2000 milât, 2020 Korona: Kültürel tufan

Sorun, “manuel insan” ile “dijital insan”ın artık ayrışmaya başladığı bir ara dönemde oluşumuz. Bu mânâda matematik, temeli ile birlikte ortaya çıkan insana kavimlerin dillerini değil, “siber lîsanlar” öğretmeli. Yani böyle derken İngilizce yerine Basic, C+, Pascal, Java Ragbi, Piton, PHP, ASP, Java Script veya Code Fision gibi siber alfabe ve yazılım dillerinden, mental matematik sistemlerinden söz ediyoruz.

1999’dan önce insanlık, başka bir formattaydı. 2000 yılı ile birlikte yeni bir biçime evrildi dünya. 2020 yılı ile 1999 arasında sanıldığı gibi on bir yıl değil, yüz, hattâ bin yıl var! O hâlde, milenyumun varlığından söz ederek başlayalım yazıya.

2000 yılı, 21’inci yüzyılı ve 3’üncü binyılı başlattı. Artık yeni bir medeniyeti başlatacağını da söyleyebiliriz. Onun için 1990 ile 2020 arasında hayatın her alanındaki gelişmeler, otuz yıla sığmayacak kadar katmanlı/boyutlu ve külliyatlı değil. Otuz yılda üç binyıllık bilgi ve teknoloji ortaya çıktı. 2000’le başlayan sürece “tarihsel milât” diyebiliriz.

Daha önce Milâdî takvimin başlangıcı olarak Hazreti Îsâ’nın doğumu, Batı dünyasında tarif edilmişti. Türkiye’de de bu tarif geçerli. Ama Osmanlı tarihçileri için milât, “Tufan” idi. Yani Nuh Tufanı… O nedenle o zamanın tarihçileri, “Tufan’dan önce ve Tufan’dan sonra” ayrımı yaparlardı.

Gerek Tufan, gerek Hazreti Îsâ’nın doğumu, temel itibariyle insanların hayatını bir anda altüst eden, makasını değiştiren, bambaşka bir medeniyet dönemine geçişi sağlayan ve kültürel anlamda yeni tercihlerin ortaya çıktığı zaman dilimlerinin başlangıcı olarak kabul edildi insanlık tarafından. Bu anlamda 2000 yılı da ilk anda hissedilmese de ilerleyen yıllar içerisinde, meselâ 2020 yılının sonuna ulaşılan bugünlerde geriye dönüp bakıldığında, bambaşka bir çağa geçtiğini hissedebiliyor insanlık. 2001 yılında İkiz Kulelerin patlaması ile başlayan süreç, bir siyâset milâdıydı. Ancak bunun devamı, 2020 yılında ve özellikle hâlen etkilerini yaşamaya devam ettiğimiz Koronavirüs Pandemisi ile birlikte tam bir kültürel-yaşamsal başkalaşımı beraberinde getirdi. Ve şimdiden kendine ait bir kültü oluşturdu. Bu, milât içerisinde bir “milât” idi.

2000 yılına gelirken, dijital bir çağa girileceği hissedilmiş durumdaydı. Söz konusu çağın ayak sesleri, “tuş sesleri” olarak yansımıştı insanlığın kulaklarına. 2000’den önce dünya, manueldi. Bilgi ve teknoloji geometrik... Ama 2000’den sonra, soyut bir bilgi olan matematik, somut geometrinin rûhu hâline geldi. Her şey sayısallaştırılma devresinde. “Sayısal ruh” bir süre sonra, çevredeki geometriden çıkıp bizzat insanın bedenine girecek gibi. Ve düşünce, hayata hareket kazandıran bir enerji olacak. Biz böyle düşünüyoruz. İşte bunun başlangıcı da 2020 yılı ve sonrası olacak gibi geliyor bize!

Dijital medeniyete ulaşmak için devlet, dijital dönüşüm, mekanik devrim ve tabiî ki sosyal devrim yapmalı. Meselâ hâlâ benzinle çalışan otomobil, akılsız ev, uzaklardan tellerle taşınan enerji olmamalı işimiz. 

