2023 seçimleri yahut “Yüzyılın Cumhurbaşkanı”

“Yüzyılın Cumhurbaşkanlığı” yarışını bizim ve çoğunluğun tarifine uyan, devlet aklını kullanma deneyimi ile öne çıkan, güçlü ve azimli, ülke çıkarlarını koruyup kollayan, her alanda gelişen ve kendi kendine yeten bir Türkiye hayâli ile millî ve yerli kazanımları hedefleyen, uluslararası arenada temsil ve hitâbet yeteneğine haiz, mazlumların ve masumların hâmisi, âdil ve merhametli, aynı zamanda tarafsız ve demokrat, bir o kadar imanlı, değişime ve hoşgörüye açık, her kesim tarafından sevilen ve saygı duyulan karizmatik bir aday kazanacak.

VAKTİNDE gerçekleşmesi hâlinde Cumhurbaşkanlığı seçimine 2 yıl 8 ay 8 gün var.

“Madem öyle, nereden çıktı bu yazı?” demeyin. Demeyin, çünkü takvim dediğiniz şey sayılı cevizdir ve gelir geçer…

2023 senaryosu ile ilgili mühendislik çalışmalarının yeni ve bizim yazımızdan da ibâret olmadığını hatırlatarak başlayalım…

Süreç, ülke tarihinde yürütme ve yargı organlarının başkanlığını yapan “tek kişi” olma özelliği ile kutsanan 10’uncu Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in, üç partinin kendi içinden aday çıkaramadığı, üçünün de dip dalga ile baraj altında kaldığı ve Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki AK Parti’nin tek başına iktidar olduğu 2002 seçimleriyle başladı.

Erdoğan, şimdiye kadar önüne konulan her engeli, iyi bir maratoncu edâsıyla her seferinde yorulmadan kazanmasını bildi ve aştığı her engel, bir sonraki hayâlini gerçekleştirecek tılsımlı bir kapı hüviyetine dönüştü.

1991 Genel Seçimlerinde, tercihli oy sistemi nedeni ile YSK tarafından milletvekilliğinin iptal edilmesi; ona üç yıl sonraki İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığını, 6 Aralık 1997 yılında Siirt’teki açık hava toplantısında okuduğu şiir nedeniyle 1999 yılında “dört ay, on gün” sürecek Pınarhisar günlerini, devamında ise 14 Ağustos 2001’de kurulan AK Parti Genel Başkanlığını ve yüzde 34’lük oy oranı ile Başbakanlığı, e-Muhtıra ve 367 Krizi ile de Cumhurbaşkanlığını kazandırdı…

İlginçtir, bileğinin hakkıyla elde etmiş olduğu bu başarıyı kıskananlar, 15 Temmuz’la son darbeyi gerçekleştirmek sûretiyle onu alaşağı etmek istediler ancak kirli oyunu, milletin hâfızası ve vicdanı kaldırmadı ve nihâî olarak çöktü.

Çeyrek yüzyıllık devlet geleneğindeki bilgi birikimini üç koltukla perçinleyen Erdoğan, sistemin tıkandığı ana damarlara yönelik zaman zaman anjiyo tedavileri uygulasa da Türkiye’yi 2023’e ulaştıracak dinamik bir kanı pompalayacak kalbe ihtiyaç duyulduğunu seslendirmeye başlamıştı. Cumhurbaşkanlığı Sistemi, köklü devlet anlayışı içinde yeni bir şuur ile yoluna emin adımlarla devam etmeliydi.

Bu itibarla, 29 Ekim 1923'te Cumhuriyet’in kuruluşunun 100’üncü yıl dönümü olan 2023 rûhunu dillendirirken, Türklerin Anadolu’ya girişinin bininci yıldönümü olan 2071 yılını da düşlüyordu.

Sebepler açısından elbette yaşı bunu görmeye imkân tanımayabilir ama gelecek nesillerin eline tutuşturduğu bu meşaleyi tutuşturmayı başarmıştı.

Yazı için, girizgâhına bakıp “Erdoğan güzellemesi” diyenler olacaktır, varsın olsun. Onu anlatmak ve bir yazıya sığdırmak cesaretini kendimde bulmuyorum bile…

Türkiye’yi 2023’te temsil edecek adayda mangal gibi yürek olmalı. Orta Doğu politikasına rağmen, Türk dünyasını kucaklayacak güce, uluslararası arenada temsil edecek vizyona, milyonları tesiri altına alacak hitabete, her türlü askerî vesâyete ve darbeye direnç gösterecek cesarete, hedeflerinden uzaklaştırmaya çalışan içteki hainler ile dıştaki işbirlikçilerini korkutacak kükremeye sahip olmalıdır.

