1999’dan önce insanlık, başka bir formattaydı. 2000 yılı ile
birlikte yeni bir biçime evrildi dünya. 2020 yılı ile 1999 arasında sanıldığı
gibi on bir yıl değil, yüz, hattâ bin yıl var! O hâlde, milenyumun varlığından
söz ederek başlayalım yazıya.
2000 yılı, 21’inci yüzyılı ve 3’üncü binyılı başlattı. Artık
yeni bir medeniyeti başlatacağını da söyleyebiliriz. Onun için 1990 ile 2020
arasında hayatın her alanındaki gelişmeler, otuz yıla sığmayacak kadar
katmanlı/boyutlu ve külliyatlı değil. Otuz yılda üç binyıllık bilgi ve teknoloji
ortaya çıktı. 2000’le başlayan sürece “tarihsel milât” diyebiliriz.
Daha önce Milâdî takvimin başlangıcı olarak Hazreti Îsâ’nın
doğumu, Batı dünyasında tarif edilmişti. Türkiye’de de bu tarif geçerli. Ama
Osmanlı tarihçileri için milât, “Tufan” idi. Yani Nuh Tufanı… O nedenle o
zamanın tarihçileri, “Tufan’dan önce ve Tufan’dan sonra” ayrımı yaparlardı.
Gerek Tufan, gerek Hazreti Îsâ’nın doğumu, temel
itibariyle insanların hayatını bir anda altüst eden, makasını değiştiren,
bambaşka bir medeniyet dönemine geçişi sağlayan ve kültürel anlamda yeni
tercihlerin ortaya çıktığı zaman dilimlerinin başlangıcı olarak kabul edildi
insanlık tarafından. Bu anlamda 2000 yılı da ilk anda hissedilmese de ilerleyen
yıllar içerisinde, meselâ 2020 yılının sonuna ulaşılan bugünlerde geriye dönüp
bakıldığında, bambaşka bir çağa geçtiğini hissedebiliyor insanlık. 2001 yılında
İkiz Kulelerin patlaması ile başlayan süreç, bir siyâset milâdıydı. Ancak bunun
devamı, 2020 yılında ve özellikle hâlen etkilerini yaşamaya devam ettiğimiz
Koronavirüs Pandemisi ile birlikte tam bir kültürel-yaşamsal başkalaşımı
beraberinde getirdi. Ve şimdiden kendine ait bir kültü oluşturdu. Bu, milât
içerisinde bir “milât” idi.
2000 yılına gelirken, dijital bir çağa girileceği hissedilmiş durumdaydı. Söz konusu çağın ayak sesleri, “tuş sesleri” olarak yansımıştı insanlığın kulaklarına. 2000’den önce dünya, manueldi. Bilgi ve teknoloji geometrik... Ama 2000’den sonra, soyut bir bilgi olan matematik, somut geometrinin rûhu hâline geldi. Her şey sayısallaştırılma devresinde. “Sayısal ruh” bir süre sonra, çevredeki geometriden çıkıp bizzat insanın bedenine girecek gibi. Ve düşünce, hayata hareket kazandıran bir enerji olacak. Biz böyle düşünüyoruz. İşte bunun başlangıcı da 2020 yılı ve sonrası olacak gibi geliyor bize!
Dijital medeniyete ulaşmak için devlet, dijital dönüşüm, mekanik devrim ve tabiî ki sosyal devrim yapmalı. Meselâ hâlâ benzinle çalışan otomobil, akılsız ev, uzaklardan tellerle taşınan enerji olmamalı işimiz.
Girilen döneme “dijital çağ” dedik de, “bilgi teknolojisi
çağı” da diyebiliriz. Dijital enerjinin dünyayı harekete geçirmeye başladığı
andan itibaren ana malzeme “bilgi” oldu. Oysa daha önce ezber edilmiş tecrübe,
ana malzemeydi. Bu nedenle usta-çırak ilişkisi içinde ana bilgi, ezber yöntemi
ile bir sonraki kuşağa aktarılıyordu genel anlamda. Girdiğimiz çağ itibariyle
her birey, kendi özgün bilgisi üzerine bina edecek hayatını ve çevresindeki
hayatları. Ve her gün yenilenen “bilgi enerjisi”yle devam ettirecek istikbâle
doğru yürüyüşünü. Yoksa geç kalanlar, ayak uyduramayanlar, kendilerinin 1999 ve
öncesine (ya da 2020 ve öncesine) takılıp kaldığını fark ettiklerinde,
şaşkınlıklar içerisinde çevrelerine yabancılaştıklarını görecekler.
