15 Mayıs: Millî bürokrasi reformunun başlangıcı

15 Mayıs’tan tezi yok, yeni dönemin bürokratları, Cumhur İttifakı’na gönülden sadık, her an yeni bir 15 Temmuz yaşanacakmış gibi, bulunduğu makamı müdafaa ederek işgalcilere karşı mücadeleye hazır kişilerden oluşturulmak zorundadır. Ve net şekilde bu yapılanma, dikey değil, yatay plânda, en alt birimlere yayılarak, Türkiye’de tümüyle bir memuriyet reformu gerçekleştirerek yürütülmelidir.

“YOĞURT”, dünya dillerine Türkçeden geçmesiyle bilinen bir kelime. Tabiî kelimenin Türkçe olması, varlığının Türklere ait olmasından ileri geliyor. Yoğurt bize ait olunca, içinde yoğurdun bulunduğu birçok deyim, atasözü, tekerleme, hatta fıkramız da mevcut.

Her yiğidin yoğurt yiyişi farklıdır meselâ. Veya mayalanan gölün yoğurt tutmasını bekleriz. Yahut da yoğurdu nasıl saklayacağımızı danışırız birbirimize: “Bu yoğurdu sarımsaklasak da mı saklasak, sarımsaklamasak da mı saklasak?”

Bu tekerleme gibi soru, kararsızlık hâlini aktaran bir ifadeyi barındırır. Hakikaten de, yoğurt sarımsaklı mı saklanmalıdır, yoksa sarımsaklanmadan mı?

Türkiye’nin son 20 yılı, aslında bu sorunun her zemine yapılan çeşitli uyarlamalarıyla geçmiştir. Özellikle 2011 yılından sonra gerçekleştirilen her seçim ve referandum, ülke seçmenini “Bu en kritik seçim!” söylemiyle gerdi ve dolayısıyla yordu. Bu gerilim, “kutuplaşmanın artışı/yükselişi” şeklinde yorumlandı. Ancak konu kutuplaşmanın yükselişi değil, mağlûbun yenilgi tonlamasına ayak uyduran galibi peşinden koşturmasından kaynaklandı. Başlangıçta gündemi belirlemek adına mağlûp olan tarafın bu yaptığını stratejik bir hamle olarak görmek mümkündü. Ancak galibin bundaki ısrarı, hem mağlûba bakışı evrimleştirdi, hem de bir sığlık meydana getirdi.

Bu sığlığı şöyle anlatmak mümkün: Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, yıllardır Türkiye’de bir kentsel dönüşüm gerçekleştirmeyi hedefliyor ve bunu kamuoyuyla paylaşırken bir “yatay mimari” vurgusu yapıyor. Bu vurguya göre yatay yerleşim, hem fıtratla daha barışık, hem de muhtemel tehlikelere karşı daha tedbirli bir yapı modeli gösteriyor. Fakat Sayın Cumhurbaşkanı her ne söylerse söylesin, başta Sayın Cumhurbaşkanı’na yakın olan müteahhit firmalar söz konusu yatay mimariyi asla dikkate almaksızın Türkiye’yi çok katlı gökdelen plazaları hâline getirmekten imtina etmiyorlar.

Bu örnek, özellikle de karşımıza AK Parti iktidarları dönemindeki bürokrasi sorununu çözümlerken çıkıyor.

Bürokraside de dikey mimari

“Dikey mimari” kavramından maksat, yapının yüksekliğini anlatması. Bu anlamda AK Parti iktidarları döneminde, Sayın Cumhurbaşkanı’nın daha önce Başbakan iken yürüttüğü bürokrasi uygulamasının dışına çıkmayan bir görüntü söz konusu. Dememiz o ki, Sayın Erdoğan’ın yaptığı atamaların dışında bir kadrolaşma girişimi olmadı AK Partili hükümetlerin. Bu durumu çok basit örnekle ortaya koymak mümkün.

15 Temmuz işgalci darbe girişimini gerçekleştiren FETÖ, Ankara’daki Akıncı Hava Üssünde darbeyi yönetmek üzere konuşlanmıştı. O güne kadar FETÖ’nün Hava Kuvvetlerinde nasıl bir hâkimiyet kurduğu kamuoyunda neredeyse hiç bilinmiyordu. Bizim gibi bilenlerse, konuştuğu sözler nedeniyle nifakçı, fitneci ilân ediliyordu. Hava Kuvvetlerinde çok üst düzey rütbelere sahip isimlerin FETÖ’cü olması önemliydi. Peki, bu yüksek rütbelileri idare eden kimdi?

