15 Mart’tan bakınca görünen İslâm düşmanlığı

Esasen İslâmofobi kavramının oluşumuna zemin olan tüm olaylar, olayların sebebi olarak gösterilen eylemler ve eylemleri gerçekleştirenler tek tek analiz edildiğinde, onları İslâm ve Müslüman kimliği ile bütünleştirmenin dahi zorlama olduğu görülmektedir.

ÖNCELİKLE Yeni Zelanda’nın Christchurch kentinde 15 Mart 2019 tarihinde meydana gelen terör saldırısının dördüncü yıldönümü nedeniyle, saldırıda hayatını kaybeden ve aralarında 1 Türk vatandaşının da bulunduğu 51 kişiyi saygı ve rahmetle anıyoruz.

Türkiye ve Pakistan’ın İslâm İşbirliği Teşkilatı (İİT) adına sunduğu tasarı, BM Genel Kurulunda 2022 yılında kabul edildi. Kararla 15 Mart, BM Genel Kurulu tarafından “Uluslararası İslâmofobi ile Mücadele Günü” ilân edildi. Kararda, insan haklarına ve farklı din ve inançlara saygıya dayalı, hoşgörü ve barış kültürü ile küresel diyaloğu teşvik eden uluslararası çabaların güçlendirilmesi çağrısı yapıldı. Kararda ayrıca dinî inançları nedeniyle kişilere ve tüm ibadet yerlerine yönelik her türlü şiddet olayı güçlü bir şekilde kınandı.

İslâm âlemi ile Hıristiyan dünyası arasında İslâm’ın doğuşundan beri farklı zamanlarda farklı boyutlarda ortaya çıkan çatışma ve çekişmeler olmuştur. Bu anlaşmazlıkların en son şekli Batı’nın İslâm dünyasına karşı tutumunu belirleyen “İslâmofobi”dir.

İslâmofobi, “sulh, barış” anlamına gelen “İslâm” kelimesine Yunanca “korku, ürkme” anlamına gelen “phobos” veya “phobia” kelimesinin eklenmesi ile elde edilmiş yanlış bir tanımlamadır. Psikiyatride irrasyonel korku muhtevalı zihnî rahatsızlıkları izah etmek için kullanılan “-phobia” ekinin İslâm kelimesine eklenmesi ile elde edilen bu kavramı İslâm ve Müslümanlara karşı duyulan irrasyonel korku biçiminde tanımlayanlar varsa da bu tanım, bugün kavrama yüklenen mânâyı bütünüyle ihtiva etmemektedir.

Bize yol gösteren bazı ayet-i kerimeler

“Kim bir kimseyi öldürürse bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir canı kurtarırsa bütün insanların hayatını kurtarmış gibi olur.” (Maide, 32)

“Allah sizi, Din hakkında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik etmekten, onlara adaletli davranmaktan menetmez. Allah, adaleti ayakta tutanları sever. Allah sizi, ancak Din hakkında sizinle savaşan, sizi yurtlarınızdan çıkaran, çıkarılmanıza yardım eden kimselerle dost olmaktan yasaklar.” (Mümtehine, 8-9)

“Allah, Kitap’ta size şunu da indirmiştir: Allah’ın ayetlerinin inkâr edildiğini, bu ayetlerle alay edildiğini işittiğinizde, bir başka lakırdıya dalıp gittikleri zamana kadar o münafıkların yanında oturmayın.” (Nisa, 140)

“Ve yemin olsun ki, sizden önce kendilerine kitap verilenlerden de, şirke batanlardan da incitici çok şey işiteceksiniz. Sabreder, takvaya sarılırsanız, işte bu, iş ve oluşların en zorlularındandır.” (Âl-i İmran, 186)

Yukarıdaki ayet-i kerimelerden açıkça anlaşıldığına göre, bir inkârcı çıkışa karşılık nasıl mücadele edileceği gösterilmektedir. Her olumsuz gelişmeye karşı silaha sarılmak İslâm’ın emri değildir.