Malûm, “anakronizm” diye birsel felsefî kavram var. Yani
“zaman şaşması”… “Vücût takvim matematiği ile birlikte ilerlerken kafanın, beynin
ve düşüncenin gerideki bir yıl veya yıllara takılması”… Her gün yenilendiği
için bilimin kendini tekrar tekrar resetlediği, teknolojinin mucizevî boyutlara
ulaştığı günümüzde bilgi, bilim ve teknoloji ile ayak uyumu o kadar zor ki… Belki
de insanlık bu mânâda anakronizm pasajları hâlinde, aynı yeryüzünde ama başka
başka dünyalarda yaşamakta günümüzde. Belki de insanlığın aynı dünyada bu kadar
parçalandığı bir başka dönüm/dönem olmamıştır gerisine bıraktığı hatıralar
içerisinde. Bu anlamda insanlar, “bugün de, dün de, evvelki gün de” şeklinde
geriye doğru uzatılan günler ve yıllara savrulmuş hâlde “anakronist şaşkınlık”
yaşamaktalar. Bu doğru, ancak insanlık bu arada bir başka önemli tecrübeyi de
olmadığı kadar hissediyor düşünce dünyasında.
Dememiz o ki, fütürizm, güncelin bir parçası hâlinde
teoriden pratiğe doğru hızlı bir koşu tutturmuş durumda. Bu nedenle “futurist fikirler”
şimdiye kadar olmadığınca önemli bir yer tutuyor insanın hayatında. Yukarıda
sözü edilen “özgün bilgi enerjisi”nin deposu geçmişte değil, gelecekte diye
düşünüyor konunun uzmanları. İnsan ve kurumlar “geçmiş bilgi”den kaynaklanan
bir enerji kullanırlarsa, gelecek de var olamayacak. Ve bir anda geçmişin
ağzına takılıp kesilecek ya da orada kalacaklar Anakronizma gereği olarak… Oysa
fikrini ve bilgisini futurizmde arayanların ilmihâlinde, onların öne fırlayacaklarına
şâhit oluyoruz; bundan sonra daha çok olmak durumundayız.
Yıllarını mektup, kitap, dergi, gazete ve en basit hâliyle
takvim yaprakları okuyarak geçiren insanlık, bir “yeni alfabe serisi ve yazılım”
ile tanışıyor. Buna “dijital yazılım” adı verilmiş durumda. Futurist
zamanlardaki bilgi depolarına ulaşmak için tek yol, dijital yazılım olacak
bundan sonra. “Manuel yazım/yazılım” diyebileceğimiz eski kayıtlar insanı ve
kurumları, geçmişle büyüyen “müze insan” ya da “müze kurum” olarak var edecek
günümüzde. Ancak “müze insan” ölecek de “müze kurum” geçmişte ne kadar
yaşayacak, orası tartışmalı. Hattâ bu noktada “müze devletler” diye bir kavram
da atılabilir ortaya. Bu “müze adam”, “müze kurum” ya da “müze devlet”, günümüz
kavramlarından “fosil” ya da “dinozor” kelimeleri kullanılarak açıklanabilir
ancak. Bu durum ise insanoğlunun hâfızasını yok edecek bir sorunu da
beraberinde getirecek gibi görünse de öyle değil. Dijital yazılım, günümüze ve
eskiye dair pek çok şeyi yazısal ve görsel olarak saklamanın yolunu da açacak
insanlara.