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ailesiyle birlikte tatilde bulunduğu Marmaris’teki oteli basmaya giden MAK timinde, sadece bir astsubay olan Zekeriya Kuzu isimli bir terörist vardı. Kuzu, FETÖ’nün Hava Kuvvetlerindeki organizasyonu sağlayan isimdi. Yani yüksek rütbeli subaylar, Devletlerinden emir alıp uygulamak yerine, kendilerinden aklen ve rütbe olarak küçük, sırf ideolojik olarak bağlı bulundukları yerin kendilerine baş diye gösterdiği isim olduğu için bu teröristin emirlerini dinliyor ve uyguluyorlardı.

Yani FETÖ’cü yapılanma, sadece üst düzey makamları zapt etmekle kalmamış, alt birimleri de doldurarak hâkimiyetini netleştirmişti. Zira ne kadar üste konuşlanırsanız konuşlanın, aşağıda sizin politikanızı uygulayacak birimler sizinle aynı düşünceye sahip olmazlarsa verim elde edemezsiniz. Bu yüzden AK Parti iktidarları döneminde de yukarı makamlara yapılan atamalar verimli olmamış, iktidar istikrarlı olsa da bürokrasi istikrarsız kalmıştır. Hatta AK Parti iktidarları, kadrosu iyi olmayan bir futbol takımını dünyaca ünlü bir teknik direktöre emanet edip de takım başarısız olunca teknik direktörün görevden alınması gibi, başarısız addettiği bürokratı oradan oraya yollamıştır.

Peki, başarılı bürokratlar? AK Parti iktidarları, başarılı bürokratları ise başarısız olunan alanlara da yönlendirmiş ve dolayısıyla başarılıları da oradan oraya sürüklemiştir. İçlerinden öne çıkanlar, derhâl daha üst makamlara getirilmiş, henüz elde edilen verim zirve yapmamış ve istikrara kavuşmamışken söz konusu bürokrat sözde taltif edilerek bulunduğu makamın tekrar başa sarmasına neden olunmuştur.


Millî bürokrasi için yatay yerleştirme

Bugün AK Parti iktidarları sürecinin son eşiğinde, hâlâ bürokrasinin CHP etkisinde olduğunu görmek mümkündür. Zira CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun “namuslu bürokratlar” diyerek seslendiği Devlet memurlarının kimler oldukları ve zihinlerinin hangi unsurlarla dolu olduğu, kimlere hizmet ettikleri ve bir de “Ben Devlet’in memuruyum, iktidarın değil” cakasıyla sözde Hükümet’e ama özde Devlet’e meydan okudukları tablolarla karşı karşıyayız.

20 yıllık iktidarı döneminde AK Parti’ye yöneltilen suçlamalardan, daha doğrusu iftiralardan biri, kamu kadrolarında AK Parti’ye oy vermeyenlerin görevlerinden uzaklaştırıldığı ve AK Parti’ye oy verip liyakat sahibi dahi olmayan kişilerin makam sahibi yapılmasıdır. Özellikle AK Parti mensupları, bu 20 yılda bunun asla böyle olmadığını doğrudan görmüş, hatta bundan şikâyetçi dahi olmuşlardır. Zira AK Parti teşkilatına mensup Erdoğan gönüllüleri, AK Parti iktidarları döneminde bazı makamlara getirilenlerin böylece isim sahibi olduklarını, vakt-i zamanı geldiğinde dâvâyı satarak kendi hesaplarına çalıştıklarını, hatta Devlet’e meydan okuyan tipler hâline geldiklerini, Erdoğan’ın bu tür tıynete sahip karakterlerden acilen kurtulması gerektiğini yıllardır dile getiriyorlar.

Türkiye’nin kadroculuk serüveni ise, deprem bölgesinde ancak Kılıçdaroğlu’na oy verirse kendisine yemek ve battaniye verileceği söylendiği için gözyaşlarıyla AFAD yetkililerine şikâyette bulunan kardeşimizin feryadıyla özetlenebilir. Zira o alçak zihniyet, yıllar yılı, liyakatsiz olmasına rağmen, sadece kendisine oy verenleri Devlet’in kurumlarına doldurmuştu. Türkiye o alçak zihniyetin akıl olduğu tüm süreçlerde kendisinden olanı millî olmakla niteleyen oluşumların paralel yapılanmalarıyla imtihan oldu. Örneğin Seyfi Oktay’ın Adalet Bakanı olduğu dönemi, Şehit Muhsin Yazıcıoğlu, “Onun adalet bakanı olduğu ülkede cezaevlerine tankla girilir” diyerek nitelemişti de onun bu cümlesi, tıpkı bir kehanet gibi gerçekleşmişti.

AK Parti’nin iktidar olduğu dönemde de kendisini millî olarak tanımlayan fakat milletimize ve AK Parti’ye tuzak kurarak plânlar yapan paralelci zihniyet, her alanda bürokrasiyi millî olmaktan çıkartarak, kamu makamlarını ideolojik temeldeki hedef noktalara dönüştürdü. Bu durumu, “Odamıza böcek yerleştirmişler” diyerek, devletin çıplak olduğunu göstermemek uğruna Sayın Erdoğan deşifre etti ve derin bir mücadele başlattı.

