17 Ada Meselesi (2)

Araştırmalar ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Doğu Akdeniz’de sergilediği gövde gösterisi, sadece hidrokarbon meselesi olmayıp, milleti ve devleti ile bir ve bütünlüğünü ifade ettiği gibi, Türkiye’nin egemenlik haklarının ve bağımsızlığının yeniden ilânıdır. Bu ilân ve kafa tutma tavrı, sadece Yunanistan ile de alâkalı değildir. Gerekirse ülkesini savunmak için savaş sebebi sayacağı hususları açık ve net olarak ilân da etmiştir Türkiye.

“ONİKİ Adalar” deyince birçok kimse Ege’de gözle görülen en büyük adalar olan Limni, Taşoz, Semadirek, Midilli, Sakız, Rodos, Sömbeki, İkerya ve Sisam gibi adaları anlamaktadır. Sınırlarını belirtmek gerekirse, Osmanlı döneminde Gökçeada’dan Kızılhisar’a (Meis) kadar olan bölgeye “Cezâir-i Bahr-i Sefîd” denilmiştir. Oniki Ada ise buraların 1912 yılında İtalya tarafından işgalinden sonra Yunanca “Dodecanissas” (Yunanca “on iki yüzlü” mânasındadır) kelimesinin tercümesi olarak kullanılmıştır. Bu ifade, Rodos merkezli şu adaları içerir: Patmos, Lipsi, Leros, Kilimli, İstanköy, Astropalya (İtalyanların 1912’de ilk işgal ettiği adadır), İncirli, İlyaki, Sömbeki, Herke, Kerpe ve Kaşot’tur”13.

1932: Türkiye ile İtalya arasındaki Ankara Sözleşmesi14

 “Anadolu Kıyısı ile Meis Adası Arasında Karasularının Sınırlandırılması Sözleşmesi” de denir. Yunanlılar bu sözleşmeye “Megis” derler.

Uluslararası Adâlet Dîvânı görüşmeleri devam ederken Türkiye ile İtalya arasındaki ikili temaslara ara verilmiş değildi. Nitekim Dr. Tevfik Rüştü Bey ile İtalyan Elçisi Pompeo Aloisi arasında 4 Ocak 1932’de, Ankara’da 7 maddelik yeni bir sözleşme imzalanarak yıllardan beri süregelen bu meseleye son verildi.

Anlaşmaya göre şu adacıklar Türkiye’ye ait sayılmıştır: Çatalada, Uvendire, Furnakya, Katovolo, Prasudi, Tchatallota, Pighi, Nissi-Tis Pighi, Recif Agricelia Prousseclisse Kaya, Pano Marki Kato Makri Marathi, Rocci Vutchaki Daysa Alientarya, Karavola ve Karaada.

Buna karşılık Türkiye, Kastellorizo şehri kilisesinin kubbesi ile San Stephano burnu arasındaki mesafe olan bir dairedeki adacıkların yani Psoradia, Polyphados, St. Georges, Psomi, Kutsumboras, Mavro Poinaki ve Mavro Poini adacıklarının üzerinde İtalyan hâkimiyetini tanımıştır. Sözleşme, tasdikinden itibaren on beş gün içinde yürürlüğe girmiştir.15

Türkiye bu sözleşmeye dayalı olarak adaları BM’ye tescil ettirmiştir.

Adaların mülkiyeti kimin?

Genetik kültürel kodları millet-i müsellaha ile şekillenmiş bir toplumun kolayca manipüle edilmesi ihtimâl dâhilindedir. Tarihte de örnekleri çoktur. Ege adalarının silahlandırılması ve bundan doğan hakların diplomasi ve hukuk içinde çözülmesi başka bir şeydir, adaların silahlandırılması netîcesinde bunu notalamak ise başka bir şey.