Ancak insanların futurist düşünce ve eğiliminden çıkıp geriye, hatıralara doğru bir yolculuğu tercih edip etmeyecekleri hususunda kuşkumuz var en azından…
Önce matematik, önce yeni dil
Bağlı olarak, bu fasılda “matematik seferberliği”
şeklinde bir olgudan söz etmek istiyoruz. “Dijital çağdan kaynaklanan bilimin
ve özellikle uzayın aritmetiği, mental matematiktir” şeklindeki tespiti duymuş
olmalısınız. İşin alfabesi olarak matematik ve matematikteki konulardan sayma sistemleri,
ilkokulun hâkim ders konusu olmalı diye düşünüyoruz. Yukarıdaki sorunları
yaşamamak için böyle olmalı. Yani ilköğretim, matematiğe dayanmalı; rakamlar
ana malzeme olmalı!
Harfler daha sonra ve tali unsur olarak, meselâ ortaokuldan
itibaren öğretilirse, insanlar bir anakronizm, bir “dijital ümmilik”
yaşamayacak demektir.
Altını çizdiğimiz sorun, “manuel insan” ile “dijital insan”ın
artık ayrışmaya başladığı bir ara dönemde oluşumuz. Bu mânâda matematik, temeli
ile birlikte ortaya çıkan insana kavimlerin dillerini değil, “siber lîsanlar”
öğretmeli. Yani böyle derken İngilizce yerine Basic, C+, Pascal, Java Ragbi, Piton,
PHP, ASP, Java Script veya Code Fision gibi siber alfabe ve yazılım
dillerinden, mental matematik sistemlerinden söz ediyoruz. Yani çocuk, adını
veya meramını 1928’den kalma Lâtin alfabesi ile birlikte, hattâ ondan da önce siber
alfabeyle yazmayı öğrenmeli!
Çünkü girilen çağ, insanı böyle olmaya zorlamakta. Anlaşıldı
ki, “Batı insanı” böyle olacak. Ya bizim insanımız?
İşte yukarıda sözünü ettiğimiz müze insan/toplum/devlet
mesâbesindeki nal toplayan “arkaik unsur” kalmamak için çağın gereklerinin
yapılmasının zaruretine işâret ediyoruz! Evvelâ dijital insan!
Çünkü dijital insan, dijital toplumu oluşturur. Dijital toplumlar
da dijital kurum ve en sonunda dijital devleti vücûda getirir. Bu da bilinçli insan/toplum/devlet
demektir. Daha doğrusu “çağa uygun insan/toplum/devlet”… Dijital ya da bilinçli
devlet ise “dijital medeniyet”i üretir sonunda. Burada, “İşte insanlığın son
durağı, bu medeniyet şeklidir!” diyerek nihâyete vurgu yapmaktayız.
Dijital medeniyete ulaşmak için devlet, dijital dönüşüm,
mekanik devrim ve tabiî ki sosyal devrim yapmalı. Meselâ hâlâ benzinle çalışan
otomobil, akılsız ev, uzaklardan tellerle taşınan enerji olmamalı işimiz. En
önemlisi, “akılsız mesai” olmamalı kesinlikle! Bu itibarla temel malzeme olan “dijital
bilgi”ye ulaşma kolaylığı için internet parasız ve en hızlı şekliyle girmeli
insanın ve toplumun hayatına. Artık “düz liseler” kapanmalı ve mutlaka bilişim
temelli okullar kurularak ülke bir “yekpâre bilgi üretim merkezi”ne
dönüştürülmeli. Eski tip “üretim teknolojileri” birer birer kayıttan çekilmeli.
Bilginin dijital şartlarda oluşması ve depo edilmesi, insanların “dijital bilim”e
yönlendirilmesi ve “dijital insanın formatlanması” hususunda akıl almaz
fırsatlar sunmakta içine girdiğimiz dönem ve onun müsebbibi. (Ne mi buna sebep
olan? Biraz sabır…)
Meselâ elinizde tuttuğunuz telefon, artık içinde kütüphaneler üstü kütüphaneler barındıran, sınırsız diyebileceğimiz bir bilgi devletinin kapısı gibi işlev görmekte. Tamam, fakat şurası da unutulmamalı ki, bu kapıdan girildiğinde her şey güllük gülistanlık değil. Girilen “soyut alan”ın kontrolünün zorluğu sebebiyle -küçükten büyüğe, her boyutta- tuzaklarla dolu yol, “dijital yolcu”yu beklemekte. Klâsik “geleneksel kültür”ün “dijital kültür” diyebileceğimiz bir başka şekle evrileceği bir dönemin de eşiğindeyiz. Ve bir “dijital yaşam”ın başlangıç noktasında... Tabiî aynı zamanda yabancıyız bu siber sürprize… Onun için, “hiçbir şey eskisi gibi olmayacak”! Kültürde, yaşamda, düşüncede ve mentalitede... Tabiî insanda, toplumda, devlette, hattâ insanlıkta… 2020 yılı itibariyle...
