BÜTÜN soru ve
sorunlarıyla Türkiye açısından zor, ancak zor olduğu nispette de başarılı bir
yılı geride bıraktık. Türkiye 2020’de iki alanda parlak bir başarıya imza attı:
Pandemi yönetimi ve üç cephede birden verdiği bekâ mücadeleleri…
Kim
ne derse desin, Türkiye’nin pandemi sürecinde elde ettiği başarı, sağlık
teşkilâtının güç ve kapasitesi açısından onu, AB ve NATO ülkeleri içerisinde “1”
numara yaptı! DSÖ verilerine mukayeseli olarak bakıldığında, Türkiye’nin her
yüz kişideki ölüm oranlarının düşüklüğü açısından en başarılı ülke olduğu
görülecektir.
Bekâ
mücadelelerine gelince…
Türkiye
2020’de İdlib, Libya ve Karabağ’da üç büyük harekâtın doğrudan veya dolaylı
olarak başaktörü konumunda yer aldı. Bu cepheler, Türk Ordusunun ve Millî
Savunma Sanayii’nin uluslararası düzeyde geldiği yeri göstermesi açısından
birer test yeri oldu.
Geçen
yıl içerisinde Türkiye’ye yönelik ilk büyük ve plânlı saldırı, 2020 yılı Şubat’ında
İdlib cephesinden geldi. Bu cephede karşımızda Türkiye’yi oyun dışı bırakmak
isteyen Rusya, İran, Suriye ve örtülü olarak da BAE-Suud yer alıyor; ABD, AB ve
İsrail ise karşımızdaki cephenin kazanması için aletta hazır bekliyorlardı.
Plân, Türkiye’yi İdlib’den kendi sınırı olan Hatay’a iterek Türkiye’nin diğer
harekât bölgelerindeki konumunu tartışılır hâle getirmek ve Türk Ordusunu yeniden
kendi karasına hapsetmekti.
Plânlayıcı
aklın Rusya olduğu o meşum 27 Şubat 2020 saldırısında 36 vatan evlâdını şehit
verdik. Bu saldırı, şehitler üzerinden içte kaos uyandırmaya yönelik psikolojik
bir koldan da hareket ediyordu. Plân bu idi ama gerçekte ne oldu?
Türkiye
bu saldırının akabinde gözünü karartarak sahaya indi. Kahraman Türk Ordusu ve SMO, yedi gün
içerisinde Rus zırhlı araç ve savunma sistemlerini, içindeki Rus uzmanlarıyla
beraber târumâr etti. Rejimin en az iki tabur askerini yok ettiği gibi, Rejim
ordusunun zırhlı muharebe araçları ve silah sistemlerinin de üçte birini imha
etti. İran’ın Haşdi Şabi ve Lübnan Hizbullah’ından oluşan vekil güçlerine
Suriye İç Savaşı’nın başladığı 2011’den beri en büyük kayıplarını verdirdi.
Karşı
tarafın böyle ağır kayıplar vermeye dayanacak gücü yoktu. Nitekim Rejim ve onun
arkasındaki unsurlar, el altından ateşkes istediler. Moskova’daki 6 buçuk saat
süren Putin-Erdoğan görüşmesi, sahada bugünkü statükoyu belirleyen bir
ateşkesle son buldu.
Türkiye’nin
İdlib sahasında yaptığı bu 7 Gün Savaşı, askerî açıdan hibrit savaşlarının mâhiyetini
değiştiren yeni bir bakış açısı ve savaş doktrini getirmiştir. Türkiye’nin
dijital teknoloji ürünleriyle girdiği bu mücadele, Rusların ağır mekanik ve
zırhlı unsurlarla kademeli hat kurmaya dayalı olan ve İkinci Dünya Savaşı’ndan
beri kendisine üstünlük sağlayan savaş doktrinlerini tartışmalı hâle getirdi. Özellikle
S-300’ler de dâhil olmak üzere bir efsane hâline getirilen Rus savunma
sistemlerinin çağın gerisinde kaldığına dair de ilk sinyalleri verdi.
Rejim
ve destekçilerinin bu 7 günde verdikleri ağır kayıp, yapılan ateşkes
anlaşmasıyla kırılgan olsa da bugüne değin bir dengelenme içerisinde
caydırıcılığını sürdürdü. Türkiye, İdlib’deki bu savaştan sonra o günün
şartlarında tam anlaşılmasa da bölgesel güç konumundan yarı küresel bir güç
konumuna doğru evrildiğini sahada tatbik ederek gösterdi.
