15 Temmuz’un teo-politik tahlili

Bu hain örgütün en önemli özelliği güce inanması, güce güvenmesi ve güce tapmasıdır. Çünkü bunlar da aynı medeniyetin mensubudur. Ülkemiz insanı ise güce değil, Hakk’a inanır ve Hakk’a tapar. Zira kuvvet ve kudret sahibi tek mercii Allah’tır (cc). Mutlak galip ancak O’dur!

ÇAĞIMIZDA en ideal yönetim biçimi demokrasidir. Demokrasinin temel ilkeleri; kısaca iktidarın seçim yolu ile değiştirilebilir olması, güçler ayrılığı, katılımcılık, çok partili siyasal hayat, hukukun üstünlüğü, muhalefetin varlığı, çoğunluk ilkesi ve de temel hak ve özgürlüklerin güvence altında olmasıdır. 

Bilindiği üzere demokratik ülkelerde halk, seçme ve seçilme hakkını kullanarak yöneticilerini belirler. Dolayısıyla siyasal denetim doğrudan doğruya halkın veya özgürce seçtiği temsilcilerin elinde bulunur. Yukarıda da belirtildiği üzere, demokrasi, ilkeler bazında ve kâğıt üzerinde en ideal yönetim biçimi olmasına rağmen, bazı zaafları da bünyesinde barındırmaktadır. Halk siyasal partiler aracılığı ile kendini belli bir süre idare edecek yöneticileri seçmektedir. Seçim sonucunda demokratik rejimin şekline göre (başkanlık, yarı başkanlık veya parlamenter sistem) yürütme erkinin başı olarak başkan, cumhurbaşkanı veya başbakan seçilmektedir. Burada dikkat çekici husus ise, halkın seçtiği temsilcilerdir ve bu temsilciler vasıtasıyla halkın iradesi parlamentoda temsil edilmektedir. Peki, bu durum gerçekte de böyle midir?

Söz konusu temsilcileri (parlamenter, milletvekili, senatör vesaire) tek tek analiz ettiğimizde, bunların hemen hemen hepsinin herhangi bir baskı grubuna üye ya da tâbi olduğunu görebiliriz. Genel olarak bu baskı grupları “örgütlü iş adamları dernekleri, basın organları, sendikalar, yarı kamusal meslek odaları” gibi sıralanabilir. Demokrasilerde baskı grupları her ne kadar meşru olsalar da kendi toplumsal çıkarlarını ön plânda tutarak siyasal iktidarı etkileyebilirler. Bazı güçlü baskı grupları siyasal otoriteyi kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirerek başka grupların aleyhine sonuç doğuran kararlar aldırabilirler. 

Yakın siyasal tarihimize baktığımızda, bu konuya ilişkin olarak TÜSİAD’ı örnek verebiliriz. ABD’de ise lobiler buna güzel bir örnektir. Dolayısıyla herhangi bir baskı grubuna üye olan bir milletvekili, halkın iradesinden ziyade tâbi olduğu baskı organının hak ve menfaatini ön plâna çıkarabilir. Demokrasinin zaafı olan bu kanaldan, dış mihraklar, ilişkide oldukları iç mihrakları kullanarak istedikleri amaca ulaşabilirler. 

Seçimle iş başına gelen hükûmetler, yürütme erkini sivil veya asker bürokrasi ile hayata geçirirler. Demokrasilerde özellikle yargı, emniyet ve askerî bürokrasi hayatî öneme sahiptir. Bu kurumlara mensup bürokratlar hiçbir etnik, dinî, mezhepsel ve ideolojik ayrım yapmaksızın, toplumun her kesimine eşit mesafede olmak ve ülke çıkarlarını her şeyin üstünde tutmak zorundadırlar. Burada oluşan bir zaaf, oligarşik bürokrasiye veya vesayet rejimine zemin hazırlar.

1980’li yıllardan itibaren “dinî cemaat” kisvesi altında kült inanç tarzına sahip olan bir grup, asker ve sivil bürokrasiye sızarak emrinde olduğu dış mihrakların amacına hizmet etmiştir. Hâkim dinî inancın dışına çıkarak sapkın yeni bir inanç sistemi oluşturmuş, kendine iltisaklı olan bütün insanları belirli bir hedefe angaje etmiştir. Bu sapkın inancın temel esasları oluştururken, yerine göre Şia’nın takiye ve imamet teorisini, geleneksel İslâm tasavvufunun teslimiyet ve biat kavramlarını kullanmıştır. Ancak bunu yaparken söz konusu kavramları kendi anlam ve bağlamından kopararak, yeni ihdas ettiği kült inanç sistemine uyarlamıştır. Sadece İslâm dininin mezkûr kavramlarını tahrif ederek kullanmamış, ayrıca Musevilik ve Hıristiyanlığın da dinî kavramlarının bazılarını kendi sapkın inanç sistemine adapte etmiştir. Böylece kendince yeni bir inanç sistemi oluşturmuş ve müntesiplerini kendisine istidraç anlamda bağlamıştır.

Ama bu öyle bir bağlılık ki, akletmeye ve sorgulamaya yer yoktur. Grup önderinin emir ve talimatları sorgulanamaz ve mutlaktır. Tarihte bu tür kült inanç tarzına sahip toplumsal gruplar hep mevcut olmuştur ve bunun en önemli örneği Haşhaşilerdir.

