis kararlarını sorgulamayı hak görebilmeliyiz kendimizde. Ben şahsen, bu hakkı kendimde görüyor, zaman zaman da kullanıyorum. Bu iki özel ve güzel günün hatırına bugünlük tarihin bence tatsız günlerine dalmıyor ve bu hakkımı bundan sonraki birkaç makale günüme bırakıyorum.

Hayırlı Ramazanlar...