Kendi savunma güvenliğinize tehdit gördüğünüz bu hususu nota vererek adaların silahtan arındırılmasını, gereği yapılmadığında bunun için silah kullanmaktan imtina etmeyeceğinizi de ilân etmek için önünüzde bir engel yoktur. Lâkin adaları fethetmek, onlara ilelebet mâlik olacağınız mânâsına gelmez. Adaların statüsünü belirleme hususunda yapacağınız hatânın sizi felâkete sürüklemesi kaçınılmazdır. Zira ne Kıbrıs gibi garantörlük hakkınız mevcuttur, ne de Nahcivan...

Sayın Ümit Yalım, bu hususta bakın şunu iddia ediyor:

“Yunanistan, 30 Mayıs 1913 Londra Antlaşması ile 13 Şubat 1914 tarihinde Yunan Kraliyet Hükûmetine tebliğ edilen altı büyük devlet kararı, 24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşması’nın 12 ve 13’üncü maddeleri ile 20 Temmuz 1936 Montrö Boğazlar Sözleşmesini ihlâl etmiştir. Yunanistan, antlaşmalara aykırı olarak adaları silahlandırdığı için Kuzey Ege Bölgesi’nde bulunan 9 ada üzerindeki ‘kullanma hakkını’ (zilyet) kaybetmiştir. Yunanistan hukuken kullanma hakkını kaybettiği Kuzey Ege adalarını yani Taşoz, Semadirek, Limni, Bozbaba, Midilli, İpsara, Sakız, Sisam ve Ahikerya adalarını boşaltarak Türkiye’ye teslim etmelidir.”16

Konu gerçekten çok derin ve çetrefilli. İçinde uluslararası antlaşmalardan doğan haklar var. Karasularının17 belirlenmesi, kıta sahanlığı18 ve münhasır ekonomik bölgeler19 konusunun belirlenmesini ifade eden BM Deniz Hukuku konusu var. İki tarafın siyâsî ve ittifak pozisyonları ciddî bir şekilde hesaplanmalı ve asıl pozisyon ona göre belirlenmelidir.

Ancak Sayın Yalım, maşallah (!) kolayca hükme varmıştır.

Bir komisyon kurulup sonuca ulaşmaya kalkılsa, acaba ne kadar zaman alır? Facebook sayfamda konuyu gündeme getirdiğimde Sayın E. Koramiral Atilla Kıyat, bu hususta şunları ifade etti:

“İngilizce ‘possession’20 kelimesinin yanlış tercüme ve yorumlanmasından kaynaklanan bilgi... Adalar Yunanistan’a verildi, yani egemenliği altında! Aynı anlaşmalarda adaların silahlandırılamayacağı da hükme bağlandı. Yunanistan, özellikle, Kıbrıs sorunu ortaya çıkınca adaları tahkim etmeye ve silahlandırmaya başladı. Şimdi, sanki elli yıldır hiçbir şey yapılmamış havası veriliyor.

Yanlış!

Konu Birleşmiş Milletler, NATO ve uluslararası ortamda defalarca dile getirildi. Tabiî bütün ülkeler adaların statüsünü biliyor ama hiçbir ülke Yunanistan’a ‘Askerlerini çek’ demiyor; bize de ‘Aranızda çözün’ diyorlar. NATO’da bizim tezimiz kabul görmüş olup, silahsız statüdeki hiçbir Yunan adası, Yunanistan’ın bütün çabalarına rağmen NATO tatbikatlarına alınmıyor. Gerek bu nedenle, gerekse de Ege’de komuta kontrol tezini NATO’da kabul ettiremeyen Yunanistan, Ege’deki tatbikatlara katılmıyor.”

Sayın Yalım’ın bahsettiği “zilyet” konusu, uluslararası hukuk içinde mevcût mudur?

Önce bu sorunun cevabı bulunmalı!

“Mülkiyet, bir kimsenin eşya üzerindeki hakkını ifade eder. Hâlbuki zilyetlik, bu haktan bağımsız olarak, sadece eşya üzerinde var olan bir hâkimiyet durumunu gösterir. Bu sebeple zilyetlik, mülkiyet hakkına bağlı değildir. Zilyet olan kimsenin mâlik olması şart değildir.