Bu
caydırıcılık sebebiyle Türkiye bugün, İdlib’de yerini sağlamlaştırdığı gibi,
Barış Pınarı Bölgesi’nden Aynülarab ve özellikle Aynülisa üzerine istendik bir
baskı uygulayarak ABD ve Rusya’ya bu bölgelere karşı her an bir harekât
yapacağına dair mesajlar vermektedir. Türkiye, bırakınız buradan atılmayı, o
bölgeler üzerinde inanılmaz bir tazyik yaparak kukla yapı ve arkasındakileri
canından bezdirmek sûretiyle mekânın sahibi konumuna yükselmiştir.
***
İdlib
direnişi, Türkiye’nin 2020 içerisinde yaptığı, sonucu başarı ve zafer olan ilk
büyük millî eksenli bağımsız ve reşit hamlesidir.
Türkiye’nin
2020’de ikinci başarılı ve kendi eksenine dayalı hibrit harekâtı Libya’da
gerçekleşmiştir. Türkiye’nin Libya’yla yaptığı Mavi Vatan esaslı Deniz Yetki Alanlarını
Sınırlandırma Anlaşması, Akdeniz’in doğusunu, Türkiye’nin hukukî pozisyonu
açısından dolaylı olarak Türkiye’nin kontrolüne bırakan bir anlaşmaydı. Bu
anlaşmayla Türkiye, başta Yunanistan olmak üzere Fransa, Mısır ve İsrail’i
Akdeniz’de kendisine bağımlı hâle getiriyordu. Karşı taraflar açısından bu
durum, kabul edilemez bir pozisyondu. Bu pozisyonu akim bırakmak için var
güçlerini Libya’daki meşru hükûmeti devirmeye harcadılar.
Bu
amaç için de CIA tarafından Libya’ya getirilmiş olan darbeci Hafter’i
destekleyerek bu çok efendili kuklayı başkent Trablusgarp’ı ele geçirmek için
sahaya sürdüler. Hafter güçleri, kısa zamanda Trablusgarp’ın dış mahallelerine
girecek kadar da ilerledi. Trablusgarp’ın düşmesine ramak kala, Türkiye, Libya
Meşru Hükûmetiyle yaptığı askerî iş birliği anlaşmasına dayanarak, askerî ve
teknik açıdan meşru hükûmeti destekledi.
Türkiye’nin
bu girişiminin hiçbir işe yaramayacağını düşünen karşı cephe, hibrit savaşını
dünyada en iyi yapan ve uygulayan ülke karşısında perişan oldular. Kısa zamanda
stratejik noktaları elden çıkarmaya ve toparlanmak için geri çekilmeye
başladılar. Türkiye’nin desteklediği meşru güçlerin, ülkenin en büyük askerî
hava üssü olan Vatiyye Hava Üssü’nü düşürmesi, Hafter ve destekçilerinin
başkenti ele geçirme plânlarını bozduğu gibi, karşı tarafa savaşın
kaybedildiğine dair bir psikolojik çöküntü de yaşattı.
Nitekim
meşru hükûmet güçleri, kısa zamanda Terhune’yi ele geçirip Sirte ve Cufra
istikametine yöneldiler. Bu noktada Rusya’nın MİG-29 uçaklarıyla yaptığı karşı
saldırı, ulusal ordu ile Hafter güçlerini Sirte-Cufra hattında stabil hâle
getirdi. Rusya faktörü burada da İdlib’dekine benzer bir hat oluşturdu.
Türkiye’nin
bu hattaki rakipleri Rusya, Fransa, Yunanistan, Mısır, BAE ve Suud ile örtülü
olarak da İsrail’di. Ancak buradaki çatışma da İdlib cephesindekine benzer bir
durum ortaya çıkarmıştı. Türkiye’nin son teknoloji ürünü dijital ve elektronik
silahları, ağırlığı Rus silahlarından oluşan karşı cepheyi Trablusgarp’ın varoşlarından
Sirte’ye kadar sürmüştü. Bu durum, hiç kimsenin beklemediği muazzam bir
başarıydı ve Türkiye’nin Suriye’den sonra Akdeniz ve Kuzey Afrika’da da
bölgesel güçlükten yarı küresel güçlüğe doğru evrilişinin ikinci adımıydı.
Bu
güç sayesinde Libya cephesi de stabil hâlde kaldığı gibi karşı tarafı, bu
cepheyi yaramayacakları psikolojisine iterek siyasal çözüm yolları aramaya
zorladı. Nitekim Tobruk Meclisi’yle Meşru Hükûmet’in Fas’ta yaptığı barış
görüşmeleri, Türkiye’nin sahadaki başarısının arkasından gelen faaliyetlerdi.
