VAKTİNDE gerçekleşmesi
hâlinde Cumhurbaşkanlığı seçimine 2 yıl 8 ay 8 gün var.
“Madem
öyle, nereden çıktı bu yazı?” demeyin. Demeyin, çünkü takvim dediğiniz şey
sayılı cevizdir ve gelir geçer…
2023
senaryosu ile ilgili mühendislik çalışmalarının yeni ve bizim yazımızdan da ibâret
olmadığını hatırlatarak başlayalım…
Süreç,
ülke tarihinde yürütme ve yargı organlarının başkanlığını yapan “tek kişi” olma
özelliği ile kutsanan 10’uncu Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in, üç partinin
kendi içinden aday çıkaramadığı, üçünün de dip dalga ile baraj altında kaldığı
ve Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki AK Parti’nin tek başına iktidar olduğu
2002 seçimleriyle başladı.
Erdoğan,
şimdiye kadar önüne konulan her engeli, iyi bir maratoncu edâsıyla her
seferinde yorulmadan kazanmasını bildi ve aştığı her engel, bir sonraki
hayâlini gerçekleştirecek tılsımlı bir kapı hüviyetine dönüştü.
1991
Genel Seçimlerinde, tercihli oy sistemi nedeni ile YSK tarafından milletvekilliğinin
iptal edilmesi; ona üç yıl sonraki İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığını, 6
Aralık 1997 yılında Siirt’teki açık hava toplantısında okuduğu şiir nedeniyle
1999 yılında “dört ay, on gün” sürecek Pınarhisar günlerini, devamında ise 14
Ağustos 2001’de kurulan AK Parti Genel Başkanlığını ve yüzde 34’lük oy oranı
ile Başbakanlığı, e-Muhtıra ve 367 Krizi ile de Cumhurbaşkanlığını kazandırdı…
İlginçtir,
bileğinin hakkıyla elde etmiş olduğu bu başarıyı kıskananlar, 15 Temmuz’la son
darbeyi gerçekleştirmek sûretiyle onu alaşağı etmek istediler ancak kirli oyunu,
milletin hâfızası ve vicdanı kaldırmadı ve nihâî olarak çöktü.
Çeyrek
yüzyıllık devlet geleneğindeki bilgi birikimini üç koltukla perçinleyen
Erdoğan, sistemin tıkandığı ana damarlara yönelik zaman zaman anjiyo tedavileri
uygulasa da Türkiye’yi 2023’e ulaştıracak dinamik bir kanı pompalayacak kalbe
ihtiyaç duyulduğunu seslendirmeye başlamıştı. Cumhurbaşkanlığı Sistemi, köklü
devlet anlayışı içinde yeni bir şuur ile yoluna emin adımlarla devam etmeliydi.
Bu
itibarla, 29 Ekim 1923'te Cumhuriyet’in kuruluşunun 100’üncü yıl dönümü olan
2023 rûhunu dillendirirken, Türklerin Anadolu’ya girişinin bininci yıldönümü olan
2071 yılını da düşlüyordu.
Sebepler
açısından elbette yaşı bunu görmeye imkân tanımayabilir ama gelecek nesillerin
eline tutuşturduğu bu meşaleyi tutuşturmayı başarmıştı.
Yazı
için, girizgâhına bakıp “Erdoğan güzellemesi” diyenler olacaktır, varsın olsun.
Onu anlatmak ve bir yazıya sığdırmak cesaretini kendimde bulmuyorum bile…
Türkiye’yi
2023’te temsil edecek adayda mangal gibi yürek olmalı. Orta Doğu politikasına rağmen,
Türk dünyasını kucaklayacak güce, uluslararası arenada temsil edecek vizyona, milyonları
tesiri altına alacak hitabete, her türlü askerî vesâyete ve darbeye direnç
gösterecek cesarete, hedeflerinden uzaklaştırmaya çalışan içteki hainler ile
dıştaki işbirlikçilerini korkutacak kükremeye sahip olmalıdır.
Biz,
Bahçeli’nin, “İttifakın 2023 adayı bellidir, o da Recep Tayyip Erdoğan’dır”
açıklamasından sonra, Gül, Davutoğlu, Babacan, Akşener, İnce, İmamoğlu ve Yavaş
ve de hattâ Demirtaş seçenekleri üzerinde Tarot falı açaduralım, “3 yıl içinde
kim öle, kim kala?” diyoruz…
Bahçeli’nin
“Erdoğan” ismini çok önceden dillendirmesinin birçok şifresi olduğu muhakkaktır.
Şifreler, büyük ve küçük harfler, rakamlar ve noktalama işaretlerinden
oluşturulmuş kadar da güçlüdür. Çözebilene aşk olsun! Aslında Bahçeli’nin
matematiksel yaklaştırmaları yüzlerde mütebessim bir iz bıraksa da burada bu yönteme
ihtiyaç duymadan “Erdoğan” dedi.