Girilen döneme “dijital çağ” dedik de, “bilgi teknolojisi çağı” da diyebiliriz. Dijital enerjinin dünyayı harekete geçirmeye başladığı andan itibaren ana malzeme “bilgi” oldu. Oysa daha önce ezber edilmiş tecrübe, ana malzemeydi. Bu nedenle usta-çırak ilişkisi içinde ana bilgi, ezber yöntemi ile bir sonraki kuşağa aktarılıyordu genel anlamda. Girdiğimiz çağ itibariyle her birey, kendi özgün bilgisi üzerine bina edecek hayatını ve çevresindeki hayatları. Ve her gün yenilenen “bilgi enerjisi”yle devam ettirecek istikbâle doğru yürüyüşünü. Yoksa geç kalanlar, ayak uyduramayanlar, kendilerinin 1999 ve öncesine (ya da 2020 ve öncesine) takılıp kaldığını fark ettiklerinde, şaşkınlıklar içerisinde çevrelerine yabancılaştıklarını görecekler.

Malûm, “anakronizm” diye birsel felsefî kavram var. Yani “zaman şaşması”… “Vücût takvim matematiği ile birlikte ilerlerken kafanın, beynin ve düşüncenin gerideki bir yıl veya yıllara takılması”… Her gün yenilendiği için bilimin kendini tekrar tekrar resetlediği, teknolojinin mucizevî boyutlara ulaştığı günümüzde bilgi, bilim ve teknoloji ile ayak uyumu o kadar zor ki… Belki de insanlık bu mânâda anakronizm pasajları hâlinde, aynı yeryüzünde ama başka başka dünyalarda yaşamakta günümüzde. Belki de insanlığın aynı dünyada bu kadar parçalandığı bir başka dönüm/dönem olmamıştır gerisine bıraktığı hatıralar içerisinde. Bu anlamda insanlar, “bugün de, dün de, evvelki gün de” şeklinde geriye doğru uzatılan günler ve yıllara savrulmuş hâlde “anakronist şaşkınlık” yaşamaktalar. Bu doğru, ancak insanlık bu arada bir başka önemli tecrübeyi de olmadığı kadar hissediyor düşünce dünyasında.

Dememiz o ki, fütürizm, güncelin bir parçası hâlinde teoriden pratiğe doğru hızlı bir koşu tutturmuş durumda. Bu nedenle “futurist fikirler” şimdiye kadar olmadığınca önemli bir yer tutuyor insanın hayatında. Yukarıda sözü edilen “özgün bilgi enerjisi”nin deposu geçmişte değil, gelecekte diye düşünüyor konunun uzmanları. İnsan ve kurumlar “geçmiş bilgi”den kaynaklanan bir enerji kullanırlarsa, gelecek de var olamayacak. Ve bir anda geçmişin ağzına takılıp kesilecek ya da orada kalacaklar Anakronizma gereği olarak… Oysa fikrini ve bilgisini futurizmde arayanların ilmihâlinde, onların öne fırlayacaklarına şâhit oluyoruz; bundan sonra daha çok olmak durumundayız.

Yıllarını mektup, kitap, dergi, gazete ve en basit hâliyle takvim yaprakları okuyarak geçiren insanlık, bir “yeni alfabe serisi ve yazılım” ile tanışıyor. Buna “dijital yazılım” adı verilmiş durumda. Futurist zamanlardaki bilgi depolarına ulaşmak için tek yol, dijital yazılım olacak bundan sonra. “Manuel yazım/yazılım” diyebileceğimiz eski kayıtlar insanı ve kurumları, geçmişle büyüyen “müze insan” ya da “müze kurum” olarak var edecek günümüzde. Ancak “müze insan” ölecek de “müze kurum” geçmişte ne kadar yaşayacak, orası tartışmalı. Hattâ bu noktada “müze devletler” diye bir kavram da atılabilir ortaya. Bu “müze adam”, “müze kurum” ya da “müze devlet”, günümüz kavramlarından “fosil” ya da “dinozor” kelimeleri kullanılarak açıklanabilir ancak. Bu durum ise insanoğlunun hâfızasını yok edecek bir sorunu da beraberinde getirecek gibi görünse de öyle değil. Dijital yazılım, günümüze ve eskiye dair pek çok şeyi yazısal ve görsel olarak saklamanın yolunu da açacak insanlara.

