“ONİKİ
Adalar” deyince birçok kimse Ege’de gözle görülen en büyük adalar olan Limni,
Taşoz, Semadirek, Midilli, Sakız, Rodos, Sömbeki, İkerya ve Sisam gibi adaları
anlamaktadır. Sınırlarını belirtmek gerekirse, Osmanlı döneminde Gökçeada’dan
Kızılhisar’a (Meis) kadar olan
bölgeye “Cezâir-i Bahr-i Sefîd” denilmiştir. Oniki Ada ise buraların 1912
yılında İtalya tarafından işgalinden sonra Yunanca “Dodecanissas” (Yunanca “on iki yüzlü” mânasındadır) kelimesinin
tercümesi olarak kullanılmıştır. Bu ifade, Rodos merkezli şu adaları içerir: Patmos,
Lipsi, Leros, Kilimli, İstanköy, Astropalya (İtalyanların 1912’de ilk işgal
ettiği adadır), İncirli, İlyaki, Sömbeki, Herke, Kerpe ve Kaşot’tur”13.
1932: Türkiye ile İtalya
arasındaki Ankara Sözleşmesi14
“Anadolu
Kıyısı ile Meis Adası Arasında Karasularının Sınırlandırılması Sözleşmesi”
de denir. Yunanlılar bu sözleşmeye “Megis”
derler.
Uluslararası Adâlet Dîvânı
görüşmeleri devam ederken Türkiye ile İtalya arasındaki ikili temaslara ara verilmiş
değildi. Nitekim Dr. Tevfik Rüştü Bey ile İtalyan Elçisi Pompeo Aloisi arasında
4 Ocak 1932’de, Ankara’da 7 maddelik yeni bir sözleşme imzalanarak yıllardan
beri süregelen bu meseleye son verildi.
Anlaşmaya göre şu
adacıklar Türkiye’ye ait sayılmıştır: Çatalada, Uvendire, Furnakya, Katovolo,
Prasudi, Tchatallota, Pighi, Nissi-Tis Pighi, Recif Agricelia Prousseclisse
Kaya, Pano Marki Kato Makri Marathi, Rocci Vutchaki Daysa Alientarya, Karavola
ve Karaada.
Buna karşılık
Türkiye, Kastellorizo şehri kilisesinin kubbesi
ile San Stephano
burnu arasındaki mesafe olan
bir dairedeki adacıkların yani Psoradia, Polyphados, St. Georges, Psomi,
Kutsumboras, Mavro Poinaki ve Mavro Poini adacıklarının üzerinde İtalyan hâkimiyetini
tanımıştır. Sözleşme, tasdikinden itibaren on beş gün içinde yürürlüğe girmiştir.15
Türkiye bu sözleşmeye
dayalı olarak adaları BM’ye tescil ettirmiştir.
Adaların mülkiyeti kimin?
Genetik kültürel kodları
millet-i müsellaha ile şekillenmiş bir toplumun kolayca manipüle edilmesi
ihtimâl dâhilindedir. Tarihte de örnekleri çoktur. Ege adalarının
silahlandırılması ve bundan doğan hakların diplomasi ve hukuk içinde çözülmesi
başka bir şeydir, adaların silahlandırılması netîcesinde bunu notalamak ise
başka bir şey.
Kendi savunma
güvenliğinize tehdit gördüğünüz bu hususu nota vererek adaların silahtan
arındırılmasını, gereği yapılmadığında bunun için silah kullanmaktan imtina
etmeyeceğinizi de ilân etmek için önünüzde bir engel yoktur. Lâkin adaları fethetmek, onlara ilelebet mâlik olacağınız mânâsına gelmez.
Adaların statüsünü belirleme hususunda yapacağınız hatânın sizi felâkete
sürüklemesi kaçınılmazdır. Zira ne Kıbrıs gibi garantörlük hakkınız mevcuttur,
ne de Nahcivan...
