2023 “tarihî dönüş seçimine” giderken

Kıyamet ötesinin yolcularına yolun her türlüsü, menzilin her hâllisi normaldir. Güneş doğduktan sonra lâmbalar söner; yansa da boşa yanar, cepten yer. Türk’ün olmadığı zamanlarda dünyaya fener olanların göz alıcılıkları geride kaldı. Bu iş olacak Allah’ın izniyle!

İDARECİ, ustadır. Elinin altındakileri kendi alanlarında maksimum şekilde değerlendirip uyumlu çalışmalarını sağlamakla yükümlüdür.

Aslında “İşi ehline verin” hadisinin, “liyakat hadisi” olması gibi bilirkişilik müessesesinin temeli olduğu unutulmasın.

Yani “İnsanı verimli olacağı yerde değerlendirin” demektir.

Hentbolcudan, basketbolcudan, voleybolcudan, tenisçiden futbolcu olur mu? Olmaz…

Günümüzün en büyük sorununun liyakat olduğu unutulmamalı. Bu sorun, herkesin sorunudur. Liyakat sorunu çözüldüğünde Türkiye şahlanır. Bir kere, eğitimden adlî sisteme, imardan enerjiye, tarımdan basına hemen her alanda gözlemlediğimiz o müthiş savurganlığın sonu gelir. Zor kazanılmış birikimlerimizi rasyonel yatırımlara dönüştürme imkânı doğar.

Bu kriter kesin ve vazgeçilmez olmalıdır.

Bin tane Kara Murat, bir milyon Malkoçoğlu, yüz bin Sokullu bir padişah; bir trilyon İnönü bir Atatürk etmez. Onun için Altılı Masa’nın şansı yok! Hepsini birden toplasan, bir Tayyip Erdoğan etmez! Etmiyor da…

Darbe veya dış güç muvaffakiyeti ile -Allah korusun- bir şey olmazsa, Altılı Masa’nın bugünkü hezeyanının karanlıkta ıslık çalmak olduğu ortaya çıkmıyor mu?

Bakın, işin özü tutarlı olursa vakt-i merhunu onu bekler. Saçma sapan olursa iş çingene havasına, haydi entel takılalım, disko ortamına döner. Ki yazık olur!

Ninelerimiz, “Bana bak kaymakam, sen kendini jandarma mı sandın?” der ya (haklıdır da), durum bundan ibaret aslında.

Düşman, en güçlü zamanda ortaya çıkar. Zaten zayıfın düşmanı olmaz ki… Zayıf, esirdir zaten.

Müseylemetü’l-Kezzab (yalancı peygamber), Peygamberlik müessesesinin en mükemmeli olan Efendimiz zamanında ortaya çıkmadı mı? Bugün de güçlü ve en büyüğüz. Şeytanın ve düşmanın envai çeşidi ile karşılaşacağız. “Dost” kisvesi altında da, düşman kisvesi altında da… Bildiklerinizi, yaşadıklarınızı, hatta tahminlerinizi unutun. Millî ve manevî reflekslerinize, umut ve hayâllerinize güvenin. Köpekler yoldan geçen arabalara havlar, peşinden koşarlar; ellerine hiçbir şey geçmez. Sorsanız “Niye böyle yapıyorsun, arabalar ne yaptı sana?” diye, “Ben köpeğim” der, “İşim bu, huyum bu”.

Biz ne dersek diyelim, ne yaparsak yapalım, hatta belki gidip onlar gibi olalım, “onlardan biri olduğunu sandıkları” videodaki mini etekli kızın örneğinde olduğu gibi, düşman yine düşmandır.

Tarihte Çin’e benzedik, battık… İran’a benzedik, battık… Avrupa’ya benzemeye çalıştık, battık… Yani biz, kendimiz olmalıyız. Başkası ne yaparsa yapsın, ne derse desin, vız gelir tırıs gider! Ağzımızla kuş tutsak yine yaranamayız.

Bugünlere kadar geldim, şunu öğrendim: Cihan bir olup ayağa kalksa ve bir şey dese, Türk başka bir şey dese, bizim yapıp ettiğimiz, dediğimiz doğrudur. Biz Allah’ın askeriyiz, devletiyiz, ordusuyuz.

Onlar meleklerin hocası olan şeytanın ordusu... Her türlü şeytanlık mümkün ama doğru değil. Doğru biziz.

Unutmayın, bize, Batı’ya benzemeye çalıştığımız 200 sene boyunca Batı kültürü, bilgisi, zihniyeti, anlayışı, refleksi, kafası öğretildi. Bizim şu anki hareket tarzımızın altında bunun etkisi vardır. Onun için Müslümanca düşünüp Türk gibi hareket etmek lâzım. Hakkımızda yazıp çizenlerin Cehennem’e kadar yolları var.

Dikkat ederseniz, düşmanlarımıza Allah bu dünyada ne mekân, ne de vatan nasip etti. Lütfen bugünkü düşmanlarımızı bu cümleden değerlendirin!

Dünya siyâsî haritası, hatta 52 birleşik devlet haritası ve bu devletlerin vatandaşları mekânsız ve vatansızdır. Çizilen uydurma devlet sınırlarına ve kurulan sözde devletlere aldanmayın. Bu genel manzaranın tek istisnası Türklerdir.