7 Şubat’tan Gezi Olaylarına, 17-25 Aralık’tan 15 Temmuz sonrasına sözde belge diye sızdırılan kamuya ait evrakları Türkiye düşmanlarına veren ellerin, AK Parti’ye kadar Devlet’in tüm kadrolarını dolduran ideolojik zihniyetin köleleri oldukları belli değil midir? Bunlar sözde memurdurlar. Ancak görünmektedir ki, Türkiye’ye değil, Türkiye’nin düşmanlarına memur olmuşlardır. Ne enteresandır ki, maaşlarını Türkiye’den alırlar. Burada şu ayrıca bilinmeli ki, kendi ideolojilerini Devlet’in tüm kurumlarına yapıştıran vampir paralel tüm yapılanmalar, Türk Devleti’nin hazinesini de böylece kendi servetleri gibi göstermişler, kendilerine mensup olanlar da bu devleti değil, mensup oldukları yapıyı devlet görmüşlerdir. Kazandıkları he kuruş haramdır!

15 Temmuz’a gelene kadar, özellikle AK Parti iktidarını ve milletimizi aldatarak birçok alanı dolduran alçakların nasıl konuşlandıklarına maalesef çokça şahit olduk. Zekeriya Kuzu örneğinden tutun da Zekeriya Öz gibi örneklere değin AK Parti iktidarları, bu imtihanı maalesef başarısızlıkla geçirmiştir. Ve 15 Temmuz göstermiştir ki, bürokrasimizdeki millî unsur ve tüm millî isimler, 15 Temmuz gecesi gösterdikleri refleksle başında bulundukları noktaları işgalci darbecilere vermezlerken, namussuzlarsa işgalcilere kapı açmışlardı.

14 Mayıs’a da, kendilerine emanet edilen kamu makamlarını bırakarak vekil olmak isteyen nice isimle gidiyoruz. AK Parti bunu yıllardır yaşıyor. AK Parti, kendisine atılan iftiralara rağmen yerleştirdiği makamları hizmetle doldurmak yerine başka türlü kullanan isimlerle vakit kaybetmektedir.

15 Mayıs’tan tezi yok, yeni dönemin bürokratları, Cumhur İttifakı’na gönülden sadık, her an yeni bir 15 Temmuz yaşanacakmış gibi, bulunduğu makamı müdafaa ederek işgalcilere karşı mücadeleye hazır kişilerden oluşturulmak zorundadır. Ve net şekilde bu yapılanma, dikey değil, yatay plânda, en alt birimlere yayılarak, Türkiye’de tümüyle bir memuriyet reformu gerçekleştirerek yürütülmelidir. Çünkü artık, bir parçayı çekince tüm binanın yıkılmasına zemin hazırlamakla vakit kaybedilemez. Parçaları birbirinden bağımsız kılmak ve başarısız bürokratı baskılayan, politika sahibi bürokratı ise hizmetinde destekleyen memuriyet sistemiyle yürümek şarttır.

AK Parti teşkilatına mensup Erdoğan gönüllüleri, AK Parti iktidarları döneminde bazı makamlara getirilenlerin böylece isim sahibi olduklarını, vakt-i zamanı geldiğinde dâvâyı satarak kendi hesaplarına çalıştıklarını, hatta Devlet’e meydan okuyan tipler hâline geldiklerini, Erdoğan’ın bu tür tıynete sahip karakterlerden acilen kurtulması gerektiğini yıllardır dile getiriyorlar.

Bir hatırlatma

Sayın Erdoğan’ı bir beş yıl daha yalnızlıkla anmak istemiyorsak, evvelâ Sayın Erdoğan bu dosyayı dikkate almalıdır. Yıllar önce, tarihî 7 Haziran Seçimleri ile 1 Kasım Seçimlerini değerlendirirken yaptığımız bir yorumu burada hatırlatmak istiyorum:

“2 Kasım günü bazı manşetlerle karşılaştık. Şöyle diyorlardı ortak şekilde: ‘Korku kazandı!’ Onların söylediklerine göre beyaz renkli Toros model arabalarla, terörle, kaosla korkutulan halk, bu korku ve kaos içinde kimvurduya gitmekten korkarak oy vermiş. Beyaz Torosları sahaya sürüp sokak sokak vatandaş fişleyen zihniyetin, teröristlerle kardeş olup teröre saha ayarlayan güruhun ve kaos üzerine inşa ettiği farklılıklardan çatışmalar çıkaracağından emin olduğu kimselerin yeniden bu memlekete kan kusturacağından ‘korkan’ halk, evet, bu korkuyla birlikte kendisine temizlik ve huzurdan başka bir şey sunmamış Erdoğan'ın davasına sıkı sıkıya sarıldı.