Sayın Ümit Yalım, bu
hususta bakın şunu iddia ediyor:
“Yunanistan, 30 Mayıs 1913
Londra Antlaşması ile 13 Şubat 1914 tarihinde Yunan Kraliyet Hükûmetine tebliğ
edilen altı büyük devlet kararı, 24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşması’nın 12 ve 13’üncü
maddeleri ile 20 Temmuz 1936 Montrö Boğazlar Sözleşmesini ihlâl etmiştir.
Yunanistan, antlaşmalara aykırı olarak adaları silahlandırdığı için Kuzey Ege
Bölgesi’nde bulunan 9 ada üzerindeki ‘kullanma hakkını’ (zilyet) kaybetmiştir.
Yunanistan hukuken kullanma hakkını kaybettiği Kuzey Ege adalarını yani Taşoz,
Semadirek, Limni, Bozbaba,
Midilli, İpsara, Sakız,
Sisam ve Ahikerya adalarını
boşaltarak Türkiye’ye teslim etmelidir.”16
Konu gerçekten çok derin
ve çetrefilli. İçinde uluslararası antlaşmalardan doğan haklar var.
Karasularının17 belirlenmesi, kıta sahanlığı18 ve
münhasır ekonomik bölgeler19 konusunun belirlenmesini ifade eden BM
Deniz Hukuku konusu var. İki tarafın siyâsî ve ittifak pozisyonları ciddî bir
şekilde hesaplanmalı ve asıl pozisyon ona göre belirlenmelidir.
Ancak Sayın Yalım,
maşallah (!) kolayca hükme varmıştır.
Bir komisyon kurulup
sonuca ulaşmaya kalkılsa, acaba ne kadar zaman alır? Facebook sayfamda konuyu
gündeme getirdiğimde Sayın E. Koramiral Atilla Kıyat, bu hususta şunları ifade
etti:
“İngilizce ‘possession’20 kelimesinin
yanlış tercüme ve yorumlanmasından kaynaklanan bilgi... Adalar Yunanistan’a
verildi, yani egemenliği altında! Aynı anlaşmalarda adaların silahlandırılamayacağı da hükme bağlandı.
Yunanistan, özellikle, Kıbrıs
sorunu ortaya çıkınca adaları tahkim etmeye ve silahlandırmaya başladı. Şimdi,
sanki elli yıldır hiçbir şey yapılmamış havası
veriliyor.
Yanlış!
Konu Birleşmiş Milletler, NATO ve uluslararası ortamda defalarca dile getirildi. Tabiî bütün ülkeler adaların statüsünü
biliyor ama hiçbir ülke Yunanistan’a ‘Askerlerini çek’ demiyor; bize de ‘Aranızda
çözün’ diyorlar. NATO’da
bizim tezimiz kabul görmüş olup, silahsız statüdeki hiçbir Yunan adası,
Yunanistan’ın bütün çabalarına rağmen NATO tatbikatlarına alınmıyor. Gerek bu
nedenle, gerekse de Ege’de komuta kontrol tezini NATO’da kabul ettiremeyen
Yunanistan, Ege’deki tatbikatlara katılmıyor.”
Sayın Yalım’ın bahsettiği “zilyet”
konusu, uluslararası hukuk içinde mevcût mudur?
Önce bu sorunun cevabı
bulunmalı!
“Mülkiyet, bir kimsenin eşya üzerindeki hakkını
ifade eder. Hâlbuki
zilyetlik, bu haktan bağımsız olarak, sadece eşya üzerinde var olan bir hâkimiyet durumunu
gösterir. Bu sebeple zilyetlik, mülkiyet hakkına bağlı değildir. Zilyet
olan kimsenin mâlik
olması şart değildir.
Meselâ, bir arabanın
sahibi olan kişi, o arabanın hem mâliki, hem zilyedidir. Ama bu arabayı kullanan
şoför, arabanın bir tamirhaneye bırakılmış olması hâlinde tamirci,
hattâ sadece park etmek üzere arabanın
teslim edildiği park çalışanı gibi başka kişiler
de araba kendi hâkimiyetleri
altında iken zilyet sayılırlar.”21
Bu tanımı bir hukukçu
okusa mesele yoktur. Lâkin normal bir vatandaş için açarsak denilebilir ki, “hırsız bile bir
zilyettir”. Çaldığı malı hırsızın elinden mâliki dahi zorla alamaz. Onu ancak
hukukî bir prosedür içinde savcının
emri ve kolluk kuvvetleri vasıtasıyla alır, mülkiyet sahibine teslim eder.