Temel malzeme olan “dijital bilgi”ye ulaşma kolaylığı için internet parasız ve en hızlı şekliyle girmeli insanın ve toplumun hayatına. Artık “düz liseler” kapanmalı ve mutlaka bilişim temelli okullar kurularak ülke bir “yekpâre bilgi üretim merkezi”ne dönüştürülmeli.
Bundan sonrasının dünyasına dair elbette futurist düşünce
ve dijital yaklaşımlar, raporlar hâlinde tanzim edilip insanın, toplumun ve devletlerin
önüne konulacak/konuluyor. Fakat unutulmamalı ki, futurizm de bir tasarım
işidir. Yani “istikbâlin dünyası”, bugünün dünyasının omzuna basarak kurulacak.
Yani her yıl bir sonraki yılı, her asır bir sonraki asrı doğura doğura dökecek
takvim yapraklarını. Bu nedenle futurist tasarımların bireyi, toplumu, devleti
ve insanlığı geçmişinden koparmadan, her gün daha iyi ve güzele doğru bir
yöneliş ana fikri üzerine bina edilmeli teori ve pratik. Bu sebeple devletlerin
pozitif, yerli ve millî tink-tank stili düşünce kuruluşlarına ihtiyacı var. En
azından Türkiye’miz, bu hususta yüksek zekâ seviyesindeki insanların toplandığı
düşünce kuruluşları oluşturma ve onları pozitif dünyalar üzerine senaryo üretmeleri
hususunda teşvik etmeli, kışkırtmalı. Bir devlet felsefesi, toplumsal kültür ve
ideal insan profilinin temelinin sağlam atılmasına dair çalışmalara ihtiyaç
var. Bu anlamda “dijital siber âleme çekidüzen verme kanunu” diyebileceğimiz
düzenlemeyi olumlu bulduğumuzu söylemek istiyoruz. Söz konusu kanunun muhafızı
diyebileceğimiz bir kurumun bina edilmesinin de şart olduğunu ekleyerek…
Dijital kültür, dijital âlemde inşâ edilecek ama orada
kalmayıp kuvveden fiile çıkarak toplumların hayatında pratize olacak elbette.
Bu nedenle önce dijital soyut dünyaya sahip çıkmanın gereğini bir daha
söyledikten sonra, söz konusu dünyanın hayata yansımasında ölçünün
kaçırılmaması hususunun da devletin aslî görevlerinden olduğu kaydını düşmüş
olalım yazının sonunda.
Ve burada tekrarlayalım: Bilginin dijital şartlarda oluşması
ve depo edilmesi, insanların dijital bilime yönlendirilmesi ve dijital insanın
formatlanması hususunda akıl almaz fırsatlar sunmakta içine girdiğimiz dönem ve
onun müsebbibi... Evet, o müsebbip, “Kovid-19” oldu!
Elbette bu virüs, insanlığın hayatına dâhil
olmakla/edilmekle kötü bir şey yaptı. Ama yüz üzerinden “bir tek iyilik” de ona
ait! “Dijital devre”ye bütün devletleri aynı anda ve eşit çizgide başlatmayı
sağladı. Sırf bunun için, “Teşekkürler Korona!” diye bitirelim konuyu.
Sanayi Devrimi’ne girişte, devletler arasındaki zaman
farkının doğurduğu eşitsizlik, “Batı Medeniyeti”nin dengesiz dağılımı nedeniyle
üç yüz yıllık bir “total mutsuzluğa” neden olmuştu. Dijital medeniyete giriş
içinse kapı aynı anda açılmakta ve başlangıç düdüğü aynı zamanda çalıyor.
Bundan sonrası, devletlerin yarışta atbaşı gidip gitmemelerine bağlı. (Allah-u
âlem!)