Birinci
mesaj, AK Parti tabanınaydı ve “Aranızdan bunu hak edecek bir babayiğit henüz
doğmadı, evden kaçanlar da dâhil” dedi.
İkinci
mesaj, MHP tabanına yönelikti, “Ben varken ittifak devam edecek ve ülkenin buna
ihtiyacı var. Üstelik el ovuşturanlar da boşuna zaman kaybetmesin! 2023’e ittifakla
girecek, Ahlat’a, Erciyes’e ve Bilecik’e birlikte çıkacağız!” diyordu.
Diğerlerini
ise okuyucunun ferasetine bırakalım ve küçük bir nostaljik tur yapalım…
2023’e
giderken…
Özal’ın
kendine münhasır selâmı, kalın çerçeve gözlüğü, “İcraatın İçinden” programında
ülkenin tanış olduğu altın kaplamalı tükenmez kalemi değildi onu iktidara
getiren; 12 Eylül İhtilâli’nin ağırlığı altında ezilen halkın sivil
Cumhurbaşkanına duyduğu özlemdi...
İnce’nin
bin yıllık Malazgirt Zaferi’ne atfen “Bin Günde Memleket Hareketi”nin nasıl bir
sonuç doğuracağı açıkçası merak konusu; parti ile sonuçlanır mı, ihraç mı olur,
yoksa partisi CHP ona “Etme, burası senin
evin! Dün olduğu gibi bugün de bizim doğal adayımızsın, üstelik bu sefer tam destek
vereceğiz” de diyebilir. Ama 2023’e kaç gün kaldı derseniz? “980”… Yani binden
az!
Bu
arada ben, İnce’nin ve PR ekibinin yerinde olsam, Âşık Veysel’in memleketi
Sivas’tan başlattığı Bin Günde Memleket Hareketi yerine “Uzun İnce bir
yoldayım” sloganını kullanırdım.
Bu
yürüyüş, bir test yürüyüşü aslında. Hem kendisi, hem seçmeni açısından bir
gösteri mâhiyetinde… Biri sahneye çıkacak, diğerleri alkış tutacak. Olur da işler
istediği gibi gitmezse, o zaman “Sap var, darı yok!” hikâyesi ile de
karşılaşabilir…
Tahminimizce
bu test, yeni bir siyâsî maceraya girmeden önce en akıllı yöntem. Anadolu
insanının vereceği refleks, ona CHP ve Cumhurbaşkanlığı gibi iki önemli koltuk kazandıracak
mı, bunu önce biz rüyalarımızda görelim, tevilini bilâhare yaparız.
Gül,
“Bana muhtaçsınız. Hem orta yolu bulabilirim,
hem deneyimlerim var. Hem muhalifim, hem de yurtdışı bağlantılarım var”
diyerek gelecek yeni teklifler için balkonda kahve içmeye devam ediyor.
Davutoğlu,
ılımlı siyâsetin merkez üssünden ayrılalı çok zaman oldu. En sert metinleri
kamuoyuyla yabancı haber ajanslarıyla ve Youtube üzerinden yayınlamakta bir beis
görmüyor. “Bak, oluyormuş!” diyor üstelik. DEVA’nın reklâmını yapma adına Osmanlı
için kullanılan “Hasta Adam” yakıştırmasının bir değil, bin benzerini yapıyor
eski yol arkadaşlarına…
Akşener,
meydanlar için bu sefer kına, başörtüsü ve renkli ceketlerin dışında başka argümanlar
aramaya başlamıştır bile. Zira hem masraflı ve zor, hem de faydasız bir PR
olduğunun o da farkında.
Her
ne kadar “Eve dön” çağrısıyla “Elime önemli bir koz geçti. Bana muhtaç oldular”
diyerek alttan altta kendini güçlü kadınların idolü olarak gösterse de adaylık
için şansı en az olanlardan… Hem denenmiş bir hezîmeti var, hem de mevcût
ittifakın çatırdaması için dengeleri koruma adına fedakârlıklarda da bulunması
gerekiyor.
Peşmerge
kıyafetlerinden arınan ama PKK ile göbek bağını bir türlü koparmayan Demirtaş,
kendini hem Kürtlerin doğal lideri olarak görüyor, hem de çözümün, siyâsî hareketin
yanında silahlı mücadelen geçtiğini deklare eden örgütün… Üstelik demir
parmaklıklar arasında “bedel” ödediğini düşünerek...