Meselâ, bir arabanın sahibi olan kişi, o arabanın hem mâliki, hem zilyedidir. Ama bu arabayı kullanan şoför, arabanın bir tamirhaneye bırakılmış olması hâlinde tamirci, hattâ sadece park etmek üzere arabanın teslim edildiği park çalışanı gibi başka kişiler de araba kendi hâkimiyetleri altında iken zilyet sayılırlar.”21

Bu tanımı bir hukukçu okusa mesele yoktur. Lâkin normal bir vatandaş için açarsak denilebilir ki, “hırsız bile bir zilyettir”. Çaldığı malı hırsızın elinden mâliki dahi zorla alamaz. Onu ancak hukukî bir prosedür içinde savcının emri ve kolluk kuvvetleri vasıtasıyla alır, mülkiyet sahibine teslim eder.

Zilyedin birçok çeşidi var. Zilyet, buradaki gibi sadece iç hukuk içinden tanımlanır ise, işinize gelen hususu kullanır ve adalar üzerindeki zilyetliği “hakka dayanmayan, geçici zilyetlik” kategorisine sokarsınız. Son bir kez daha açarsak, “Aslî, hakka dayalı zilyet, tapu sahibidir. Hem mülkiyet (egemenlik), hem de kullanım tasarrufunu ifade ederken geçici, hakka dayanmayan zilyetlik sadece kullanım hakkına mâlikliği betimler”.

Buradan yola çıkarak, “zilyetlik hakkının kaybedildiğini iddia etmek” hiçbir hukukî norma uymaz. Misâl; gidersiniz Lahey Adâlet Dîvânı’na, delillerinizi ortaya koyar, adaların teslimini isterseniz. Verirler ise BM’ye tescil ettirir, mülkiyet hakkını devralırsınız.

Kıbrıs’ı aldık. Garantörlüğümüz de mevcûttu. Peki, mülkiyeti, tapusu bize mi ait? Hayır! Çünkü uluslararası bir tek tanıma yok.

Mesele bir günlük değildir!

Yıl, 1936… Eski asker, “Deli Nizam” lakaplı Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu, “Ordu ve Politika” isimli eserinde anlatıyor:22

“Atatürk, büyük mücadeleler netîcesinde Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni imzalamış, Boğazların egemenlik hakkını yüzde yüz olmasa da büyük oranda sağlamıştır. Şükrü Kaya İçişleri Bakanı’dır. Evinde oturup Lozan ve Montrö Sözleşmelerini incelerken dikkatini bir şey cezbeder. Lozan’da, ‘Muahedeye23 mugayir24 olmayan Türkiye sahillerine üç milden yakın adalar Türk hâkimiyeti altında bırakılmıştır’ ibaresi vardır. Doğma büyüme İstanköylü olduğu için bizim taraftaki adalar aklına gelir. Sabah olur olmaz bakanlıktaki en açıkgöz müfettişlerden beş kişiyi çağırır, her birini farklı bölgelerde görevlendirip talimatı verir. ‘Size gizli bir görev veriyorum. Ne vali, ne kaymakam, ne nahiye müdürü, kimsenin haberi olmadan; artık sandal bulursunuz, motorlu mu, yelkenli mi bilmem; üç mil içindeki tüm adalara çıkın, boş mu dolu mu, malûmat toplayın. Bir ay içinde bana raporla bildirin’ der.

Bir ay sonunda raporlar gelir. Dosyalar, Dışişleri Bakanlığı’ndan bu hususla ilgili herhangi bir protokolün olmadığını da teyit edildikten sonra Atatürk’ün huzuruna varır. Atatürk dikkatle dinler. Haritaları inceler. ‘Derhâl Mareşale git, durumu anlat, gereğini yapsın’ der. Şükrü Kaya, Mareşal Fevzi Çakmak’a gidip durumu izah eder. Çakmak, hiç beklemediği bir tepki verir. ‘Olan olmuş, elden ne gelir?’ deyince, ‘Mülkiyet hakkımızı mutlaka ortaya koyup bu adaları almalıyız’ diyerek ısrarcı olur. Ses sedâ çıkmayınca haritaları toplar, gider.