Zilyedin birçok çeşidi
var. Zilyet, buradaki gibi sadece iç hukuk içinden tanımlanır ise, işinize
gelen hususu kullanır ve adalar üzerindeki zilyetliği “hakka dayanmayan, geçici
zilyetlik” kategorisine sokarsınız. Son bir kez daha açarsak, “Aslî, hakka
dayalı zilyet, tapu sahibidir. Hem mülkiyet (egemenlik), hem de kullanım
tasarrufunu ifade ederken geçici, hakka dayanmayan zilyetlik sadece kullanım
hakkına mâlikliği betimler”.
Buradan yola çıkarak, “zilyetlik
hakkının kaybedildiğini iddia etmek” hiçbir hukukî norma uymaz. Misâl;
gidersiniz Lahey Adâlet Dîvânı’na, delillerinizi ortaya koyar, adaların
teslimini isterseniz. Verirler ise BM’ye tescil ettirir, mülkiyet hakkını devralırsınız.
Kıbrıs’ı aldık.
Garantörlüğümüz de mevcûttu. Peki, mülkiyeti, tapusu bize mi ait? Hayır! Çünkü
uluslararası bir tek tanıma yok.
Mesele bir günlük değildir!
Yıl, 1936… Eski asker, “Deli
Nizam” lakaplı Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu, “Ordu ve Politika” isimli eserinde anlatıyor:22
“Atatürk, büyük
mücadeleler netîcesinde Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni imzalamış, Boğazların
egemenlik hakkını yüzde yüz olmasa da büyük oranda sağlamıştır. Şükrü Kaya
İçişleri Bakanı’dır. Evinde oturup Lozan ve Montrö Sözleşmelerini incelerken
dikkatini bir şey cezbeder. Lozan’da, ‘Muahedeye23 mugayir24
olmayan Türkiye sahillerine üç milden yakın adalar Türk hâkimiyeti altında
bırakılmıştır’ ibaresi vardır. Doğma büyüme İstanköylü olduğu için bizim
taraftaki adalar aklına gelir. Sabah olur olmaz bakanlıktaki en açıkgöz
müfettişlerden beş kişiyi çağırır, her birini farklı bölgelerde görevlendirip
talimatı verir. ‘Size gizli bir görev veriyorum. Ne vali, ne kaymakam, ne
nahiye müdürü, kimsenin haberi olmadan; artık sandal mı bulursunuz, motorlu
mu, yelkenli mi bilmem; üç mil
içindeki tüm adalara çıkın, boş mu dolu mu, malûmat toplayın. Bir ay içinde
bana raporla bildirin’ der.
Bir ay sonunda raporlar
gelir. Dosyalar, Dışişleri Bakanlığı’ndan bu hususla ilgili herhangi bir protokolün
olmadığını da teyit edildikten sonra Atatürk’ün huzuruna varır. Atatürk
dikkatle dinler. Haritaları inceler. ‘Derhâl Mareşale git, durumu anlat,
gereğini yapsın’ der. Şükrü
Kaya, Mareşal Fevzi
Çakmak’a gidip durumu
izah eder. Çakmak, hiç beklemediği bir tepki verir. ‘Olan
olmuş, elden ne gelir?’ deyince, ‘Mülkiyet hakkımızı mutlaka ortaya koyup bu
adaları almalıyız’ diyerek ısrarcı olur. Ses sedâ çıkmayınca haritaları toplar, gider.
Ertesi gün bakanlar kurulu
toplantısı vardır. Söz alıp,
Mareşal Fevzi Çakmak’ın da toplantıya katılmasını ister. Çakmak gelince durumu
kurula anlatıp, ‘Ben vazifemi yaptım. Şimdi sıra Paşa Hazretlerinindir. Bu
adalar işgal edilmelidir’ der.