Rusya’nın
burada örtülü olarak Türkiye ile anlaşarak bekleme pozisyonuna geçmesi ve
Hafter yerine Akile Salih’e yönelmesi, Hafter’e destek veren Fransa, Yunanistan,
Mısır ve BAE’yi agresif bir hâle getirdi. Nitekim bunların Hafter üzerinden
Türkiye’ye yaptıkları tehdit, Türkiye tarafından ânında görülerek Millî Savunma
Bakanı Akar ve Kuvvet Komutanlarının Libya’da bayrak göstermeleriyle
sonuçlandı. Akar’ın sözde Hafter’e, özde ise arkasındaki destekçilerine yönelik
tehditleri bir meydan okuma çağrısıydı!
Türkiye’nin
sahaya inmekte asla tereddüt göstermeyeceğini bildirmesi, Hafter ve
arkasındakileri dağıtmaya yetmiş görünüyor ama bu maceracı ekip, 2021’de
herhangi bir saldırıya geçerse ağır bir sonuçla karşılaşacağını gayet iyi
biliyor.
Nitekim
Fransa’dan gelen mutedil açıklamalar ve Mısır’ın meşru hükûmetle görüşmeleri,
böyle bir ihtimâli akılcı bulmadıklarını gösteriyor. Bunun anlamı, güçlerinin
yetmeyeceğinin ikrarıdır.
***
Üçüncü
cephe, Türkiye’nin artık yarı küresel güç oluşunun bütün dünya tarafından kabul
edildiği Karabağ cephesidir. Karabağ Savaşı, Azerbaycan ve Ermenistan arasında
yapılmış konvansiyonel bir savaş gibi görünse de, aslında Türkiye ve Rusya’nın
kurmay akılları, savaş doktrinleri ve silah kabiliyetleri açısından yaptıkları
üçüncü büyük karşılaşmadır.
44
gün süren ve Azerbaycan’ın şanlı bir zaferle Ermenistan ordusunun üçte ikilik
gücünü yok ettiği bu savaş, Türkiye’nin son teknoloji ürünü silahlarının bir
yıl içerisinde geldiği büyük aşamayı göstermesi açısından son derece dikkat
çekiciydi. Karabağ Zaferi, Türkiye’nin artık dünya ölçeğinde kendi eksenini
kuran ve kendi oyununu oynayan bir ülke olduğunu açıkça gösteriyordu.
Herkes
açısından kötü algılanan 2020 yılı, Türkiye açısından zaferler yılı olarak
tarihe geçti. Türkiye bu yılda yaptığı üç cepheli harekâtlarla, desteklediği güçleri
başarıya taşıyan yeni bir aktör olarak tarih sahnesine çıktı.
Türkiye’nin
yeni bir aktör olarak ortaya çıkışını ilk kabullenen, onu çökertmeyi 3 kez
denediği hâlde 3 kez mağlûp olan Rusya’ydı. Rusya’nın Karabağ’da
Azerbaycan-Ermenistan ile yaptığı ateşkes anlaşması, aslında Türkiye’yle
yapılmış ve Türkiye’nin isteklerini dikkate alan bir ateşkes anlaşması mâhiyetindedir.
Bu anlaşmadaki Nahcivan-Laçin Koridoru, Türkiye’nin Kafkaslar ve Orta Asya ile
bağlantısını sağlayan, benim “Turan Yolu” dediğim hattı içermesi yönünden
emsalsiz bir başarıdır.
İdlib
ve Libya’da Türkiye’yi zora sokmak için Ermenistan üzerinden görünüşte
Azerbaycan’a, hakikatte ise Türkiye’ye saldıran odaklar, sahada ummadıkları bir
yenilgi alarak ellerindeki Kafkas kozunu kaybettikleri gibi, zayıflatmaya
çalıştıkları Türkiye’nin Karabağ’ın kazananlarından biri olarak İdlib ve Libya
sahalarına kuvvetli bir şekilde dönmesinin de önünü açmış oldular. Neye niyet,
neye kısmet…
Öyle
görünüyor ki Türkiye, 2021’de Libya ve Kuzey Suriye’de yeniden sahne alarak kendi
millî eksenini daha belirgin hâle getirecektir. Risklere değil, risklerinin
ardından gelecek fırsat ve imkânlara odaklanmalıyız.
Son söz: Hakikat namına yükselişe geçen bir gücün önünde duracak hiçbir bâtıl kuvvet yoktur!