Ancak insanların futurist düşünce ve eğiliminden çıkıp geriye, hatıralara doğru bir yolculuğu tercih edip etmeyecekleri hususunda kuşkumuz var en azından…  


Önce matematik, önce yeni dil

Bağlı olarak, bu fasılda “matematik seferberliği” şeklinde bir olgudan söz etmek istiyoruz. “Dijital çağdan kaynaklanan bilimin ve özellikle uzayın aritmetiği, mental matematiktir” şeklindeki tespiti duymuş olmalısınız. İşin alfabesi olarak matematik ve matematikteki konulardan sayma sistemleri, ilkokulun hâkim ders konusu olmalı diye düşünüyoruz. Yukarıdaki sorunları yaşamamak için böyle olmalı. Yani ilköğretim, matematiğe dayanmalı; rakamlar ana malzeme olmalı!

Harfler daha sonra ve tali unsur olarak, meselâ ortaokuldan itibaren öğretilirse, insanlar bir anakronizm, bir “dijital ümmilik” yaşamayacak demektir.

Altını çizdiğimiz sorun, “manuel insan” ile “dijital insan”ın artık ayrışmaya başladığı bir ara dönemde oluşumuz. Bu mânâda matematik, temeli ile birlikte ortaya çıkan insana kavimlerin dillerini değil, “siber lîsanlar” öğretmeli. Yani böyle derken İngilizce yerine Basic, C+, Pascal, Java Ragbi, Piton, PHP, ASP, Java Script veya Code Fision gibi siber alfabe ve yazılım dillerinden, mental matematik sistemlerinden söz ediyoruz. Yani çocuk, adını veya meramını 1928’den kalma Lâtin alfabesi ile birlikte, hattâ ondan da önce siber alfabeyle yazmayı öğrenmeli!

Çünkü girilen çağ, insanı böyle olmaya zorlamakta. Anlaşıldı ki, “Batı insanı” böyle olacak. Ya bizim insanımız?

İşte yukarıda sözünü ettiğimiz müze insan/toplum/devlet mesâbesindeki nal toplayan “arkaik unsur” kalmamak için çağın gereklerinin yapılmasının zaruretine işâret ediyoruz! Evvelâ dijital insan!

Çünkü dijital insan, dijital toplumu oluşturur. Dijital toplumlar da dijital kurum ve en sonunda dijital devleti vücûda getirir. Bu da bilinçli insan/toplum/devlet demektir. Daha doğrusu “çağa uygun insan/toplum/devlet”… Dijital ya da bilinçli devlet ise “dijital medeniyet”i üretir sonunda. Burada, “İşte insanlığın son durağı, bu medeniyet şeklidir!” diyerek nihâyete vurgu yapmaktayız.

Dijital medeniyete ulaşmak için devlet, dijital dönüşüm, mekanik devrim ve tabiî ki sosyal devrim yapmalı. Meselâ hâlâ benzinle çalışan otomobil, akılsız ev, uzaklardan tellerle taşınan enerji olmamalı işimiz. En önemlisi, “akılsız mesai” olmamalı kesinlikle! Bu itibarla temel malzeme olan “dijital bilgi”ye ulaşma kolaylığı için internet parasız ve en hızlı şekliyle girmeli insanın ve toplumun hayatına. Artık “düz liseler” kapanmalı ve mutlaka bilişim temelli okullar kurularak ülke bir “yekpâre bilgi üretim merkezi”ne dönüştürülmeli. Eski tip “üretim teknolojileri” birer birer kayıttan çekilmeli. Bilginin dijital şartlarda oluşması ve depo edilmesi, insanların “dijital bilim”e yönlendirilmesi ve “dijital insanın formatlanması” hususunda akıl almaz fırsatlar sunmakta içine girdiğimiz dönem ve onun müsebbibi. (Ne mi buna sebep olan? Biraz sabır…)

Meselâ elinizde tuttuğunuz telefon, artık içinde kütüphaneler üstü kütüphaneler barındıran, sınırsız diyebileceğimiz bir bilgi devletinin kapısı gibi işlev görmekte. Tamam, fakat şurası da unutulmamalı ki, bu kapıdan girildiğinde her şey güllük gülistanlık değil. Girilen “soyut alan”ın kontrolünün zorluğu sebebiyle -küçükten büyüğe, her boyutta- tuzaklarla dolu yol, “dijital yolcu”yu beklemekte. Klâsik “geleneksel kültür”ün “dijital kültür” diyebileceğimiz bir başka şekle evrileceği bir dönemin de eşiğindeyiz. Ve bir “dijital yaşam”ın başlangıç noktasında... Tabiî aynı zamanda yabancıyız bu siber sürprize… Onun için, “hiçbir şey eskisi gibi olmayacak”! Kültürde, yaşamda, düşüncede ve mentalitede... Tabiî insanda, toplumda, devlette, hattâ insanlıkta… 2020 yılı itibariyle...