Çakmak sıkışır, masaya
yumruğunu vurarak, ‘İçişleri Bakanı herhâlde savaş çıkarmak istiyor, maksadı
nedir? Genelkurmay böyle bir mesuliyeti alamaz’ deyince, Şükrü Kaya cevabı
yapıştırır: ‘Siz yapamayacaksınız, emrinizdeki ince filoları bana devredin, ben
hâllederim’ der. Lâkin toplantıdan bir sonuç çıkmaz.
Şükrü Kaya bu, durur mu?
Kayıklarla, teknelerle adalara adamlar gönderir. Kimine deniz feneri diker,
kimine küçük bir jandarma kıtası koyar, kimine bayrak çeker. Kimine tavşan
salar, kimine keçi... Fazla sürmez. İtalyan askerî ataşesi ortaya çıkar, ‘Adamızı
işgal etmişsiniz, derhâl
çekilinmez ise...’ şeklinde
cümleler kurar. İtalya’nın tespit ettiği bir ada
olmasına rağmen...
Mevcût hâkimiyet
sürdürülemeyerek adalar peyderpey ıssızlığa
terk edilir…”
1947 Paris Antlaşması ile
Adalar nasıl gitti?
Türkiye, malûmunuz İkinci Dünya
Savaşı’nda Çörçil’in (İngiliz Başbakanı Churchill) tüm baskılarına rağmen
tarafsızlığını korumak için büyük mücadele verdi. Adaların bize telif edildiği,
İsmet İnönü’nün ise buna kayıtsız kaldığı gibi iddialar mevcût. İngiltere’nin
böyle bir teklifi olup olmadığı da meçhul. Lâkin Almanlar, artık savaşın
kaderinin belli olduğu süreç içerisinde “böyle bir teklifte bulunurlar”.
Mağlûp olma ihtimâli olan bir devletin
böyle bir teklifinin kabul edilmesi düşünülemez.25 Savaş nihâyete ermeden önce İtalya, askerî
kuvvet ihtiyacına yönelik adaları terk eder. Adalar bir süre boşlukta kalır.
Adaların etnik hâkimiyetine yönelik olarak da galip devletler safında bulunan
Yunanistan’a silahlandırılmaması koşuluyla teslim edilir.26
Yunanistan Ege ve Doğu
Akdeniz’de ne yapmaya çalışıyor?
Öncelikle Yunanistan’ın,
adaları peyderpey üçer beşer kişiyle de olsa meskûn etmesinin sebebi, “meskûn
olan adalara karasuyu ve kıta sahanlığı oluşturmayı amaçladığını” bilmemiz
gerekiyor. Yunanistan, anakarası olan bir devlet olup, (misâl) Endonezya gibi
bir takımada devleti olmadığı için, 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku
Sözleşmesi’nin (BMDHS) 47’nci maddesinden27 faydalanamaz! Bu, her
adasının ayrı ayrı kıta sahanlığı ve MEB olamayacağı
mânâsındadır.
1982 Birleşmiş Milletler Deniz
Hukuku Sözleşmesi’nin (BMDHS) 7’nci maddesi, kara plâtformunun ya da diğer bir
deyişle kıta sahanlığının (topoğrafyasının) “esas düz hat” olarak çizilmesi
gerektiğini emreder. Yunanistan ise bunun tam aksine anakarasının
topoğrafyasını -adalarının olduğunu belirterek- Doğu Akdeniz’e taşıyarak düz
bir hattı kabul ettirmeye çalışıyor.
Yunanistan’ın kurnazca
hareket etmek istediği plân, özünde adalara kıta sahanlığı oluşturmak üstüne
kurulu.
Okyanus devletleri 350
mile kadar münhasır ekonomik bölgeye sahip olabilirler, lâkin diğer devletler
200 milden daha fazla uzunlukta bu hakka sahip olamazlar. Yunanistan, adalarını
birbirine ekleye ekleye tüm Ege’de hâkimiyet sağlamaya ve Türkiye’yi ise sadece
anakarasına hapsetmeye çalışmaktadır.