Demokrasinin yukarıda bahsettiğimiz zaafları Cumhuriyet tarihimiz boyunca ABD ve NATO tarafından kullanılmıştır. Muhtelif vesayet odakları marifetiyle darbeler ve darbe teşebbüsleri gerçekleştirilmiştir. Bu husus her on yılda bir tekrarlanarak adeta alışkanlık hâline gelmiştir. Bu defa hain terör örgütü FETÖ, kendine bağlı dernek, vakıf, basın-yayın organları kurmak suretiyle siyasal hayata müdahale edecek baskı organları oluşturmuştur. Ayrıca takiye yapmak suretiyle tüm siyasal partilere sızmıştır. Dahası ve en kötüsü, asker ve sivil bürokraside kadrolaşarak menfur emellerine ulaşmak istemiştir. 

Mezkûr örgüt, 2011 yılı seçimlerinde Adalet ve Kalkınma Partisi’nden seçilmek üzere yoğun bir milletvekili aday başvurusu yapmıştır. Kendine bağlı elli veya atmış milletvekili seçtirmek suretiyle AK Parti’yi bölmeyi hedeflemiştir. Allah’ın (cc) yardımı ve AK Parti Genel Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın ferasetiyle bu teşebbüs önlenmiştir. Ancak birkaç milletvekili seçtirmeyi (Hakan Şükür gibi) başarabilmiştir FETÖ. 

Daha sonra FETÖ terör örgütüne mensup bir savcı, KCK Terör Örgütü Soruşturması kapsamında, 7 Şubat 2012  günü MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı ifadeye çağırmıştır. Hakan Fidan’a Başbakan Erdoğan “İfadeye gitme!” talimatını vermiştir. Allah’ın yardımı ve o dönemde Başbakan olan Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın ferasetiyle bu kumpas da bozulmuştur. Bu olay, adı geçen terör örgütünün ifşa olmasında en önemli hâdisedir. Bu hâdiseden sonra örgütün niyeti anlaşılmış ve Devlet teyakkuza geçmiştir. Hain örgüt, bu hâdiseden sonra kılıçları çekmiş, 17 ve 25 Aralık (2013) kumpası ile seçilmiş hükûmete yargı eliyle darbe teşebbüsünde bulunmuştur. Bunda da muvaffak olamamış, bunun üzerine Emniyet ve Yargıdaki bazı örgüt mensupları tasfiye edilmiştir. 

Örgüt son kozunu ise gözü dönmüşçesine, 15 Temmuz 2016 tarihinde sahneye koymuştur. Söz konusu sapkın inanç tarzı ile yetişen bir grup asker, FETÖ terör örgütü sözde liderinin emir ve talimatlarıyla 15 Temmuz 2016 tarihinde ülkemizde darbeye teşebbüs etmiştir. Sinsi bir şekilde gece yarısı harekete geçen örgüt, devletin kritik kurum ve kuruluşlarını ele geçirmeye başlamıştır. Diğer darbelerden farklı olarak, örgüt mensubu sözde askerler, gözlerini kırpmadan kendi vatandaşlarını katletmişlerdir. Bu tarz, vesayet odağı olarak muhtelif darbelere karışan ordunun darbe usulüne hiç benzememektedir. 

Darbe girişiminin kırılma noktası, Sayın Cumhurbaşkanımızın bir gazeteci vasıtasıyla halkı meydanlara çağırması olmuştur. Halk fevç fevç meydanlara akın etmiş, kritik kurum ve kuruluşlara yönelmiştir. Adeta sevk-i İlâhî hâsıl olmuştur. Peki, bu nasıl gerçekleşmiştir? 

Halkın bu hareketini siyasal, sosyolojik ve psikolojik olarak anlamak ve izah etmekte bilim adamları çaresiz kalmıştır. Çünkü onlar bu hareketteki manevî (teo-politik) motivasyonu denklem dışı bırakmışlardır. Şüphesiz kalpler Allah’ın elindedir ve dilediği şekilde çevirir. Kalplerin evrilip çevrilmesinde, ülke genelindeki camilerde okunan salâların hikmeti ve sırrı nedir? Bu hâdisede İlâhî varidat kalplere inmiş, bu da şecaat olarak tezahür etmiştir. 

Bu şecaat Hakk’tan gelen bir tecelliydi. Bu şecaat olmadan çıplak ellerle tanka, topa, helikoptere, uçağa ve kurşuna nasıl karşı konulabilirdi? Söz konusu toplumsal hareketin izahtan vareste olan kısmı bu idi. Öte yandan, terör örgütü mensuplarının kalbine ise korku salınmış ve ellerinde en modern silahlar olmasına rağmen dizleri titremeye başlamıştı.

Bu kalkışmanın arkasında olan malûm ülkenin liderleri hâdiseyi siyasal, sosyolojik ve psikolojik olarak tahlil etmekte zorlanmış, adeta beyinleri dumura uğramıştır. Olayın üzerinden kırk beş gün geçtikten sonra kendilerine gelerek, her zamanki ikiyüzlü açıklamalarını sunmuşlardır. 

Hiçbir terör örgütü, uluslararası destek almadan uzun süre ayakta kalamaz. FETÖ terör örgütü, gücünü başta ABD ve AB olmak üzere Batı medeniyetine mensup ülkelerden almaktaydı. Bu hain örgütün en önemli özelliği güce inanması, güce güvenmesi ve güce tapmasıdır. Çünkü bunlar da aynı medeniyetin mensubudur. Ülkemiz insanı ise güce değil, Hakk’a inanır ve Hakk’a tapar. Zira kuvvet ve kudret sahibi tek mercii Allah’tır (cc). Mutlak galip ancak O’dur!