Oy vermeye gittiğim sandığın başında bir şey dikkatimi çekti. Sandık görevlisi bir memur beni şöyle uyardı: ‘Zarfı yapıştırma, kapağını içine sok, yeter!’ 7 Haziran'da açılan sandıklardan çıkan yaklaşık 2 milyon geçersiz oyun yüzde 65'inin AK Parti aleyhine sonuç verdiğini biliyor muydunuz? Bu nasıl mı ortaya çıktı? Yapıştırılan her bir zarf, yönetmeliğe göre geçersiz bir oydur. Bu, seçim işleriyle ilgilenenler tarafından bilinen bir durumdur. 7 Haziran günü kapağı yapıştırılmış milyonlarca oy vardı. Yırtılarak içlerine bakıldığında, bu zarflardan yüzde 65'inin pusulasında AK Parti'ye mühür vurulduğu görülüyordu.

Oyumu sandığa attığım sırada beni uyaran görevliye konuya dair teşekkür edip herkese söyleyip söylemediğini sordum, ‘Söylüyorum’ dedi. O görevli, vatandaşın hangi partiye oy vereceğini elbette bilemezdi, ancak bu uyarıyla her birine iyilik etmişti. Tabiî işin esprisi, en çok da yüzde 49,5'lik AK Parti'ye... Parti üyelerinin oy istedikleri vatandaşlara öğretmeleri gereken en önemli husus da bu zaten. Yani oy verme işlemine ilişkin teknik bilgiler... Özellikle de verilen reyin geçersiz olmaması için nelere dikkat edilmesi gerektiği...

(…)

Erdoğan’sız bir Türkiye isteyenlere karşı bu milletin geleceğine dair beklentilerini ille de Erdoğan’la hayâl etmesinin 1 Kasım sonucundaki payı çok çok büyük. Bu duruma dair bir betimleme paylaşmak isterim.

Kızılay’daki Yüksel Caddesi’nden Bayındır Sokak’a doğru yürüdüğüm bir sırada gözüme ilişti; yaşlı bir amcanın ardında sırayla cep telefonu ile ilgilenen bir kız, kız arkadaşı ile sohbet ederek yürüyen bir adam ve düşünceli biçimde ilerleyen bir öğrenci vardı. Yaşlı amca, yorgunluğu her halinden belli bir şekilde yavaş yavaş hareket ediyordu. Ardındaki dört kişi ise, sanki amcayı takip ediyor vaziyetteydi. Sanki aynı yere bir grup halinde gidiyor gibiydiler.

Bu manzarayı gördüğüm anda, aklıma şu geldi: Sokağın adı Erdemliler Hareketi ve bu yolun takip edicisi Recep Tayyip Erdoğan... Uzun Adam yorgun argın ve de tek başına yürüyor. Aynı sokakta başkaları da var ama herkes kendi işinde gücünde. Uzun Adam bu yorgunlukla o kadar yavaş ve diğerleri o kadar kendileriyle meşguller ki, görüntüye göre herkes Uzun Adam'ın arkasında ama gerçek öyle değil...  

Sonra o yaşlı amca, sokaktaki birinden bir adres soruyor. Danıştığı kişi ise amcayı gideceği yere kadar götürüyor… Evet, yedi düvel üzerine çullanmaya yeltenmişken, üşenmeden, sıkılmadan, darılmadan, ‘Bana ne derler?’ demeden milletine danışan Uzun Adam’ı, arkasında yürüyormuş gibi görünenler değil, varmak istediği hedefi anlattığı millet bütün içtenlik, samimiyet ve kardeşlik duygularıyla alıp götürüyor zirveye, Yeni Türkiye’ye, 2023’e…”

Son söz

Milletvekili aday listelerinden çıkardığımız, yine yalnızlık derleneceği yönünde. Biliyoruz, Sayın Erdoğan’ın da her yiğit gibi yoğurt yiyişi farklı. Fakat hâlihazırda görünen, gelecekte tabakta kalacak artık yoğurdun nasıl saklanacağını merak ettiriyor. Ancak bu listeleri görmezden getirtecek, hiç konuşturtmayacak olan plân, millî bürokrasi yapılanmasıdır. Bunun içinse reform şarttır. Daha önce hazırladığımız ve yayınladığımız “Güçlendirilmiş Cumhurbaşkanlığı Sistemi” başlıklı dosyamızın bu anlamda AK Parti Seçim Beyannamesi’ne “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ndeki eksiklikleri gidermek” şeklinde girdiğini gördük. Dileriz uygulama, bu söylemi boşa çıkarmaz.

14 Mayıs gecesi sevincimiz Allah için olsun inşallah!