Bunun kabul edilmesi
mümkün değildir!
Yunanistan’ın Doğu Akdeniz’de 168 kilometre, Türkiye’nin ise bin 870 kilometre
anakara uzunluğu mevcûttur. Diğer bir deyişle, Yunanistan
168 kilometre ile bizim bin 870 kilometre uzunluğundaki anakaramızı keserek
bize ait olan münhasır ekonomik bölgelerde hak iddia ediyor.
Bunu da AB’den aldığı destekle revize etmeye çalışıyor. Fransa ve Almanya’nın, hattâ ABD’nin gayr-i hukukî biçimdeki desteği
de bunu ifade
ediyor. Lâkin hepsinin
hukuken elleri kolları
bağlı olup, Ege’de donanma var ederek Türkiye’yi geriletmeye
çalışıyorlar. Yunanistan veya ilgili devletlerle böyle bir pazarlığa oturulması
ise tavize işaret eder. Dolayısıyla böyle bir müzakere masası kurulması demek,
Sevr’in ve Sevilla Haritası’nın müzakere edileceği mânâsını taşır. Bu hususta
verilecek en küçük bir taviz ne size Ege’de balıkçılık yaptırır, ne de
turizmden faydalanma fırsatı sunar. Ne deniz ticareti, ne de Ege’nin sualtı
tabiî kaynaklarından faydalanmanıza imkân verilir böyle bir durumda. Ayrıca Ege’de
donanma tatbikatları da icra edemezsiniz.
Yunanistan’ın AB’yi
arkasına alması da bir şey ifade etmez.
Deniz Kuvvetleri Komutanlığı
Eski Kurmay Başkanı Emekli Tümamiral Cihat Yaycı’nın (kendisi aynı zaman da
doçenttir ve Türkiye’nin sayılı deniz hukukçularından biridir) ifade ettiği
gibi, “Doğu Akdeniz’de ivedilikle MEB ilân edilmelidir”28. Yaycı
bunu şöyle özetliyor:
“Öncelikle Yunanistan’ın haksız talep ve tahrikleri
netîcesinde NATO üyesi iki devletin çatışması, NATO’yu temelinden sarsar diye
düşünüyorum. Diğer yandan Yunanistan, AB üyesidir ve taleplerine AB’yi aracı
kılmak istemektedir. Bu durum NATO ve AB ilişkilerini de bozucu niteliktedir.
2001 yılında imzalanıp 2003 yılında yürürlüğe giren
Nice Antlaşması’nın 2002’de konsolide edilen versiyonunun Ortak Güvenlik ve
Savunma Politikası ile ilgili hükümlerinin 17 (1)’inci maddesi, AB’nin NATO
üyesi ülkelere karşı yaptırıma başvuramayacağının ve savunma ve güvenlik
alanında AB üyesi olmayan NATO ülkeleriyle uyumsuzluk teşkil eden girişimlerde
bulunamayacağını esasen ifade etmektedir.
İlgili üye devletler için bu madde, AB askeri kriz
yönetimi çerçevesinde üstlendikleri eylem ve kararların her zaman NATO
müttefikleri olarak Antlaşma yükümlülüklerine saygı gösterecekleri anlamına
gelir.
Özetle, Nice Antlaşması’nın maddelerinden hareketle
Yunanistan’ın AB’ye yaptırım çağrısında bulunmasının hukukî bir dayanağı
olmadığı açıkça görülmektedir. Yunanistan hukuka aykırı bir beklenti
içerisindedir; zira AB, NATO üyesi olan bir ülkeye karşı herhangi bir yaptırım
uygulama hakkına sahip değildir.”29
Bilindiği gibi Doç. Dr.