Ertesi gün bakanlar kurulu toplantısı vardır. Söz alıp, Mareşal Fevzi Çakmak’ın da toplantıya katılmasını ister. Çakmak gelince durumu kurula anlatıp, ‘Ben vazifemi yaptım. Şimdi sıra Paşa Hazretlerinindir. Bu adalar işgal edilmelidir’ der.

Çakmak sıkışır, masaya yumruğunu vurarak, ‘İçişleri Bakanı herhâlde savaş çıkarmak istiyor, maksadı nedir? Genelkurmay böyle bir mesuliyeti alamaz’ deyince, Şükrü Kaya cevabı yapıştırır: ‘Siz yapamayacaksınız, emrinizdeki ince filoları bana devredin, ben hâllederim’ der. Lâkin toplantıdan bir sonuç çıkmaz.

Şükrü Kaya bu, durur mu? Kayıklarla, teknelerle adalara adamlar gönderir. Kimine deniz feneri diker, kimine küçük bir jandarma kıtası koyar, kimine bayrak çeker. Kimine tavşan salar, kimine keçi... Fazla sürmez. İtalyan askerî ataşesi ortaya çıkar, ‘Adamızı işgal etmişsiniz, derhâl çekilinmez ise...’ şeklinde cümleler kurar. İtalya’nın tespit ettiği bir ada olmasına rağmen...

Mevcût hâkimiyet sürdürülemeyerek adalar peyderpey ıssızlığa terk edilir…”

1947 Paris Antlaşması ile Adalar nasıl gitti?

Türkiye, malûmunuz İkinci Dünya Savaşı’nda Çörçil’in (İngiliz Başbakanı Churchill) tüm baskılarına rağmen tarafsızlığını korumak için büyük mücadele verdi. Adaların bize telif edildiği, İsmet İnönü’nün ise buna kayıtsız kaldığı gibi iddialar mevcût. İngiltere’nin böyle bir teklifi olup olmadığı da meçhul. Lâkin Almanlar, artık savaşın kaderinin belli olduğu süreç içerisinde “böyle bir teklifte bulunurlar”.

Mağlûp olma ihtimâli olan bir devletin böyle bir teklifinin kabul edilmesi düşünülemez.25 Savaş nihâyete ermeden önce İtalya, askerî kuvvet ihtiyacına yönelik adaları terk eder. Adalar bir süre boşlukta kalır. Adaların etnik hâkimiyetine yönelik olarak da galip devletler safında bulunan Yunanistan’a silahlandırılmaması koşuluyla teslim edilir.26

Yunanistan Ege ve Doğu Akdeniz’de ne yapmaya çalışıyor?

Öncelikle Yunanistan’ın, adaları peyderpey üçer beşer kişiyle de olsa meskûn etmesinin sebebi, “meskûn olan adalara karasuyu ve kıta sahanlığı oluşturmayı amaçladığını” bilmemiz gerekiyor. Yunanistan, anakarası olan bir devlet olup, (misâl) Endonezya gibi bir takımada devleti olmadığı için, 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin (BMDHS) 47’nci maddesinden27 faydalanamaz! Bu, her adasının ayrı ayrı kıta sahanlığı ve MEB olamayacağı mânâsındadır.

1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin (BMDHS) 7’nci maddesi, kara plâtformunun ya da diğer bir deyişle kıta sahanlığının (topoğrafyasının) “esas düz hat” olarak çizilmesi gerektiğini emreder. Yunanistan ise bunun tam aksine anakarasının topoğrafyasını -adalarının olduğunu belirterek- Doğu Akdeniz’e taşıyarak düz bir hattı kabul ettirmeye çalışıyor.

Yunanistan’ın kurnazca hareket etmek istediği plân, özünde adalara kıta sahanlığı oluşturmak üstüne kurulu.