Bize yol gösteren önemli kavramlarımız

“El-Mü’min”, Allah’ın isimlerinden biridir; “güven veren, emin kılan, koruyan” anlamındadır. “El-Emin”, Rasulullah’ın sıfatlarının en başta gelenidir ve Kendisi, henüz kutsal vazife ile görevlendirilmeden önce bile insanların “Muhammedü’l-Emin” diye çağırdığı ve nitelediği insandır. Peygamberlik görevi verildikten sonra ise Zâtı ile mücadele içerisinde olup her türlü düşmanlığı yapmaktan geri kalmazken bile düşmanları olan müşrikler onun “emin olma” vasfına hiçbir şekilde olumsuz söz söyleyememişlerdir. Söz söylemek şöyle dursun, her şeylerini emanet etmekte de, aralarında hakem olarak belirlemekte de 63 yıllık ömrü boyunca tereddüt göstermemişlerdir. Buradan bize düşen “dersi” unutmamalıyız.

“Mü’min” ise, Müslüman olduğunu ikrar eden kişinin en temel vasfıdır ve “güven” anlamının kökü ile anlamdaştır. Yani el-mü’mine ve El-Emin’e güvenip teslim olmuş, onlara güvendiği gibi kendisi de güven veren olmuştur. Bu üçleme ele alındığında, “güven” kavramının İslâm ile özdeşleşmiş, İslâm ile bütünleşmiş olduğu, “Güven olmazsa İslâm olmaz, İslâm olmazsa güven olmaz” gibi bir aşamaya gelindiği rahatlıkla görülmektedir. Bize düşen de bu vasıfları üzerimizde taşımak olacaktır.

Ebu’l Ala el-Mevdudi’nin gençlere tavsiyeleri

“Gençler! Bugün İslâm çok hızlı yayılıyor. İslâm sadece Müslümanların değil, bütün dünyanın umudu olmaya başladı. Sizden rica ediyorum, ne olursa olsun, ‘Dâvânın yayılışı hızlandırmalı’ gibi emellere kapılmayın. Bırakın, su, doğal olarak kendi akışında seyretsin.

Eğer bunu hızlandırmak için şiddete ve silaha sarılarsanız Yüce Allah size verdiği nimetleri geri alacaktır. Sakın ha sakın, istihbaratların sol ve sağ görüşlere oynadığı oyunun kurbanı olmayın!

Ne tür işkenceye maruz kalırsanız kalın, şiddete asla başvurmayın. Siz diriltmek için varsınız, öldürmek için değil. Fertler veya cemaatler cihad ilân edemezler, cihadı ancak Müslüman devlet ilân edebilir.

Sakın gizli teşkilatçılıklara da başvurmayın. Bizim gayemiz rıza-i İlâhîdir. Sadece Allah’a kul olun. Başkalarının kölesi olmayın. Acele etmeyin. Yüce Allah nurunu gelecekte de tamamlayacaktır. Gelecek İslâm’ın olacaktır. Ama aceleci davranır, silaha başvurursanız, biliniz ki bu nimet sizlerden alınacaktır.”

Ebu’l Ala el-Mevdudi’nin sözlerinden de Müslümanca tavrın ne olması gerektiği rahatlıkla anlaşılmaktadır.

Saldırgan, katliam öncesi kendi sosyal medya hesabı üzerinden 73 sayfalık bir manifesto yayınlamıştır. Bu manifestoda özetle, Beyaz ırka mensup olmayanların yani Avrupalı olmayan Müslümanların kendi topraklarından uzak durması gerektiğini, bu saldırıyı Beyaz ırkın ve Avrupa halkının varlığını sürdürme dâvâsı olarak ifade etmektedir.

15 Mart’ta ne olmuştu?

Yeni Zelanda’nın Christchurch kentindeki Noor ve Linwood Camilerine, 15 Mart 2019 günü terörist Brenton Tarrant tarafından Cuma namazında otomatik silahlarla saldırı düzenlenmişti. Sosyal medyadan canlı olarak yayımlanan saldırıda terörist Tarrant, 51 kişinin öldüğü ve 49 kişinin yaralandığı saldırı nedeniyle Ağustos 2020’de ömür boyu hapis cezasına çarptırılmıştı. Fakat ona hiçbir medya mecrasında “Hıristiyan terörist” denilmedi.

Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’nda İslâm düşmanlığına vurgu yaparak 15 Mart’ın BM tarafından “İslâm Düşmanlığına Karşı Uluslararası Dayanışma Günü” olarak ilân edilmesi çağrısında bulunmuştu. Ayrıca başta belirttiğimiz gibi İİT, 15 Mart 2019’daki söz konusu terör saldırısının yıldönümünde yazılı bir açıklamayla “dinî nefret, düşmanlık ve şiddet eylemlerinin izlenmesi ve rapor edilmesi” için bir gözlemevi kurulması amacıyla BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği ve Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiserliğine çağrıda bulunurken, BM ve diğer uluslararası örgütlerden 15 Mart’ın “İslâm Düşmanlığına Karşı Uluslararası Dayanışma Günü” olarak kabul edilmesini istedi. Nihayet 3 yıl aradan sonra, 15 Mart 2022 günü BM Genel Kurulu bu kararı verebildi.