Cihat Yaycı, aynı zamanda Türkiye ve BM’nin Libya’da meşru saydığı Serrac
iktidarı ile imzalanan MEB Antlaşması’nın mimarıdır. Oruç Reis Araştırma Gemisi
bugün Kıbrıs’ın batısında hidrokarbon aramaları yapabiliyorsa onun
sayesindedir. Bu araştırmalar ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Doğu Akdeniz’de
sergilediği gövde gösterisi, sadece hidrokarbon meselesi olmayıp, milleti ve
devleti ile bir ve bütünlüğünü ifade ettiği gibi, Türkiye’nin egemenlik haklarının
ve bağımsızlığının yeniden ilânıdır. Bu ilân ve kafa tutma tavrı, sadece
Yunanistan ile de alâkalı değildir. Gerekirse ülkesini savunmak için savaş
sebebi sayacağı hususları açık ve net olarak ilân da etmiştir Türkiye.
Peki, nedir bu ilân ve
niçin yapılmıştır?
(Devamı gelecek…)
13
Şerafettin Turan, “Rodos ve 12 Adanın Türk Hâkimiyetinden Çıkışı”, Belleten,
TTK Yayınları, Cilt: XXIX, Sayı: 113, Ankara, Yıl: 1965, Ocak, ss. 77-119, s.
77
14
1932 Türkiye-İtalya Arasındaki Ankara Sözleşmesi, http://www.turkishgreek.org/images/belgeler/t%C3%BCrk-italyan_1932_antla%C5%9Fmas%C4%B1.pdf
, (Erişim
Tarihi: 26.08.20)
15
Pınar Bulut, 1923-1933 Yılları Arasında Türk-İtalyan İlişkileri, Basılmamış
Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi, İstanbul 2007, s. 154-158
16
Ahmet Takan, “Yunanistan 9 Ada Üzerinde Kullanım Hakkını Kaybetti”, Yeniçağ,
05.01.2018, https://www.yenicaggazetesi.com.tr/mobi/yunanistan-9-ada-uzerinde-kullanim-hakkini-kaybetti-45722yy.htm (Erişim
Tarihi: 26.08.2020)
17
Karasuyu: Bir devletin hâkimiyeti altındaki su şeridini ifade eder. Bittiği
mesafe uluslararası su yoludur.
18
Kıta sahanlığı: Kara plâtformu. 1945 Truman Doktrini ile ortaya çıkan; bir
ülkenin deniz altındaki kara parçasının uzantısıdır.
19
Münhasır Ekonomik Bölge (MEB): Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi
uyarınca bir devletin deniz kaynaklarının araştırılması ve kullanılmasında su
ve rüzgâr enerjisi de dâhil olmak üzere özel haklara sahip olduğu deniz
alanlarıdır.
20
Adverse possession yani haksız mülkiyet konusu kastedilmektedir
21
Zilyetlik, Vikipedi, https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Zilyetlik
(Erişim
Tarihi: 26.08.2020)
22
Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu, “Ordu ve Politika”, s.371, 377
23
Anlaşma
24
Aykırı
25
Sermet Atacanlı, “12 Adalar Elimizden Nasıl Çıktı?”, http://www.ismetinonu.org.tr/12-adalar-elimizden-nasil- cikti/ (Erişim Tarihi: 26.08.2020)
26
Fuat Aksu, Ege Denizi’ne İlişkin Sorunlar: Egemenliği Antlaşmalarla Yunanistan’a
Devredilmemiş Ada,
Adacıklar
ve Kayalıklar Sorunu, 18.04.2018, http://www.turkishgreek.org/iki-uelke-arasindaki-temel-sorunlar- ve-taraflarin-yaklasimlari/ege-denizi-ne-iliskin-sorunlar/egemenligi-antlasmalarla-yunanistan-a-devredilmemis- ada-adac-klar-ve-kayal-klar-sorunu
(Erişim
Tarihi: 26.08.2020)
27
Bkz. BMDHS Madde 47 “Takımada esas hatları”
28 “Cihat Yaycı: ‘Doğu Akdeniz’de ivedilikle MEB ilân edilmelidir’”, Millî Gazete, 18 Ağustos 2020, https://www.milligazete.com.tr/haber/5121023/cihat-yayci-dogu-akdenizde-ivedilikle-meb-ilan-edilmelidir (Erişim Tarihi: 2.09.20)