![](images/bigs/2024/03/yavuz_selim_ilk_soz209_foto1_14.jpg)
OSMANLI’nın son yıllarında yoğunlaşan, Cumhuriyet’in kuruluş süreci ve sonrasında gizli, ileriki yıllarda “Millî Şef” ve ekibi eliyle açık ve sert uygulanan “yeni bir millet yaratma” operasyonları, Menderes dönemiyle biraz olsun durakladı ancak 1960 Darbesi’yle bu operasyonlar süreci devam etti.
Alevî-Sünnî çatışması için yaralar kaşındı. Sağ’ı Sol’a, Sol’u Sağ’a saldırttılar; aynı silahla bir Sağ’dan, bir Sol’dan gençlerimizi katlettiler. Sonra 12 Eylül Darbesi’yle yine bir Sağ’dan, bir Sol’dan gençlerimizi astılar. Rahmetli Özal, çırpınıp durdu; mevcut şartlar içinde elinden geleni yapmaya çalıştı ama bir o duvara, bir bu duvara çarpıp durdu, sonra şüpheli bir şekilde öldü. Derken, 1994 Mahallî seçimleriyle Refah Partisi büyük şehirleri aldı, sonra da 1995 Seçimleriyle, Allah rahmet eylesin, 28 Haziran 1996’da Erbakan iktidara ortak oldu. Bu karışık dönemde millî bir kimliğe sahip olan Ülkücü Hareket’in Lideri Alparslan Türkeş de tıpkı Özal gibi şüpheli bir şekilde 4 Nisan 1997’de Hakk’ın rahmetine kavuştu.
30 Haziran 1997’ye kadar uygulanan kararlarla bugün bile hâlâ bir “efsane” gibi anlatılan Erbakan’ın Başbakanlığı süreci, operasyoncu akla ilk “karşı darbe” oldu.
Ancak, 28 Şubat’ta başlayıp yıllarca devam eden intikam sürecinde, memleket inim inim inletildi. Sopa askerlerdeydi; sermaye, basın ve oligarşik bürokrasi eliyle siyâset yeniden dizayn edilmeye başlandı. Refah Partisi kapatıldı, Erbakan 5 yıl siyâseten yasaklandı. Türk Devleti ve Türk Milleti üzerine uygulanan ne idüğü belirsiz içerideki kukla “Beyaz”ların operasyonları devam etti.
Osmanlı’nın son döneminde isyan eden, milletin Kurtuluş Savaşı’nda, Çanakkale’de cepheye gitmeyen, yedikçe semiren, semirdikçe büyüyen, Cumhuriyet’i sahiplenip Devlet’e çöreklenen bu kukla “Beyaz”ların Türk Devleti’nin aslî sahiplerine asla tahammülleri yoktu. 28 Şubat süreci bin yıl devam edecekti onlara göre… Ama bir de Allah’ın hesabı vardı. Allah, en büyük tuzak kurucu olandı. 28 Şubat şerrinden hayır tohumları yeşerdi ve bir yiğit, “Minareler süngü/ Kubbeler miğfer/ Camiler kışlamız/ Müminler asker/ Her gecenin sonu gündüz değil mi/ Kara kıştan sonra bahar değil mi”dedi.