Cezası
dolunca özgürlüğüne kavuşacak olan Demirtaş, ihtişamlı zamanların plânlarını
yaptığı cezaevinden çıkar çıkmaz beyaz gömleğini sırtına geçirme, akordu bozulan
sazını da eline alma yerine şimdiden kahvaltı randevuları veriyor…
Kim
bilir, İnce’den evvel, belki de Edirne’den gelir “yeni parti” haberi…
İmamoğlu,
“İstanbul’un yeni fatihi benim” diyor. Erdoğan’ın Ayasofya atağına Gentile
Bellini imzalı Fatih Sultan Mehmed Han ve Cem Sultan’ın resmedildiği en önemli
yağlı boya tabloyu 7,9 milyon TL vererek Büyükşehir Belediyesi envanterine
kazandırmasının altında, Fatih Sultan Mehmed Han’ın türbesini ziyaretindeki görüntüler
için “Beni yanlış anladınız, ona saygım ve sevgim sonsuz. Öyle olmasa alır mıydım?”
özrü yatmakta…
Külliye ile henüz büyük bir savaşın içinde değilmiş gibi görünüyor. Sembolik
gücünün şımarıklığını yaşıyor aynaların ve kameraların önüne geçince. Köprüleri
tamamen atmasa da -ilk adımın Erdoğan’dan gelmesini- bekliyor…
Kendisini
Beştepe’ye yakıştıranlar tarafından hazırlanan istatiksel verileri içeren raporu
her gün masasına bırakan ekip, onun İstanbul heyecanını öldürdüklerinin ve İstanbulluların
da kalbinde öldüğünün farkındalar mı acaba?
İmamoğlu’nun
elindeki kartlardan biri de son Cumhurbaşkanının İstanbul çıkışlı olması. Bu
durumun yanında bir önceki adayın hatırı sayılı bir oy elde etmesine rağmen
istenen başarıya ulaşamaması, Cumhuriyet’in yüzüncü yılında Külliye’de
gerçekleşecek olan büyük “Cumhuriyet Balosu” hayâllerini kurgulamasını da tetiklemiş
olabilir.
İmamoğlu’nun
kendisi ne düşünür, tam olarak bilemeyiz, ama Kılıçdaroğlu’nun koltuğunu
sallamaya başladığını, birinci adam vazîfesine hazırlandığı yahut hazırladıklarını,
İnce’ye bel bağlamayacaklarını, Yavaş’ın da İmamoğlu karşısında şimdilik şansının
olmadığını tahmin edebiliriz.
Söz
Yavaş’tan açılmışken, onun bu cenahta en akıllıca işi yürüttüğünü görüyoruz; başkent
bürokrasisi içinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın karşılama, uğurlama ve başkentteki
programlarına katılmada bir tahdidi yok. Ilımlı liderlerin liderliğine soyunmuş
durumda. En son örneği de Külliye’ye giderek, Ankara’nın ihtiyaçlarını ve tıkanan
Büyükşehir Belediye Meclisi çalışmalarının çözümü noktasında ricada bulunması…
Mansur
Yavaş’ın olası Cumhurbaşkanlığı adaylık şansını düşük gösterenler, bir zamanlar
ülkemize “Dünya üçüncülüğü” kazandıran A Millî Takımlar Teknik Direktörü Şenol
Güneş’te olduğu gibi onun da karizmasına takılmaktalar. Yanılırlar mı, onu
zaman gösterecek.
Şu
bir gerçek ki, 2023’e ulaşanlar ince denklemli ittifak hesaplarından tutun, son
teknolojiden yararlanılan propaganda çalışmalarına varıncaya kadar son yüzyılın
en önemli, en görkemli ve en anlamlı seçimine şâhit olacaklar.
Kâhin
değiliz ama eldeki verilere bakıldığında, 24 Haziran 2018 tarihinde yapılan
seçimin figüranlarından Temel Karamollaoğlu ve Doğu Perinçek hâriç, adı geçen
aday adaylarına “yeni” isimlerin dâhil olacağını, 2023’te olmasa da bir sonraki
seçimde şu an hiç kimsenin aklından geçirmediği bir isme de oy verebileceklerini
rahatlıkla söyleyebiliriz.
Ama
“Yüzyılın Cumhurbaşkanlığı” yarışını bizim ve çoğunluğun tarifine uyan, devlet
aklını kullanma deneyimi ile öne çıkan, güçlü ve azimli, ülke çıkarlarını koruyup
kollayan, her alanda gelişen ve kendi kendine yeten bir Türkiye hayâli ile
millî ve yerli kazanımları hedefleyen, uluslararası arenada temsil ve hitâbet
yeteneğine haiz, mazlumların ve masumların hâmisi, âdil ve merhametli, aynı
zamanda tarafsız ve demokrat, bir o kadar imanlı, değişime ve hoşgörüye açık, her
kesim tarafından sevilen ve saygı duyulan karizmatik bir aday kazanacak.
Onun kazanması, Türkiye’nin kazancıdır…