Saldırgan, katliam öncesi kendi sosyal medya hesabı üzerinden 73 sayfalık bir manifesto yayınlamıştır. Bu manifestoda özetle, Beyaz ırka mensup olmayanların yani Avrupalı olmayan Müslümanların kendi topraklarından uzak durması gerektiğini, bu saldırıyı Beyaz ırkın ve Avrupa halkının varlığını sürdürme dâvâsı olarak ifade etmektedir. Manifestonun bir kısmında Türklere de tehditler içeren saldırganın aynı zamanda bir Türk düşmanı olduğu da anlaşılmaktadır. Ayasofya’nın minarelerinden kurtulacağına ve İstanbul’un yeniden Konstantinopolis olacağına kadar, Türkiye Cumhuriyeti Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’a varan nefret içerikli mesajları mevcuttur.

Terörist Tarrant’ın “Büyük Değişim” adını verdiği manifestodaki “Erdoğan, halkımızın en eski düşmanlarından birinin lideri ve Avrupa’daki en büyük İslâmî grubun başkanıdır” ifadesi, doğrudan bir halk ve bir dine karşı duyulan nefret söyleminin yanı sıra düşmanlığı dışa vurmaktadır. Saldırganın kullandığı bütün argümanlar göstermektedir ki bu terör saldırısı, sistemli, programlı ve organize bir İslâm karşıtlığı eylemidir.

Manifestoda saldırıyı neden yaptığını açıklayan terörist, “İslâm’ın kölelerinin Avrupa’dan kopardığı toprakları geri almak” gibi bir sloganı kullanmaktadır. Avusturalyalı saldırgan, uzun süredir plânladığı anlaşılan bu katliam için Yeni Zelanda’yı seçme nedenini ise saldırının daha çok ses getirmesi olarak ifade ediyor. Çünkü suç oranı düşük olan Yeni Zelanda, bu terör eylemiyle 1 günde, 1 yılda verdiğinden daha fazla kişiyi cinayete kurban vermiş oldu. Böylece Christchurc’ta yapılan bu terör saldırısı ile Yeni Zelanda’nın “Müslümanlar” için “kişi güvenliği” bakımından tartışmalı hâle gelmesi plânlanmıştır.

Terörist Tarrant’ın “Büyük Değişim” adını verdiği manifestodaki “Erdoğan, halkımızın en eski düşmanlarından birinin lideri ve Avrupa’daki en büyük İslâmî grubun başkanıdır” ifadesi, doğrudan bir halk ve bir dine karşı duyulan nefret söyleminin yanı sıra düşmanlığı dışa vurmaktadır.

İslâmofobiden ne anlamak gerekir?

İslâmofobi iki ayrı kavramdan oluşmaktadır: İslâm ve fobi… İslâm, “barış” anlamına gelen “silm” kökünden türetilmiş bir kelime olmakla birlikte, kavram olarak 610 yılında Hazreti Muhammed’e gönderilmiş dinin adıdır. Aslında Hazreti Âdem’den Hazreti Muhammed’e (sav) kadar bütün peygamberlere gönderilmiş dinlerin ortak adı olarak da ifade edilebilir.

“Fobi” (phobia) kelimesinin ise köken itibariyle Grekçe bir kelime olup, Yunan mitolojisinde “dehşet tanrısı” olan Phobos’tan geldiği bilinmektedir. Şu hâlde İslâmofobi kelime olarak “İslâm korkusu” anlamına gelmektedir. Ancak kavram olarak ise, en genel anlamda Batı dünyasında görülen, İslâm ve Müslümanlara karşı duyulan inatçı, “irrasyonel” yani akıl dışı fobi yani korku olarak tanımlanabilir. Tüm Müslümanları “şeytan ve terörist” görme eğilimidir bu.

İslâmofobi, artık, İslâm korkusuna dayalı Müslüman karşıtlığını, ayrımcılığını ve düşmanlığını ifade eden bir kavrama dönüşmüştür. Şu hâlde bu meselenin adının doğru konulması gerekmektedir. İslâmofobi olgusunu daha doğru olarak tanımlamak için “İslâm korkusu” yerine “anti-İslâmizm” yani “İslâm karşıtlığı” veya daha açık olarak ise “İslâm düşmanlığı” demek gerekmektedir.