İstanbul’un hizmetkârlığı sürecinde milletin duasıyla zırhlanan Recep Tayyip Erdoğan, okuduğu şiirle Devlet’e çöreklenenlere rest çekti; gece oldu içeri girdi; gecenin sonu gündüzdü, kara kıştan sonra bahardı, çıktı… İstanbul’un Reis’i, artık Türk Milleti’nin, İslâm Ümmeti’nin Reis’iydi…
AK Parti, 3 Kasım 2002 Genel Seçimlerinde iktidara geldi. Ancak partinin Genel Başkanı Erdoğan, yasaklıydı. Yapılan yasal düzenlemeyle 9 Mart 2003’te Siirt ili milletvekili yenileme seçiminde milletvekili seçildi ve emaneti 15 Mart 2003 tarihinde teslim alarak Başbakanlık koltuğuna oturdu. Böylece bugüne kadar kesintisiz devam eden “Erdoğan Dönemi” başlamış oldu…
15 Mart 2003’ten bugüne kadar devam eden sürecin tarihi henüz yazılmadı. Beyazların sermayedarlarıyla, basınıyla, oligarşik bürokrasinin direnmesiyle, Genelkurmay Başkanlığı’nın Cumhurbaşkanlığı seçimi dolayısıyla 27 Nisan 2007’de verdiği “E-muhtıra”yla, MGK’ndaki restleşmelerle, FETÖ’yle mecburî beraberlik ve sonrasındaki önce örtülü sonra açık mücadeleyle, 25 Mart 2009’da Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı yiğit Lider Muhsin Yazıcıoğlu’nun şehit edilmesi, MİT Operasyonu, MİT tırları baskını, Gezi olayları, dershane restleşmeleri, 17-25 Aralık darbesi ve 15 Temmuz işgal girişimi süreçleriyle ilgili yaşananların bilgi kırıntıları cilt cilt kitap oldu, yayınlandı ancak tarih henüz yazılmadı.
Tarih henüz yazılmadı ama 21 yıllık Erdoğan döneminde fırtınalı bir sürece şahitlik ettik. Bir tarafta bu asîl Milletin özü, diğer tarafta üst aklın temsilcileri olan Beyazlar ve o Beyazların mankurtlaştırdığı gafiller… CHP evrildi, PKK ve FETÖ ile yata kalka körleşti. Al Bayrağı sallayanlarla dağlarda PKK’yla savaşan ve kucaklarında şehitler verenler gün geldi, PKK’nın partisini desteklediler; FETÖ’nün Ergenekon ve Balyoz dâvâlarında canları yananlar hipnotize olmuş gibi onlarla omuz omuza ihanetlerde birleştiler. “Ülkücüyüm”, “İslâmcıyım” diye ortalıkta gezinenler, kurdurulan yapay partilerin bünyesinde millete ve Devlet’e operasyon çekenlerin kuklaları olmaktan çekinmediler.
Cumhuriyet’in ilânından bugüne 100 yıl geçti ancak üzerimize oynanan operasyonlar son teknolojik gelişmelere uyarlanarak var hızıyla devam ediyor.
Gerçek şu: Adı Ahmet, Mehmet, Osman, Ömer, Ali, Ayşe Fatma, Zehra olan “gizli” sahte kimlikli milyonlar aramızda Türk ve Müslüman olarak gezip demokrasi oyunlarıyla zehirlerini kusarken ve maalesef bunların oyunlarına gelip bu Beyazlara payanda olan gafiller uyanıp ihanetlerine son vermedikçe Devletimizin ve milletimizin üzerine uygulanan bu operasyonlar, kıyamete kadar devam edecek.
Yapılması gereken ise şu: Bu Devlet’in öz evlatlarının 21 yılda katettikleri bu çileli yolun artık güvence altına alınması, yıllardır nefes nefese yaşananlardan sonra 31 Mart Mahallî Seçimleri akabinde bu milletin ve Türk Devleti’nin lehine yapılan her icraatın artık mühürlenmesi gerekiyor. Bu da “Millî Bürokrasi”nin oluşturulmasıyla mümkün görünüyor.
Bir sonraki genel seçimlere kadar kalan dört yıl Allah’ın bir lütfu. Sayın Cumhurbaşkanımızın yol arkadaşı Sayın Bahçeli de Allah’ın bir başka lütfu… Akıncıların Beyi ile Ülkücülerin Başbuğu el ele iken, hâlâ sağ, hâlâ nefes alıyorlarken, bu dört yıl içinde gereken neyse yapılmalı ve mühür vurulmalı. Para pul umurumuzda değil, millet olarak ekmeğimizi bölüşürüz; ancak bizim gidecek başka bir vatanımız yok!