Temel malzeme olan “dijital bilgi”ye ulaşma kolaylığı için internet parasız ve en hızlı şekliyle girmeli insanın ve toplumun hayatına. Artık “düz liseler” kapanmalı ve mutlaka bilişim temelli okullar kurularak ülke bir “yekpâre bilgi üretim merkezi”ne dönüştürülmeli.

Bundan sonrasının dünyasına dair elbette futurist düşünce ve dijital yaklaşımlar, raporlar hâlinde tanzim edilip insanın, toplumun ve devletlerin önüne konulacak/konuluyor. Fakat unutulmamalı ki, futurizm de bir tasarım işidir. Yani “istikbâlin dünyası”, bugünün dünyasının omzuna basarak kurulacak. Yani her yıl bir sonraki yılı, her asır bir sonraki asrı doğura doğura dökecek takvim yapraklarını. Bu nedenle futurist tasarımların bireyi, toplumu, devleti ve insanlığı geçmişinden koparmadan, her gün daha iyi ve güzele doğru bir yöneliş ana fikri üzerine bina edilmeli teori ve pratik. Bu sebeple devletlerin pozitif, yerli ve millî tink-tank stili düşünce kuruluşlarına ihtiyacı var. En azından Türkiye’miz, bu hususta yüksek zekâ seviyesindeki insanların toplandığı düşünce kuruluşları oluşturma ve onları pozitif dünyalar üzerine senaryo üretmeleri hususunda teşvik etmeli, kışkırtmalı. Bir devlet felsefesi, toplumsal kültür ve ideal insan profilinin temelinin sağlam atılmasına dair çalışmalara ihtiyaç var. Bu anlamda “dijital siber âleme çekidüzen verme kanunu” diyebileceğimiz düzenlemeyi olumlu bulduğumuzu söylemek istiyoruz. Söz konusu kanunun muhafızı diyebileceğimiz bir kurumun bina edilmesinin de şart olduğunu ekleyerek…

Dijital kültür, dijital âlemde inşâ edilecek ama orada kalmayıp kuvveden fiile çıkarak toplumların hayatında pratize olacak elbette. Bu nedenle önce dijital soyut dünyaya sahip çıkmanın gereğini bir daha söyledikten sonra, söz konusu dünyanın hayata yansımasında ölçünün kaçırılmaması hususunun da devletin aslî görevlerinden olduğu kaydını düşmüş olalım yazının sonunda.

Ve burada tekrarlayalım: Bilginin dijital şartlarda oluşması ve depo edilmesi, insanların dijital bilime yönlendirilmesi ve dijital insanın formatlanması hususunda akıl almaz fırsatlar sunmakta içine girdiğimiz dönem ve onun müsebbibi... Evet, o müsebbip, “Kovid-19” oldu!

Elbette bu virüs, insanlığın hayatına dâhil olmakla/edilmekle kötü bir şey yaptı. Ama yüz üzerinden “bir tek iyilik” de ona ait! “Dijital devre”ye bütün devletleri aynı anda ve eşit çizgide başlatmayı sağladı. Sırf bunun için, “Teşekkürler Korona!” diye bitirelim konuyu.

Sanayi Devrimi’ne girişte, devletler arasındaki zaman farkının doğurduğu eşitsizlik, “Batı Medeniyeti”nin dengesiz dağılımı nedeniyle üç yüz yıllık bir “total mutsuzluğa” neden olmuştu. Dijital medeniyete giriş içinse kapı aynı anda açılmakta ve başlangıç düdüğü aynı zamanda çalıyor. Bundan sonrası, devletlerin yarışta atbaşı gidip gitmemelerine bağlı. (Allah-u âlem!)