2020’den 2021’e Büyük Türkiye

Herkes açısından kötü algılanan 2020 yılı, Türkiye açısından zaferler yılı olarak tarihe geçti. Türkiye bu yılda yaptığı üç cepheli harekâtlarla, desteklediği güçleri başarıya taşıyan yeni bir aktör olarak tarih sahnesine çıktı. Türkiye’nin yeni bir aktör olarak ortaya çıkışını ilk kabullenen, onu çökertmeyi 3 kez denediği hâlde 3 kez mağlûp olan Rusya’ydı.

BÜTÜN soru ve sorunlarıyla Türkiye açısından zor, ancak zor olduğu nispette de başarılı bir yılı geride bıraktık. Türkiye 2020’de iki alanda parlak bir başarıya imza attı: Pandemi yönetimi ve üç cephede birden verdiği bekâ mücadeleleri…

Kim ne derse desin, Türkiye’nin pandemi sürecinde elde ettiği başarı, sağlık teşkilâtının güç ve kapasitesi açısından onu, AB ve NATO ülkeleri içerisinde “1” numara yaptı! DSÖ verilerine mukayeseli olarak bakıldığında, Türkiye’nin her yüz kişideki ölüm oranlarının düşüklüğü açısından en başarılı ülke olduğu görülecektir.

Bekâ mücadelelerine gelince…

Türkiye 2020’de İdlib, Libya ve Karabağ’da üç büyük harekâtın doğrudan veya dolaylı olarak başaktörü konumunda yer aldı. Bu cepheler, Türk Ordusunun ve Millî Savunma Sanayii’nin uluslararası düzeyde geldiği yeri göstermesi açısından birer test yeri oldu.

Geçen yıl içerisinde Türkiye’ye yönelik ilk büyük ve plânlı saldırı, 2020 yılı Şubat’ında İdlib cephesinden geldi. Bu cephede karşımızda Türkiye’yi oyun dışı bırakmak isteyen Rusya, İran, Suriye ve örtülü olarak da BAE-Suud yer alıyor; ABD, AB ve İsrail ise karşımızdaki cephenin kazanması için aletta hazır bekliyorlardı. Plân, Türkiye’yi İdlib’den kendi sınırı olan Hatay’a iterek Türkiye’nin diğer harekât bölgelerindeki konumunu tartışılır hâle getirmek ve Türk Ordusunu yeniden kendi karasına hapsetmekti.

Plânlayıcı aklın Rusya olduğu o meşum 27 Şubat 2020 saldırısında 36 vatan evlâdını şehit verdik. Bu saldırı, şehitler üzerinden içte kaos uyandırmaya yönelik psikolojik bir koldan da hareket ediyordu. Plân bu idi ama gerçekte ne oldu?

Türkiye bu saldırının akabinde gözünü karartarak sahaya indi.  Kahraman Türk Ordusu ve SMO, yedi gün içerisinde Rus zırhlı araç ve savunma sistemlerini, içindeki Rus uzmanlarıyla beraber târumâr etti. Rejimin en az iki tabur askerini yok ettiği gibi, Rejim ordusunun zırhlı muharebe araçları ve silah sistemlerinin de üçte birini imha etti. İran’ın Haşdi Şabi ve Lübnan Hizbullah’ından oluşan vekil güçlerine Suriye İç Savaşı’nın başladığı 2011’den beri en büyük kayıplarını verdirdi.

Karşı tarafın böyle ağır kayıplar vermeye dayanacak gücü yoktu. Nitekim Rejim ve onun arkasındaki unsurlar, el altından ateşkes istediler. Moskova’daki 6 buçuk saat süren Putin-Erdoğan görüşmesi, sahada bugünkü statükoyu belirleyen bir ateşkesle son buldu.

Türkiye’nin İdlib sahasında yaptığı bu 7 Gün Savaşı, askerî açıdan hibrit savaşlarının mâhiyetini değiştiren yeni bir bakış açısı ve savaş doktrini getirmiştir. Türkiye’nin dijital teknoloji ürünleriyle girdiği bu mücadele, Rusların ağır mekanik ve zırhlı unsurlarla kademeli hat kurmaya dayalı olan ve İkinci Dünya Savaşı’ndan beri kendisine üstünlük sağlayan savaş doktrinlerini tartışmalı hâle getirdi. Özellikle S-300’ler de dâhil olmak üzere bir efsane hâline getirilen Rus savunma sistemlerinin çağın gerisinde kaldığına dair de ilk sinyalleri verdi.