İslâmofobinin sözlük anlamı, “İslâm’a karşı önyargılı olmak veya bu dine karşı gösterilen politik hoşgörüsüzlük” olarak tanımlanabilir. İslâmofobi, İslâmî değerlerin Batı değerleriyle karşılaştırıldığında ortaya çıkabilecek olası farklılıklardan korunma güdüsü olarak da değerlendirilebilir. İnternet ansiklopedisi Vikipedi’ye göre İslâmofobi, kelime anlamı olarak “İslâm korkusu” demektir. Müslümanlara ve İslâm dinine karşı sürdürülegelen önyargı, nefret ve ayrımcılıktan kaynaklanmaktadır.

En basit ifadesiyle, “İslâm dinine ve Müslümanlara karşı duyulan güvensizlik, korku ve dışlamayı” ifade etmek için kullanılan İslâmofobi kavramı, 11 Eylül sürecinden sonra malûm medyanın etkisiyle küresel çapta hızlı bir dolaşıma girmiş, böylece Batı, kendine yönelik tüm eylemleri “terör” ve terörü de İslâm ile eş tutmaya başlamıştır. Avrupa Birliği Temel Haklar Ajansı, İslâmofobiyi, “İslâm dünyasına mensup olan bireylerin maruz kaldıkları ayrımcılığa verilen genel isim” olarak tanımlamıştır. Irkçılıkla Mücadele ve Fırsat Eşitliği Merkezi’nin (CECLR) 2002’de yaptığı çalışma ise İslâmofobi’yi “İslâm’ı tehlikeli bir öze indirgeyerek kin duymak” olarak tanımlamıştır. Avrupa Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığını İzleme Merkezi’nin (EUMC) 2015 yılında yayınladığı “İslâmofobi Raporu” da İslâmofobiyi “Müslüman karşıtı ırkçılık” olarak tanımlamıştır.

Ortalama bir Avrupalının gözünde İslâm, özünde şiddete dayalı, kılıç yoluyla yayılmış, irrasyonel yani akıldışı, dünyevî ve şehevî arzuları kamçılayan ve ötekini asimile ve son tahlilde yok eden bir dindir. Kendisini tarihin merkezinde, içinde bulunduğu uygarlığı ise insanlığın en ileri aşaması olarak gören Avrupa ve Amerika’nın Müslümanlara, Çinlilere veya Afrikalılara “medenileşmeye” muhtaç, dolayısıyla sömürülmeyi hak eden ilkel toplumlar olarak bakması, Oryantalizmin de ortaya çıkış sebepleri arasındadır.

İslâmofobi kavramının kullanımı

İslâmofobi ilk olarak Fransızca “İslâmofobi” diye 1910 yılında, “Fransa’nın Orta Afrika Müslümanları Politikası” adlı kitapta kullanılmıştır. Yine 1920’li yıllarda yayınlanan bazı eserlerde Arap ve İslâm korkusundan bahsedilirken İslâmofobi kavramının kullanıldığı da bilinmektedir. Bu terimin yazılı kaynaklarda diğer kullanımı, 1985 yılında Edward Said tarafından gerçekleştirilmiştir. Edward Said, bu kullanımda İslâmofobinin de anti-Semitizm gibi Batı toplumlarında yaygın olduğunu dile getirmiştir. 1989 yılında Müslüman bir gazeteci tarafından kitap tanıtımında kullanılmış, ayrıca terimin bir diğer kullanımı da 1991 yılında Sovyetler Birliği’nin Müslümanlara karşı Afganistan’da sergilemiş olduğu düşmanca tavırlar ve yok sayıcı nefret politikalarını tanımlamak için Amerikan medyasında yapılmıştır. İslâmofobi kavramı, günümüzdeki anlamıyla ilk olarak 1992 yılında Oryantalist Etinne Dinet tarafından kullanılmış, daha sonra ise 1997’de İngiltere Hükümeti’nin Runnymede Trust’a hazırlattığı raporda yer almıştır.

Ünlü Fransız yazar Voltaire (1694-1778), meşhur “Fanatizm veya Muhammed Peygamber” adlı oyununda İslâm ve onun Peygamberi Hazreti Muhammed’i (sav) sürekli olumsuz bir şekilde resmetmeyi kendine vazife bilmiş, İtalyan yazar Dante ise “İlâhi Komedya” adlı eserinde Hazreti Muhammed ile Hazreti Ali’yi cehennemde bölücü ve bozguncuların konulduğu sekizinci kata yerleştirmiş, dolayısıyla Müslümanları cehennem ehli olarak betimlemiştir.

