16 Temmuz günü Dîvan-ı Harp müessesesini kurmalıydık

15 Temmuz 2016’dan bir gün sonra yani 16 Temmuz 2016 günü Dîvan-ı Harp müessesesini kurup, derhâl Boğaziçi Köprüsü ile Genelkurmay Başkanlığı önünde millete sıkan üç namussuzu kurşuna dizerek infaz etmiş olsaydık, herhâlde bu aşağılık gayr-ı meşru veletleriyle bu kadar uğraşmayacaktık.

ARTIK kemer sıkma dönemine girdiğimizi anlıyoruz. Zira piyasadaki zamların yanına vergilerdeki artışa da şahit olduk.

Salgın sürecinde ve sonrasında doymak bilmez fırsatçı simsarlar konuttan otomobile, yağdan süte her ürün ve hizmeti fiyat bakımından birer zulüm enstrümanı hâline getirince, Devletimiz, bitmiş olan orta direğe, garibana bir faydası dokunacağı düşüncesiyle Özel Tüketim Vergisi ile Katma Değer Vergisi gelirlerinden feragate gitmişti.

Yeni süreçte asgarî ücretle birlikte memurun, işçinin, kısmen de emeklinin aylık ücretlerinin artmasının ardından bu vergilerin artırılmasında da bir çekince gözetilmeyebilirdi.

Ancak maaşların artmasına, milletin cebine göz diken azgınlar, ürün ve hizmetlerin ücretlerine yaptıkları zamlarla cevap verdi.

Bir konutun satışından veya kiralanmasından tek seferde daha fazla komisyon kazanmak isteyen alçak bazı emlâkçıların ve emlâk şirketlerinin tutturduğu düğüm, otomobilden gıda haline kadar her alanda gerildi, ahlâk edinildi.

Fakat hem dünya çok kötü bir ekonomik seyirde gidiyordu, hem de Türkiye’nin 80 yıllık fukara sürecinden geriden gelen bir dezavantajı vardı.

Her ne kadar büyük atılımlar gerçekleştirse de hem yeterli değildi, hem de ahlâk bir kere dibi görmüştü. Faiz, enflasyon ve döviz gibi parametreler karşısında henüz güçlü bir ekonomimiz zaten yoktu.

Bunu bilen yamyamlar topyekûn saldırırlarken, bir de üzerine doğal afetlerin en büyükleriyle karşılaştık.

Afetlerin gerçekleştiği süreç, ayrıca geleceğimizin kemendi olan bir noktada yaşanıyordu. Seçim vardı, yamyamlar o kanattan da saldırıyorlardı.

Nihayet hepsi geçti ama hem paramızın erimesi, hem de afetlerin enkazıyla kaldık. Tam bağımsızlığımız için kritik eşiklerden geçecektik. Devlet, kılı kırk yaran bir stratejiyle ilerliyor. Bu anlamda ona yardımcı olmak boynumuzun borcu.

Fakat…

Bizim için bir milât olan 15 Temmuz gecesini 16 Temmuz’a bağlayan dakikalarda, bir bit yavrusu, pislik ve ukala ve şımarık ve tilki akıllı organizasyon, “Cumhurbaşkanlığı Kararı” yazan bir belgeyi de sosyal medyada özellikle yayınlayarak, hâlbuki Cumhurbaşkanlığı asla böyle bir yol izlemiyorken ve vergi gibi ilânları sadece Hazine ve Maliye Bakanlığı yayınlıyorken, bu milletin sinirlerini altüst etti.

Mesele bu dakikadan itibaren vergi zammı gelmesi değildir.

Motorlu Taşıtlar Vergisi’nin de ikinci taksidi, tek seferlik iki katı alınıyor bu dönem. Bunda da sıkıntı yok. Problem, hâlâ bir elin kubur kokusunu Devlet’in işleyişine bulaştırıyor olmasıdır.

O ilânı yapanların acilen bulunup yargılanması şarttır. Değilse, treni kaçırırız!

Yoksa kaçırdık mı?

15 Temmuz 2016’dan bir gün sonra yani 16 Temmuz 2016 günü Dîvan-ı Harp müessesesini kurup, derhâl Boğaziçi Köprüsü ile Genelkurmay Başkanlığı önünde millete sıkan üç namussuzu kurşuna dizerek infaz etmiş olsaydık, herhâlde bu aşağılık gayr-ı meşru veletleriyle bu kadar uğraşmayacaktık.

Zahmetli yolu tercih ediyoruz, edelim bakalım.

Ancak bu saatten sonra azdan az, çoktan çok gider!

Sabırdan başka çıkar yol tanımıyoruz.