Rejim ve destekçilerinin bu 7 günde verdikleri ağır kayıp, yapılan ateşkes anlaşmasıyla kırılgan olsa da bugüne değin bir dengelenme içerisinde caydırıcılığını sürdürdü. Türkiye, İdlib’deki bu savaştan sonra o günün şartlarında tam anlaşılmasa da bölgesel güç konumundan yarı küresel bir güç konumuna doğru evrildiğini sahada tatbik ederek gösterdi.

Bu caydırıcılık sebebiyle Türkiye bugün, İdlib’de yerini sağlamlaştırdığı gibi, Barış Pınarı Bölgesi’nden Aynülarab ve özellikle Aynülisa üzerine istendik bir baskı uygulayarak ABD ve Rusya’ya bu bölgelere karşı her an bir harekât yapacağına dair mesajlar vermektedir. Türkiye, bırakınız buradan atılmayı, o bölgeler üzerinde inanılmaz bir tazyik yaparak kukla yapı ve arkasındakileri canından bezdirmek sûretiyle mekânın sahibi konumuna yükselmiştir. 

***  

İdlib direnişi, Türkiye’nin 2020 içerisinde yaptığı, sonucu başarı ve zafer olan ilk büyük millî eksenli bağımsız ve reşit hamlesidir.

Türkiye’nin 2020’de ikinci başarılı ve kendi eksenine dayalı hibrit harekâtı Libya’da gerçekleşmiştir. Türkiye’nin Libya’yla yaptığı Mavi Vatan esaslı Deniz Yetki Alanlarını Sınırlandırma Anlaşması, Akdeniz’in doğusunu, Türkiye’nin hukukî pozisyonu açısından dolaylı olarak Türkiye’nin kontrolüne bırakan bir anlaşmaydı. Bu anlaşmayla Türkiye, başta Yunanistan olmak üzere Fransa, Mısır ve İsrail’i Akdeniz’de kendisine bağımlı hâle getiriyordu. Karşı taraflar açısından bu durum, kabul edilemez bir pozisyondu. Bu pozisyonu akim bırakmak için var güçlerini Libya’daki meşru hükûmeti devirmeye harcadılar.

Bu amaç için de CIA tarafından Libya’ya getirilmiş olan darbeci Hafter’i destekleyerek bu çok efendili kuklayı başkent Trablusgarp’ı ele geçirmek için sahaya sürdüler. Hafter güçleri, kısa zamanda Trablusgarp’ın dış mahallelerine girecek kadar da ilerledi. Trablusgarp’ın düşmesine ramak kala, Türkiye, Libya Meşru Hükûmetiyle yaptığı askerî iş birliği anlaşmasına dayanarak, askerî ve teknik açıdan meşru hükûmeti destekledi.

Türkiye’nin bu girişiminin hiçbir işe yaramayacağını düşünen karşı cephe, hibrit savaşını dünyada en iyi yapan ve uygulayan ülke karşısında perişan oldular. Kısa zamanda stratejik noktaları elden çıkarmaya ve toparlanmak için geri çekilmeye başladılar. Türkiye’nin desteklediği meşru güçlerin, ülkenin en büyük askerî hava üssü olan Vatiyye Hava Üssü’nü düşürmesi, Hafter ve destekçilerinin başkenti ele geçirme plânlarını bozduğu gibi, karşı tarafa savaşın kaybedildiğine dair bir psikolojik çöküntü de yaşattı.

Nitekim meşru hükûmet güçleri, kısa zamanda Terhune’yi ele geçirip Sirte ve Cufra istikametine yöneldiler. Bu noktada Rusya’nın MİG-29 uçaklarıyla yaptığı karşı saldırı, ulusal ordu ile Hafter güçlerini Sirte-Cufra hattında stabil hâle getirdi. Rusya faktörü burada da İdlib’dekine benzer bir hat oluşturdu.

Türkiye’nin bu hattaki rakipleri Rusya, Fransa, Yunanistan, Mısır, BAE ve Suud ile örtülü olarak da İsrail’di. Ancak buradaki çatışma da İdlib cephesindekine benzer bir durum ortaya çıkarmıştı. Türkiye’nin son teknoloji ürünü dijital ve elektronik silahları, ağırlığı Rus silahlarından oluşan karşı cepheyi Trablusgarp’ın varoşlarından Sirte’ye kadar sürmüştü. Bu durum, hiç kimsenin beklemediği muazzam bir başarıydı ve Türkiye’nin Suriye’den sonra Akdeniz ve Kuzey Afrika’da da bölgesel güçlükten yarı küresel güçlüğe doğru evrilişinin ikinci adımıydı.