Biz, Bahçeli’nin, “İttifakın 2023 adayı bellidir, o da Recep Tayyip Erdoğan’dır” açıklamasından sonra, Gül, Davutoğlu, Babacan, Akşener, İnce, İmamoğlu ve Yavaş ve de hattâ Demirtaş seçenekleri üzerinde Tarot falı açaduralım, “3 yıl içinde kim öle, kim kala?” diyoruz…

Bahçeli’nin “Erdoğan” ismini çok önceden dillendirmesinin birçok şifresi olduğu muhakkaktır. Şifreler, büyük ve küçük harfler, rakamlar ve noktalama işaretlerinden oluşturulmuş kadar da güçlüdür. Çözebilene aşk olsun! Aslında Bahçeli’nin matematiksel yaklaştırmaları yüzlerde mütebessim bir iz bıraksa da burada bu yönteme ihtiyaç duymadan “Erdoğan” dedi.

Birinci mesaj, AK Parti tabanınaydı ve “Aranızdan bunu hak edecek bir babayiğit henüz doğmadı, evden kaçanlar da dâhil” dedi.

İkinci mesaj, MHP tabanına yönelikti, “Ben varken ittifak devam edecek ve ülkenin buna ihtiyacı var. Üstelik el ovuşturanlar da boşuna zaman kaybetmesin! 2023’e ittifakla girecek, Ahlat’a, Erciyes’e ve Bilecik’e birlikte çıkacağız!” diyordu.

Diğerlerini ise okuyucunun ferasetine bırakalım ve küçük bir nostaljik tur yapalım…

2023’e giderken…

Özal’ın kendine münhasır selâmı, kalın çerçeve gözlüğü, “İcraatın İçinden” programında ülkenin tanış olduğu altın kaplamalı tükenmez kalemi değildi onu iktidara getiren; 12 Eylül İhtilâli’nin ağırlığı altında ezilen halkın sivil Cumhurbaşkanına duyduğu özlemdi...

İnce’nin bin yıllık Malazgirt Zaferi’ne atfen “Bin Günde Memleket Hareketi”nin nasıl bir sonuç doğuracağı açıkçası merak konusu; parti ile sonuçlanır mı, ihraç mı olur, yoksa partisi CHP ona “Etme, burası senin evin! Dün olduğu gibi bugün de bizim doğal adayımızsın, üstelik bu sefer tam destek vereceğiz” de diyebilir. Ama 2023’e kaç gün kaldı derseniz? “980”… Yani binden az!

Bu arada ben, İnce’nin ve PR ekibinin yerinde olsam, Âşık Veysel’in memleketi Sivas’tan başlattığı Bin Günde Memleket Hareketi yerine “Uzun İnce bir yoldayım” sloganını kullanırdım.

Bu yürüyüş, bir test yürüyüşü aslında. Hem kendisi, hem seçmeni açısından bir gösteri mâhiyetinde… Biri sahneye çıkacak, diğerleri alkış tutacak. Olur da işler istediği gibi gitmezse, o zaman “Sap var, darı yok!” hikâyesi ile de karşılaşabilir…

Tahminimizce bu test, yeni bir siyâsî maceraya girmeden önce en akıllı yöntem. Anadolu insanının vereceği refleks, ona CHP ve Cumhurbaşkanlığı gibi iki önemli koltuk kazandıracak mı, bunu önce biz rüyalarımızda görelim, tevilini bilâhare yaparız.

Gül, “Bana muhtaçsınız. Hem orta yolu bulabilirim, hem deneyimlerim var. Hem muhalifim, hem de yurtdışı bağlantılarım var” diyerek gelecek yeni teklifler için balkonda kahve içmeye devam ediyor.

Davutoğlu, ılımlı siyâsetin merkez üssünden ayrılalı çok zaman oldu. En sert metinleri kamuoyuyla yabancı haber ajanslarıyla ve Youtube üzerinden yayınlamakta bir beis görmüyor. “Bak, oluyormuş!” diyor üstelik. DEVA’nın reklâmını yapma adına Osmanlı için kullanılan “Hasta Adam” yakıştırmasının bir değil, bin benzerini yapıyor eski yol arkadaşlarına…

Akşener, meydanlar için bu sefer kına, başörtüsü ve renkli ceketlerin dışında başka argümanlar aramaya başlamıştır bile. Zira hem masraflı ve zor, hem de faydasız bir PR olduğunun o da farkında.

Her ne kadar “Eve dön” çağrısıyla “Elime önemli bir koz geçti. Bana muhtaç oldular” diyerek alttan altta kendini güçlü kadınların idolü olarak gösterse de adaylık için şansı en az olanlardan… Hem denenmiş bir hezîmeti var, hem de mevcût ittifakın çatırdaması için dengeleri koruma adına fedakârlıklarda da bulunması gerekiyor.

Peşmerge kıyafetlerinden arınan ama PKK ile göbek bağını bir türlü koparmayan Demirtaş, kendini hem Kürtlerin doğal lideri olarak görüyor, hem de çözümün, siyâsî hareketin yanında silahlı mücadelen geçtiğini deklare eden örgütün… Üstelik demir parmaklıklar arasında “bedel” ödediğini düşünerek...

