
PARMAKLARIMLA onar onar hesap yapınca, “Vay” dedim. Aradan kırk üç sene geçmiş. İnce Memed’i tekrar okuyorum. Okudukça da hayret ediyorum. Aklımda çok fazla bir şey kalmamış. Ancak ana hatlar, belli başlı olaylar var.
Demek ki insan beğendiği bir eseri belli aralıklarla tekrar okumalı. İyi ama okunacak o kadar çok kitap birikiyor ki...
Eski okunanlar tekrar edilirse yenilere zaman kalmaz. Ömür kısa.
İçimde iki ses birbiriyle çelişiyor. Bu durumda tercihe bakılacaktır mecbur. Kimileri hiç okunmasa da olur.
Elimdeki, YKY’nin altmışıncı baskısı. YKY 1992’de kuruldu. Benim ilk okumamdan on iki yıl sonraya denk geliyor. Bu arada ne çok baskı yapmış. Hemen belirtelim ki, hakkıdır. Fazlası da…
Bu bilgi birinci cilde ait. İkinci cilt kırk birinci, üçüncü cilt otuz dördüncü, son cilt ise otuz ikinci baskısıyla mevcut elimde.
Demek ki ilk cilt daha fazla satılmış. Okuyucuda romana devam etme isteği her ciltte biraz azalmış. Bu da makul karşılanması gereken bir ayrıntı. İlkini okuyana diğerlerini de dayatmak olmaz. Hem öyle bir merci yok. Öyle bir merci olsa ve okurları mecbur tutsa da kim dinler?
*
Anlattığı olaylar kadar, Yaşar Kemal’in imlası da daha ilk cümleden dikkat çeker. Şöyledir: “Toros dağlarının etekleri ta Akdenizden başlar.”
Özel isimlere gelen ekleri bitişik yazar, hiç ayırmaz.
Kesme işareti ya da Fransızcadan geçen adıyla apostrof, Türkçede özel isimlerden sonra gelen ekleri ayırmada kullanılır. Yaşar Kemal’de bu yok. Hiç kullanmıyor.
Misal... Kurala göre şöyle yazılması gerek: Faruk’un söyledikleri...
Yaşar Kemal söylendiği şekilde yazıyor: Faruğun söyledikleri...
Yayınevi yazarın tercihine saygı duymuş, “Kural böyledir” diye diretmemiş.
En çarpıcı bölümlerden birini seçelim ve bu kurala uymayışın en yoğun örneğine bakalım:
Abdi Ağayla Ali Safa Beyin isteği üzerine Kalaycının İnce Memede kancıkçasına pusu kurduğu, İnce Memedin bu pusudan burnunu kanamadan kurtulduğu, üstelik de Kalaycıyı yaralayarak, iki arkadaşını vurduğu, Kadirliden Kozana, Ceyhandan Adanaya, Osmaniyeye kadar bütün Çukurovada duyuldu.
Çukurovada, Toroslarda İnce Memedin macerası büyütülerek dilden dile dolaşıyordu. Herkes İnce Memedden yanaydı. Dağlak halkı, yayılan macerasından dolayı İnce Memedi bütün düşmanlarına karşı, her tehlikeyi göze alarak koruyabilirdi. Ama ne pahasına olursa olsun.
“İnce Memed mi?” diyordu. “İnce Memed dedikleri de bir sabi çocuk. Ama tepeden tırnağa yürek... Anasının kanını Abdi Ağada koymayacak. Ali Safa Beyde de Vayvay köyünün ahını koymayacak.”
*
Burada kurala göre değişiklik yapılsa, neredeyse yirmi tane kesme işareti kullanmak gerekir.
Herhâlde Yaşar Kemal, konuşurken belli edilmeyen üstten ayırma işaretine yazarken de gerek olmadığını düşündü. İnceltme işareti olan şapkayı da kullanmıyor yazar.
Yayınevi, yazar ve kitap hakkında bilgi verirkense kendi tercihine göre hareket ediyor.
Yaşar Kemal’i ilk sayfada şöyle tanıtıyor:
“Asıl adı Kemal Sadık Gökçeli. Van gölüne yakın Ernis (bugün Ünseli) köyünden olan ailesinin Birinci Dünya Savaşı’ndaki Rus işgali yüzünden uzun bir göç süreci sonunda yerleştiği Osmaniye’nin Kadirli ilçesine bağlı Hemite köyünde 1926’da doğdu.”