Ergenekon’dan çıktık, Anadolu’ya geldik. Rumeli’ye geçtik. Viyana’ya dayandık. Kimse önümüzde duramadı. Durakladığımız ve gerilemeye başladığımız, hatta yıkıldığımız, yıkıldıktan sonra da bugüne kadar geçirdiğimiz zamanların ortak hâli, özümüze değil, düşmanımıza bakmak olmuştur.

Velhasıl, sözün özü şu ki; meydana indik, sazımızı çalacağız!

Türkümüzü söyleyeceğiz, oyunumuzu oynayacağız. Gün bizimdir! Düşmanımızın bize akıl vermesine, bizi iyi/kötü değerlendirmesine itibar etmeyeceğiz.

Dostlar, zaman bizim! Vurun kâfire!

Dâvâsı, mefküresi, gayreti olan kimse için dünyada rahat yoktur. Ezelî ve Ebedî Olana, sonsuza iman edenlere dünyadaki hiçbir şey tesir etmez, yeterli gelmez.

İlâ-yı Kelîmetullah, Allah’ın adını 8 milyara ulaştırmak, bunun için Türk’ü cihana hükmettirmek, ilimde, sanatta, her alanda zirve demek olan Kızılelma’ya ulaşmak derdinde olanlara hiçbir başarı yeterli gelmez.

Elbette çalışacağız. Yüzde yüz alsak da “Kazandık” diyemeyiz. Kaybetsek de “Kaybettik” diyemeyiz. Bizim dâvâmız bitmez. Kıyamet ötesinin yolcularına yolun her türlüsü, menzilin her hâllisi normaldir. Güneş doğduktan sonra lâmbalar söner; yansa da boşa yanar, cepten yer. Türk’ün olmadığı zamanlarda dünyaya fener olanların göz alıcılıkları geride kaldı. Bu iş olacak Allah’ın izniyle!

Lozan’da adaları verdik. Şartları belli. Şu anki durum belli… Şimdi meselâ, Yunan ve onun destekçilerine uyup onlara göre mi politika belirleyeceğiz!? Yoksa doğru olup bütün dünyayı karşımıza mı alacağız? “Suriye’de yanlış yapmıyoruz, aciz kaldık” diyemeyiz, “vakt-i merhun” diyelim Suriye’nin kuzeyine. Vatan gözüyle bakarsanız -ki bakın- başka bir manzara görürsünüz. İşte odur mesele!

*

Abiler! Eskiden Devletimizin imkân ve kadro portföyü vatan satan üzerine bina edilmişti. Bugün yedek kulübemiz Real Madrid. Şu seçimi atlatalım, görün!

İnanın, bir durduğumuz gibi durabilsek, Avrupa yıkılıyor, dünya ise tamamen soğuk savaş propagandasından ibaret. Bugün teknoloji ve haberleşme onun boş olduğunu gösterdi. Almanya’nın ve Belçika’nın askerî malzeme envanteri bile yok. Amerika bir istihbarat balonunu vurmada neden tereddüt ediyor, neden o kadar korkuyor, biyolojik bir şey mi var? Kuzey Kore, Küba, Katalonya…

Türkiye’ye yönelik endişeli yaklaşımlarımızı dışımıza yönlendirin. Dünya yıkılıyor. Bizim kendi üzerimizdeki evham, vesvese ve paranoyamız Batılılar için gerçek bir akıbet. Onların korkusuyla kendi varlığımızı değerlendirmek doğru değil. Her madenci, çıkardığı toprağı değil, elde ettiği cevheri anlatır. Bir milyon gramda bir gram. Ve eseri olan, bir gramdır. Bugün dünyadaki bütün laf ü güzaf cüruftur. Cevher biziz. Ve Allah, nurunu tamamlayacaktır!

*

Her yağmur ve kar tanesini bir melek indirirmiş ve ona bir daha sıra gelmezmiş. Bugünlerde gökten bayağı melek iniyor. İsteyin Allah’tan, isteyin! Büyüğüne küçüğüne bakmadan isteyin. Bizim istediğimiz hiçbir şey O’na ağır gelmez.

Dostlar, âlemlerin yüzü suyu hürmetine yaratıldığı Efendimizin peygamberlik zamanını ve bir daha ikincisinin gelmeyeceği Asr-ı Saadeti, hatta daha akla ve göze yakın olması hasebiyle Türk’ün en zengin, en muktedir ve en geniş olduğu Kanunî zamanını ve bugünkü Batılı tarz, telâkki ve değerlendirme alışkanlıklarımızla ölçersek Türkiye tablosunu görürüz. Sonsuza iman edenler, zamana ve mekâna mahkûm olmamak üzere olmalılar.

Seçim sürecine girerken sivil oluşumların harekete geçmesi çok önemli. Parti merkezli değil, tamamen gönüllülük esası ve “Kuva-yı Milliye ruhu” ile oluşumlar olmalı. 1 Kasım Seçimlerinde bunun örnekleri yaşanmıştı. Bu dönemde de bu tür oluşumlar elzem diye düşünüyorum.

Karınca kararınca destek olmak lâzım…