Okyanus devletleri 350 mile kadar münhasır ekonomik bölgeye sahip olabilirler, lâkin diğer devletler 200 milden daha fazla uzunlukta bu hakka sahip olamazlar. Yunanistan, adalarını birbirine ekleye ekleye tüm Ege’de hâkimiyet sağlamaya ve Türkiye’yi ise sadece anakarasına hapsetmeye çalışmaktadır.

Bunun kabul edilmesi mümkün değildir!

Yunanistan’ın Doğu Akdeniz’de 168 kilometre, Türkiye’nin ise bin 870 kilometre anakara uzunluğu mevcûttur. Diğer bir deyişle, Yunanistan 168 kilometre ile bizim bin 870 kilometre uzunluğundaki anakaramızı keserek bize ait olan münhasır ekonomik bölgelerde hak iddia ediyor.

Bunu da AB’den aldığı destekle revize etmeye çalışıyor. Fransa ve Almanya’nın, hattâ ABD’nin gayr-i hukukî biçimdeki desteği de bunu ifade ediyor. Lâkin hepsinin hukuken elleri kolları bağlı olup, Ege’de donanma var ederek Türkiye’yi geriletmeye çalışıyorlar. Yunanistan veya ilgili devletlerle böyle bir pazarlığa oturulması ise tavize işaret eder. Dolayısıyla böyle bir müzakere masası kurulması demek, Sevr’in ve Sevilla Haritası’nın müzakere edileceği mânâsını taşır. Bu hususta verilecek en küçük bir taviz ne size Ege’de balıkçılık yaptırır, ne de turizmden faydalanma fırsatı sunar. Ne deniz ticareti, ne de Ege’nin sualtı tabiî kaynaklarından faydalanmanıza imkân verilir böyle bir durumda. Ayrıca Ege’de donanma tatbikatları da icra edemezsiniz.

Yunanistan’ın AB’yi arkasına alması da bir şey ifade etmez.

Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Eski Kurmay Başkanı Emekli Tümamiral Cihat Yaycı’nın (kendisi aynı zaman da doçenttir ve Türkiye’nin sayılı deniz hukukçularından biridir) ifade ettiği gibi, “Doğu Akdeniz’de ivedilikle MEB ilân edilmelidir”28. Yaycı bunu şöyle özetliyor:

“Öncelikle Yunanistan’ın haksız talep ve tahrikleri netîcesinde NATO üyesi iki devletin çatışması, NATO’yu temelinden sarsar diye düşünüyorum. Diğer yandan Yunanistan, AB üyesidir ve taleplerine AB’yi aracı kılmak istemektedir. Bu durum NATO ve AB ilişkilerini de bozucu niteliktedir.

2001 yılında imzalanıp 2003 yılında yürürlüğe giren Nice Antlaşması’nın 2002’de konsolide edilen versiyonunun Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası ile ilgili hükümlerinin 17 (1)’inci maddesi, AB’nin NATO üyesi ülkelere karşı yaptırıma başvuramayacağının ve savunma ve güvenlik alanında AB üyesi olmayan NATO ülkeleriyle uyumsuzluk teşkil eden girişimlerde bulunamayacağını esasen ifade etmektedir.

İlgili üye devletler için bu madde, AB askeri kriz yönetimi çerçevesinde üstlendikleri eylem ve kararların her zaman NATO müttefikleri olarak Antlaşma yükümlülüklerine saygı gösterecekleri anlamına gelir.

Özetle, Nice Antlaşması’nın maddelerinden hareketle Yunanistan’ın AB’ye yaptırım çağrısında bulunmasının hukukî bir dayanağı olmadığı açıkça görülmektedir. Yunanistan hukuka aykırı bir beklenti içerisindedir; zira AB, NATO üyesi olan bir ülkeye karşı herhangi bir yaptırım uygulama hakkına sahip değildir.”29