Bu güç sayesinde Libya cephesi de stabil hâlde kaldığı gibi karşı tarafı, bu cepheyi yaramayacakları psikolojisine iterek siyasal çözüm yolları aramaya zorladı. Nitekim Tobruk Meclisi’yle Meşru Hükûmet’in Fas’ta yaptığı barış görüşmeleri, Türkiye’nin sahadaki başarısının arkasından gelen faaliyetlerdi.

Rusya’nın burada örtülü olarak Türkiye ile anlaşarak bekleme pozisyonuna geçmesi ve Hafter yerine Akile Salih’e yönelmesi, Hafter’e destek veren Fransa, Yunanistan, Mısır ve BAE’yi agresif bir hâle getirdi. Nitekim bunların Hafter üzerinden Türkiye’ye yaptıkları tehdit, Türkiye tarafından ânında görülerek Millî Savunma Bakanı Akar ve Kuvvet Komutanlarının Libya’da bayrak göstermeleriyle sonuçlandı. Akar’ın sözde Hafter’e, özde ise arkasındaki destekçilerine yönelik tehditleri bir meydan okuma çağrısıydı!

Türkiye’nin sahaya inmekte asla tereddüt göstermeyeceğini bildirmesi, Hafter ve arkasındakileri dağıtmaya yetmiş görünüyor ama bu maceracı ekip, 2021’de herhangi bir saldırıya geçerse ağır bir sonuçla karşılaşacağını gayet iyi biliyor.

Nitekim Fransa’dan gelen mutedil açıklamalar ve Mısır’ın meşru hükûmetle görüşmeleri, böyle bir ihtimâli akılcı bulmadıklarını gösteriyor. Bunun anlamı, güçlerinin yetmeyeceğinin ikrarıdır.

***

Üçüncü cephe, Türkiye’nin artık yarı küresel güç oluşunun bütün dünya tarafından kabul edildiği Karabağ cephesidir. Karabağ Savaşı, Azerbaycan ve Ermenistan arasında yapılmış konvansiyonel bir savaş gibi görünse de, aslında Türkiye ve Rusya’nın kurmay akılları, savaş doktrinleri ve silah kabiliyetleri açısından yaptıkları üçüncü büyük karşılaşmadır.

44 gün süren ve Azerbaycan’ın şanlı bir zaferle Ermenistan ordusunun üçte ikilik gücünü yok ettiği bu savaş, Türkiye’nin son teknoloji ürünü silahlarının bir yıl içerisinde geldiği büyük aşamayı göstermesi açısından son derece dikkat çekiciydi. Karabağ Zaferi, Türkiye’nin artık dünya ölçeğinde kendi eksenini kuran ve kendi oyununu oynayan bir ülke olduğunu açıkça gösteriyordu.


Herkes açısından kötü algılanan 2020 yılı, Türkiye açısından zaferler yılı olarak tarihe geçti. Türkiye bu yılda yaptığı üç cepheli harekâtlarla, desteklediği güçleri başarıya taşıyan yeni bir aktör olarak tarih sahnesine çıktı.

Türkiye’nin yeni bir aktör olarak ortaya çıkışını ilk kabullenen, onu çökertmeyi 3 kez denediği hâlde 3 kez mağlûp olan Rusya’ydı. Rusya’nın Karabağ’da Azerbaycan-Ermenistan ile yaptığı ateşkes anlaşması, aslında Türkiye’yle yapılmış ve Türkiye’nin isteklerini dikkate alan bir ateşkes anlaşması mâhiyetindedir. Bu anlaşmadaki Nahcivan-Laçin Koridoru, Türkiye’nin Kafkaslar ve Orta Asya ile bağlantısını sağlayan, benim “Turan Yolu” dediğim hattı içermesi yönünden emsalsiz bir başarıdır.

İdlib ve Libya’da Türkiye’yi zora sokmak için Ermenistan üzerinden görünüşte Azerbaycan’a, hakikatte ise Türkiye’ye saldıran odaklar, sahada ummadıkları bir yenilgi alarak ellerindeki Kafkas kozunu kaybettikleri gibi, zayıflatmaya çalıştıkları Türkiye’nin Karabağ’ın kazananlarından biri olarak İdlib ve Libya sahalarına kuvvetli bir şekilde dönmesinin de önünü açmış oldular. Neye niyet, neye kısmet…

Öyle görünüyor ki Türkiye, 2021’de Libya ve Kuzey Suriye’de yeniden sahne alarak kendi millî eksenini daha belirgin hâle getirecektir. Risklere değil, risklerinin ardından gelecek fırsat ve imkânlara odaklanmalıyız.

Son söz: Hakikat namına yükselişe geçen bir gücün önünde duracak hiçbir bâtıl kuvvet yoktur!