Cezası dolunca özgürlüğüne kavuşacak olan Demirtaş, ihtişamlı zamanların plânlarını yaptığı cezaevinden çıkar çıkmaz beyaz gömleğini sırtına geçirme, akordu bozulan sazını da eline alma yerine şimdiden kahvaltı randevuları veriyor…

Kim bilir, İnce’den evvel, belki de Edirne’den gelir “yeni parti” haberi…

İmamoğlu, “İstanbul’un yeni fatihi benim” diyor. Erdoğan’ın Ayasofya atağına Gentile Bellini imzalı Fatih Sultan Mehmed Han ve Cem Sultan’ın resmedildiği en önemli yağlı boya tabloyu 7,9 milyon TL vererek Büyükşehir Belediyesi envanterine kazandırmasının altında, Fatih Sultan Mehmed Han’ın türbesini ziyaretindeki görüntüler için “Beni yanlış anladınız, ona saygım ve sevgim sonsuz. Öyle olmasa alır mıydım?” özrü yatmakta…
Külliye ile henüz büyük bir savaşın içinde değilmiş gibi görünüyor. Sembolik gücünün şımarıklığını yaşıyor aynaların ve kameraların önüne geçince. Köprüleri tamamen atmasa da -ilk adımın Erdoğan’dan gelmesini- bekliyor…

Kendisini Beştepe’ye yakıştıranlar tarafından hazırlanan istatiksel verileri içeren raporu her gün masasına bırakan ekip, onun İstanbul heyecanını öldürdüklerinin ve İstanbulluların da kalbinde öldüğünün farkındalar mı acaba?

İmamoğlu’nun elindeki kartlardan biri de son Cumhurbaşkanının İstanbul çıkışlı olması. Bu durumun yanında bir önceki adayın hatırı sayılı bir oy elde etmesine rağmen istenen başarıya ulaşamaması, Cumhuriyet’in yüzüncü yılında Külliye’de gerçekleşecek olan büyük “Cumhuriyet Balosu” hayâllerini kurgulamasını da tetiklemiş olabilir.

İmamoğlu’nun kendisi ne düşünür, tam olarak bilemeyiz, ama Kılıçdaroğlu’nun koltuğunu sallamaya başladığını, birinci adam vazîfesine hazırlandığı yahut hazırladıklarını, İnce’ye bel bağlamayacaklarını, Yavaş’ın da İmamoğlu karşısında şimdilik şansının olmadığını tahmin edebiliriz.

Söz Yavaş’tan açılmışken, onun bu cenahta en akıllıca işi yürüttüğünü görüyoruz; başkent bürokrasisi içinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın karşılama, uğurlama ve başkentteki programlarına katılmada bir tahdidi yok. Ilımlı liderlerin liderliğine soyunmuş durumda. En son örneği de Külliye’ye giderek, Ankara’nın ihtiyaçlarını ve tıkanan Büyükşehir Belediye Meclisi çalışmalarının çözümü noktasında ricada bulunması…

Mansur Yavaş’ın olası Cumhurbaşkanlığı adaylık şansını düşük gösterenler, bir zamanlar ülkemize “Dünya üçüncülüğü” kazandıran A Millî Takımlar Teknik Direktörü Şenol Güneş’te olduğu gibi onun da karizmasına takılmaktalar. Yanılırlar mı, onu zaman gösterecek.

Şu bir gerçek ki, 2023’e ulaşanlar ince denklemli ittifak hesaplarından tutun, son teknolojiden yararlanılan propaganda çalışmalarına varıncaya kadar son yüzyılın en önemli, en görkemli ve en anlamlı seçimine şâhit olacaklar.

Kâhin değiliz ama eldeki verilere bakıldığında, 24 Haziran 2018 tarihinde yapılan seçimin figüranlarından Temel Karamollaoğlu ve Doğu Perinçek hâriç, adı geçen aday adaylarına “yeni” isimlerin dâhil olacağını, 2023’te olmasa da bir sonraki seçimde şu an hiç kimsenin aklından geçirmediği bir isme de oy verebileceklerini rahatlıkla söyleyebiliriz.

Ama “Yüzyılın Cumhurbaşkanlığı” yarışını bizim ve çoğunluğun tarifine uyan, devlet aklını kullanma deneyimi ile öne çıkan, güçlü ve azimli, ülke çıkarlarını koruyup kollayan, her alanda gelişen ve kendi kendine yeten bir Türkiye hayâli ile millî ve yerli kazanımları hedefleyen, uluslararası arenada temsil ve hitâbet yeteneğine haiz, mazlumların ve masumların hâmisi, âdil ve merhametli, aynı zamanda tarafsız ve demokrat, bir o kadar imanlı, değişime ve hoşgörüye açık, her kesim tarafından sevilen ve saygı duyulan karizmatik bir aday kazanacak.

Onun kazanması, Türkiye’nin kazancıdır…