Bilindiği gibi Doç. Dr. Cihat Yaycı, aynı zamanda Türkiye ve BM’nin Libya’da meşru saydığı Serrac iktidarı ile imzalanan MEB Antlaşması’nın mimarıdır. Oruç Reis Araştırma Gemisi bugün Kıbrıs’ın batısında hidrokarbon aramaları yapabiliyorsa onun sayesindedir. Bu araştırmalar ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Doğu Akdeniz’de sergilediği gövde gösterisi, sadece hidrokarbon meselesi olmayıp, milleti ve devleti ile bir ve bütünlüğünü ifade ettiği gibi, Türkiye’nin egemenlik haklarının ve bağımsızlığının yeniden ilânıdır. Bu ilân ve kafa tutma tavrı, sadece Yunanistan ile de alâkalı değildir. Gerekirse ülkesini savunmak için savaş sebebi sayacağı hususları açık ve net olarak ilân da etmiştir Türkiye.

Peki, nedir bu ilân ve niçin yapılmıştır?

(Devamı gelecek…)

 

13 Şerafettin Turan, “Rodos ve 12 Adanın Türk Hâkimiyetinden Çıkışı”, Belleten, TTK Yayınları, Cilt: XXIX, Sayı: 113, Ankara, Yıl: 1965, Ocak, ss. 77-119, s. 77

14 1932 Türkiye-İtalya Arasındaki Ankara Sözleşmesi, http://www.turkishgreek.org/images/belgeler/t%C3%BCrk-italyan_1932_antla%C5%9Fmas%C4%B1.pdf , (Erişim Tarihi: 26.08.20)

15 Pınar Bulut, 1923-1933 Yılları Arasında Türk-İtalyan İlişkileri, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi, İstanbul 2007, s. 154-158

16 Ahmet Takan, “Yunanistan 9 Ada Üzerinde Kullanım Hakkını Kaybetti”, Yeniçağ, 05.01.2018, https://www.yenicaggazetesi.com.tr/mobi/yunanistan-9-ada-uzerinde-kullanim-hakkini-kaybetti-45722yy.htm (Erişim Tarihi: 26.08.2020)

17 Karasuyu: Bir devletin hâkimiyeti altındaki su şeridini ifade eder. Bittiği mesafe uluslararası su yoludur.

18 Kıta sahanlığı: Kara plâtformu. 1945 Truman Doktrini ile ortaya çıkan; bir ülkenin deniz altındaki kara parçasının uzantısıdır.

19 Münhasır Ekonomik Bölge (MEB): Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi uyarınca bir devletin deniz kaynaklarının araştırılması ve kullanılmasında su ve rüzgâr enerjisi de dâhil olmak üzere özel haklara sahip olduğu deniz alanlarıdır.

20 Adverse possession yani haksız mülkiyet konusu kastedilmektedir

21 Zilyetlik, Vikipedi, https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Zilyetlik (Erişim Tarihi: 26.08.2020)

22 Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu, “Ordu ve Politika”, s.371, 377

23 Anlaşma

24 Aykırı

25 Sermet Atacanlı, “12 Adalar Elimizden Nasıl Çıktı?”, http://www.ismetinonu.org.tr/12-adalar-elimizden-nasil- cikti/ (Erişim Tarihi: 26.08.2020)

26 Fuat Aksu, Ege Denizi’ne İlişkin Sorunlar: Egemenliği Antlaşmalarla Yunanistan’a Devredilmemiş Ada,

Adacıklar ve Kayalıklar Sorunu, 18.04.2018, http://www.turkishgreek.org/iki-uelke-arasindaki-temel-sorunlar- ve-taraflarin-yaklasimlari/ege-denizi-ne-iliskin-sorunlar/egemenligi-antlasmalarla-yunanistan-a-devredilmemis- ada-adac-klar-ve-kayal-klar-sorunu (Erişim Tarihi: 26.08.2020)

27 Bkz. BMDHS Madde 47 “Takımada esas hatları”

28 “Cihat Yaycı: ‘Doğu Akdeniz’de ivedilikle MEB ilân edilmelidir’”, Millî Gazete, 18 Ağustos 2020, https://www.milligazete.com.tr/haber/5121023/cihat-yayci-dogu-akdenizde-ivedilikle-meb-ilan-edilmelidir (Erişim Tarihi: 2.09.20)