Sonrasında hayat hikâyesini aktarıyor. “Ortaokulu son sınıftan terk ettikten sonra ırgat kâtipliği, ırgatbaşılık, öğretmen vekilliği, kütüphane memurluğu, traktör sürücülüğü, çeltik tarlalarında kontrolörlük yaptı” diyerek, ayrıntısıyla.
Eserleri kırktan fazla dile çevrilen Yaşar Kemal, Nobel ödülünü hak eden bir yazar. İdeolojik açıdan farklı düşüncelere sahip olsak da hakkını teslim etmek gerekir.
“En çok Nobel ödülü alamayan yazar” diye dalga geçmek ya da şaka yapmak ya da takılmak doğru gelmiyor.
Sırasıyla 436, 459, 629, 639 toplamı 2 bin 150 sayfadan fazla tutan İnce Memed, tek başına o ödül için yeterlidir fikrimce.
Sanki o ödülü kazanan romancımız, Yaşar Kemal’den daha mı iyi?
*
İnsan iyi yazılmış bir eserden etkileniyor. İnce Memed’i okuyanlar arasında kim ona hak vermez? Annesiyle Hatçe’sinin öldürülmesi ve zulüm gören köylülerin yanında yer almasını, onların haklarını savunmasını kim desteklemez?
Ancak bugünle bağlantı kurarak dağa çıkanları İnce Memed ile karıştırmamak şartıyla…
*
Kısa bir alıntı daha yapalım.
“Köylüler ayaklanamazlar. Türk köylüsünde öyle bir kabiliyet yoktur” diye ona karşılık vermişti. “Ayaklanamaz. Onda öyle bir gelenek yok.”
Arkasında sağlam, büyük bir güç olmadan, Türk köylüsü böylesine ayaklanamazdı.
Bu cümleler bize 15 Temmuz gecesini hatırlatır mecburen.
Bizim milletin gelen kurşunlardan sakınmak için yere yatmayı bilmediğini, darbeye direnmeyi akledemeyeceğini, askerden ve silahtan korktuğunu söylüyordu bir terörist kafalı.
1960’ta darbe olmuş ve millet sesini çıkaramamıştı. Çok sevdiği hâlde başbakana sahip çıkamamış, asılmasına engel olmayı bırakın, tepki bile gösterememişti.
1980 Darbesi de aynı şekilde karşılanmıştı. Kimse “Ne oluyor?” demeye cesaret edememişti. Demeye çalışanlar ya içeri girdi, ya dışarı kaçtı. Orta yerde kimse kalmadı.
Ancak 28 Şubat döneminde bir kıpırdanma başladı.
15 Temmuz’da ise bir önder vardı. Halkına cep telefonundan seslenmesi yetmişti. O gece Recep Tayyip Erdoğan tam anlamıyla İnce Memed gibiydi. Halkı ezmek isteyenlerin (hatta tanklarla ezenlerin) karşısına dikilip haykırmıştı: “Beşerî anlamda, halkın iradesinin üstünde bir güç tanımıyorum.”
Burada bir tane parantez açalım ve köşeli olsun.
[Kemal Bey’e bakarsak, bakmakla kalmayıp söylediklerine de kulak verirsek, Zonguldak’ta kömürü bulan da İnce Memed’den başkası değil. Hak veresi geliyor insanın. Âşık Veysel’in dediği gibi, uzun olan incedir, ince olan uzundur. En azından öyle görünür.]
Dünya tarihinde ilk defa, askerlerin yapmaya niyetlendiği ve harekete geçtiği bir darbeyi halk çıplak elleriyle önlemişti. Milletin elinde silah yoktu. Sivil insanlar, genç yaşlı, kadın erkek, vücuduyla tanklara, uçaklara direndi. Göğsünü siper etti, hain akın durdu.
Burada cep telefonuna ve canlı yayının önemine dikkat çekmek gerekir. Bir de tabiî, darbeye teşebbüs edenlerin gecenin geç vaktini beklemeden harekete geçmek zorunda kalmasına…
Onu da sağlayan, erken saatte MİT’e gelen ihbar var ki şayet o olmasa, herkes uykuda yakalanacaktı. İşte o zaman darbecilerin ve ardından işgalcilerin hedeflerine ulaşması pek kolay olacaktı. Şükürler olsun ki her hesabın üstünde başka bir hesap var. Tuzak kuranların tuzaklarını başlarına yıkan var. Tuzakların en hayırlısını kuran var. Şükürler olsun.