BUGÜN, 17 Ağustos 1999
günü, merkez üssü İzmit Gölcük olan büyük depremin yıldönümü…
20
bini aşkın sayıda vatandaşımızın hayatını kaybettiği ve yüz binlere ulaşan
sayıda binanın enkaza dönüştüğü bir depremdi 17 Ağustos Depremi.
17
Ağustos Depremi’ne ilişkin bir bilgiyi daha evvel kaleme aldığımız bir yazıda
aktarmıştık. Tekrar etmekte fayda var…
O
bilgi şöyleydi: Gölcük’teki Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na bağlı tesislerde,
sözde Kur’ân sayfaları yırtılıp yırtılıp yerlere savrulmuş ve üzerlerinde, tam
da deprem ânına kadar dansöz oynatılmıştı da deprem bu yüzden gerçekleşmiş ve
denizin yuttuğu tesislerin enkazında bulunan Bahriyeli subayların cesetlerinin
başları birer domuz başı hâlinde bulunmuştu. Bu bilgi, FETÖ terör örgütünün
yayın organlarından biri olan Zaman gazetesinin o dönemki bir Ankara muhabiri
ile birlikte depremden zarar görenlerin bulunduğu toplama alanları ile birlikte
çevre şehirlerde yayılmıştı.
“Bilgi”
dediysem, elbette yalan bilgi, tevatür, masal…
Tabiî
bir de bu deprem tevatürünün üzerine eklemlenmiş yüzlerce aşağılık yalan daha…
Bu
depremin üzerine dönemin iktidarı olan Anasol-M yönetiminin deprem bölgesine
yaklaşık bir ay sonra lûtfedip iltisak etmesi, bugün orman yangınlarında
çürümüş uçaklardan medet umanların o günlerde de çürümüş çadırlardan medet
umarak utanmadan bölgeye göndermeleri, bugün İyi Parti’de siyâset etmeye
çalışan Koray Aydın’ın karıştığı çadır ve yardım skandalı, birilerinin “Siz
buna müstehak oldunuz! Günahlarınızın kefaretini ödüyorsunuz!” yaygarası ile
dindirilmeye kalkışılmış, hattâ unutturulmuştu.
17
Ağustos 1999’un üzerinden 22 yıl geçti. Türkiye, o günlerde yanlış imar,
denetimsiz inşaat, rantçı belediyecilik üzerinden çektiği ağrıyı bu kez sel ve
yine deprem gibi afetlerle çekiyor.
O
günlerde rantçı belediyelerin suçlarının üzerlerini örtmeye çalışanlar, o gün
FETÖ’nün yalanlarına alan açanlar, bugün de yine birilerini kurtarmanın, başka
yalanlara alan açmanın peşindeler.
Evvelâ
söyleyeyim, bu mecrada defalarca kez yazdı ki, bu fakir kardeşiniz bütün
hidroelektrik santrallere yani HES tipi bütün uygulamalara karşıdır. Ancak
elbette yalana da karşıdır.
Kastamonu
Bozkurt’ta meydana gelen sel felâketini yorumlarken, “HES patladı! Zaten
Bozkurt’un imarını dere yatağına çeken de AK Partili belediye… Hattâ AK
Parti’den sonra orada en çok oyu alan MHP… Öyleyse Bozkurtlular bir kez daha
düşünsün!” şeklindeki aşağılık cümleye bel bağlayanlar, kendi bağlı
bulundukları siyâsî partilerin kazandıkları belediyelerin mesul oldukları
yerlerde meydana gelen doğal afetler için ne düşünüyorlar?
Bir
şehirde imar konusunun o şehrin yerel yönetiminin dâhil olduğu kararlarla
gerçekleştirildiği herkes için ayanken, orman yangınları üzerine güya boşa
çıkan arazilerin otel sahiplerine peşkeş çekileceği yalanını söylerken, hattâ
kendi itfaiye araçlarını bekletip de Hükûmet’ten sözde söndürme uçağı bekleyen
belediye başkanları nasıl bir zihinle düşünürler?
HES
inşaatlarının yapımını kendi çürük çadırlarıyla kıyaslayanlar, nasıl bu kadar
kolay “HES patladı!” diyebiliyorlar?
Ben
bir su sevdalısı olarak, suyollarının boşaltılmasını, imardan arındırılmasını,
Türkiye’deki bütün dere yolu ve dere yataklarında kurulu olan binaların tahliye
edilmesini ve sahiplerine oturuma elverişli olup tarım arazisi olmayan yeni
arsalarda yatay mimari ve hattâ müstakil yapılar verilmesini savunan biriyim.
Ama velev ki gerçekten bir HES arızası oldu, bunun için sevinecek ve “Ben
demiştim” ahlâkıyla çemkirecek biri değilim.
Vatanperver
olan, azıcık insan olan böyle davranır zira…
Bizden
önceki medeniyetlerin başına gelenlerle sınanmadan bu dünyadan göçmeyeceğimizi
biliyoruz. Tabiî, 1999’da FETÖ’nün klasikleşmiş tevatürlerinin de nerelere
hizmet ettiğini öğrendik. Fakat biz ne kadar öğrensek de, her konuya ve her
olaya canının istediği gibi bakan güruhun vahşi anlayışı hâlâ aynı; sanırım
daima aynı kalacak. Allah firâset indirsin üzerlerine, Allah hidâyet eylesin!