SEÇİM tartışmalarına
girmeyi pek sevmiyorum. Ciddiye alacak olsanız, varınız yoğunuz o oluyor ve
gündeminizin tam ortasında duruyor. Yapmanız gereken başka işlerin niteliğini
de düşürüyor. Herkes yapması gereken sorumluluklardan kaçma bahanesi olarak bu
tartışmalara sığınıyor.
Bugünkü
yazımızda biraz kenarından meseleye bakarak, 2023 seçimleri özelinde seçim
sistemi ve sonrasıyla ilgili kritik bir konuya dikkat çekmeye çalışacağız.
Daha
iki sene var seçimlere. Belki gelecek sene bugünlerde bazı belirsizlikler
ortadan kalkacak, bazı isimler öne çıkacak ve daha somut veriler üzerinden
konuşuyor olacağız. Muhalefet partilerinin “Yakında seçim olacak” havası oluşturmaya
çalışmalarının arka plânında kafa karıştırmak, ortalığı bulandırmak ve bulanık
suda balık avlama gayretleri var. Şu an siyâsette tam da taşlar yerine oturmuş
değil. Aslında seçim konuşmaları biraz da taşları yerine oturtma ve belirsizlikleri
azaltma stratejisi olarak düşünülebilir.
“Yakında
seçim olacak” tartışmalarıyla uzaktaki seçime hazırlık yapılıyor olabilir.
Ortadaki belirsizlik ve yeni girişimlerin hem iktidara, hem de muhalefete dair fırsatlar
ve de tehditler ortaya çıkarabileceği akılda tutulmalıdır.
Şu
an seçimle ilgili olarak partilerin hangi ittifak tarafında konumlanacakları,
üçüncü bir ittifak cephesinin oluşup oluşmayacağı, yeni partilerin ağırlıkları
ve hangi cephenin hangi adayla yarışacağı gibi konular merak edilmektedir. Meselâ
Saadet Partisi nerede duracak, Muharrem İnce’nin partisi siyâseti nasıl
etkileyecek, HDP ile ilgili tartışmalar İyi Parti’yi ne yöne savuracak? Bunlar
seçimleri etkileyecek önemli meselelerdir.
Türk
tipi başkanlık sistemi tasarlanırken toplumun çoğunluğunun milliyetçi ve
muhafazakâr (yüzde 60-70 civarı) ve geri kalanının da sosyal demokrat ve
seküler eğilimli (yüzde 30-40 civarı) olduğu varsayımı üzerinden gidilmiş ve
yüzde 50+1 mantığıyla her halükârda milliyetçi ve muhafazakâr bir adayın
cumhurbaşkanı olacağı hesap edilmişti.
Lâkin
şu anki ittifak oluşumlarına bakıldığında yukarıdaki eksenden farklı bir
gruplaşma olduğu görülmektedir. Cumhur İttifakı o beklenen çoğunluk tarafına
yerleşmişken, Millet İttifakı “beş benzemezin” bir araya geldiği nitelemesini
hak edecek çeşitliliktedir.
İçinde
sol ve seküler zihniyet ile birlikte milliyetçi, İslâmî referanslı, ayrılıkçı
eğilimli birçok unsuru barındırabilmektedir. “Bu kadar birbirine benzemezi bir
araya getiren şey nedir?” diye düşünüldüğünde, “başkanlık sistemine karşı
oldukları ve parlamenter sisteme dönmek istedikleri” dışında ortak bir özellik
akla gelmemektedir. Aslında temel hedef ve bir araya gelme gerekçesi,
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı devirebilmektir.
HDP’nin
PKK terör örgütüyle olan ilişkilerinden dolayı kapatılmasının gündeme gelmesi
ile Millet İttifakı’ndan bir üçüncü ittifak cephesi çıkıp çıkmayacağını zamanla
göreceğiz. Böyle olduğunda da üçüncü ittifakın son raddede kendini nerede
konumlandıracağı ise ayrı bir konu. Yani 2023’e kadar daha bu köprünün altından
çok sular akacak…
Beni
önümüzdeki seçimler için endişelendiren konu, konuşulan cumhurbaşkanı
adaylarıdır. Bugünlerde İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkanlarının
adı gündeme getiriliyor. Bu gündemi, parti içindeki grupların kendi tuttukları
ismi öne çıkarma mücadelesinin kamuoyuna yansıması olarak da düşünebiliriz. Bu
doğal bir tartışma gibi görünse de ülkemiz için konuşulan isimlerin kalitesi ve
kalibresi ister istemez bizi gelecek açısından da endişelendirmektedir. Bahse
konu olan isimlerin Finlandiya gibi bir ülkeye değil, dört tarafı ateş çemberi
ile çevrilmiş, dünyanın en büyük askerî güçlerinin odak noktasında, Libya’dan Orta
Asya’ya, Balkanlardan Orta Doğu’ya uzanan bir coğrafyada etkili bir aktör olan
büyük bir ülkenin başına geçireceğiz.
Kişisel
hesaplarla siyâset yapıldığı, nefret üzerinden cephelerin oluşturulduğu bir
sistemde ülkeyi perişan edecek bir kişinin bile seçilme ihtimâli bulunmaktadır.
Muhalefetteki partiler partilerindeki en kalifiye kişileri bulup aday yapmak
yerine, ittifakı dağıtmayacak ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı devirecek bir
toplumsal desteği sağlayabilecek aday peşinde koşacaklardır. Adayların koskoca
ülkeyi yönetme potansiyeli, ülkenin birliği ve dirliği için yapacakları,
uluslararası konularda alabilecekleri inisiyatifler hiç gündemde değildir. “Bu
iktidar gitsin de ne olursa olsun” mantığının aday belirleme işine yansımasıdır
bu.
Yüzde
50+1 sisteminin en kritik çıkmazı bu durum olsa gerektir. 2023 seçimleri
atlatılsa bile bu sistematik bir problem olarak önümüzde durmaya devam edecektir.
Toplumun
önüne koyacağımız adayların “O mu olsun, bu mu olsun?” noktasına gelmeden önce
siyâsetin temsil mâkâmlarından pişerek gelmeleri önemlidir. Meselâ sadece
partilerin başkanlarının aday olması üzerinden gidilmiş olsaydı, belki de bu
tehlikeyi bu kadar fazla hissetmemiş olurduk.
Tehlike
sadece seçilecek kişiyle değil, devlet yönetiminin sistem merkezli değil de kişi
merkezli tasarlanmış olmasıyla da ilgilidir. Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi,
tecrübeli ve becerikli kişilerin başkan olacağı üzerine kurgulanmıştır. Öyle
olduğu takdirde ciddî atılımlar yapılabilir, bu doğrudur. Ancak seçim
sisteminin herhangi bir keyfiyeti olmayan kişileri de devletin tepesine
taşıması ihtimâli bulunmaktadır. Kifayetsiz birinin bu kadar yetkiyle
güçlendirilmiş bir mâkâmı işgal etmesi, insanı ürkütmektedir.
Üç
yıllık tecrübe ile birlikte, kısır siyâsî çekişmelerden bağımsız olarak hem
seçim sisteminin, hem de Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’nin gözden
geçirilmesi faydalı olacaktır. Burada da iş tabiî ki iktidara ve Cumhur
İttifakı’na düşmektedir. Böyle bir çalışmaya, tıpkı anayasa çalışmalarına davet
edildiği gibi diğer siyâsî partiler de dâhil edilebilir.