1989 yılında Berlin Duvarı’nın yıkılmasından sonra biten Soğuk Savaş’ın ardından Batı, kendisine yeni bir düşman aramaya koyuldu. NATO mahfillerinde İslâm dünyası ve İslâm dini, eski düşman olan komünizmin yerine ikâme edilen korkutucu bir hedef olarak tanımlanmıştır.


Batı’nın İslâm’ı yanlış anlama nedenleri

Hıristiyanlara göre Hazreti İsa’nın gelişi ile ilâhî vahiy süreci tamamlanmıştır. Bu durumda yeni bir peygamber (Hazreti Muhammed) ve yeni bir dinin (İslâm) gelmesi akla, mantığa ve tarihî sürece terstir, böyle bir şey düşünülemez. Hıristiyan teologlara göre İslâm, şeytanın bir oyunu ve oyuncağıdır; kendisi de, peygamberi de sahtedir. Tanrı bu şeytan yoluyla Hıristiyanları denemektedir ve bu sapık dine inanan isyankârları cezalandıracaktır.

İslâm, Hıristiyanlıktan çıkartılmış bir uydurma mezheptir bu zümreye göre. Bu mezhebin amacı, Hıristiyanlık dünyasını çökertmek ve insanlığı saptırmaktır. İslâm’ın şeytanî karakteri, özellikle cinsel ahlâk anlayışında yatmaktadır. Çok kadınla evliliğe müsaade edilmesi ve hazza dayalı cinsel ilişkilerin mubah kabul edilmesi bunun en açık kanıtlarından biridir.

Eski Hıristiyan teolojide İslâm’a yüklenen bir başka marazî bakış, şiddet ögesidir. Buna göre Hıristiyanlık sevgi ve şefkat dini, İslâm ise şiddet ve kılıç dinidir. Bütün bu korkunç iddialar gerçek dışı, düşmanca ve İslâmofobiktir.

İslâmofobiyi körükleyen başat unsurlar

1-Kilise ve misyonerleri: Bu konudaki ilk fitne tohumu Kilise’ye yani Papalığa aittir. Hıristiyanların İslâm’a galip gelmesi ve Müslümanlığa meyletmesinden korkup bu gidişatı önlemek için her çirkin teklifi uyguluyorlar.

2-Müsteşrikler: Batılı akademisyenler, İslâm’ı ve Doğu kültürünü araştırıyor, “Hızla yayılan İslâm dinini nasıl durdururuz?” sorusunun cevabını İslâm’ı kötülemek ve halkın gözünde mahkûm etmek senaryosunu yazıyorlar. Vatikan ve istihbarat örgütleri de olası önlemleri uyguluyorlar.

3-İstihbarat teşkilatları: Malûm terör örgütlerinin kurulması, üyelerin yetiştirilmesi, silahlanması ve eğitilmesinin onların işi olduğunu zaman zaman bizzat itiraf ediyorlar. Batılı devletler buna büyük bütçeler ayırıyor ve tabiî ki karşılığını alıyorlar. (DAEŞ, El-Kaide, Eş-Şebab, 11 Eylül Olayı gibi…)

4-Akademisyen ve yazarlar: Bernard Lewis’in bir yazısında “2050 yılında Avrupa’da Müslüman nüfusun yerli ve Hıristiyan nüfustan fazla olacağına” ilişkin iddiası gibi…

5- Medya: Geleneksel medya, görsel, işitsel ve sosyal medya, Avrupa’da Müslümanlara yönelik olumsuz önyargıların ve kalıp yargıların oluşmasında ciddî derecede etkili. (Kafa kesen DAEŞ videoları gibi...)

6-Partiler ve politikacılar: Batı’da popülizm ve aşırı Sağ’ın yükselişi her platformda görülüyor. Bugün Avusturya, Hollanda, Danimarka, Almanya ve Fransa’da aşırı Sağ ve ırkçı partiler oylarını yükseltiyor, hatta iktidar ortağı olabiliyorlar.

Sosyal medyadan canlı olarak yayımlanan saldırıda terörist Tarrant, 51 kişinin öldüğü ve 49 kişinin yaralandığı saldırı nedeniyle Ağustos 2020’de ömür boyu hapis cezasına çarptırılmıştı. Fakat ona hiçbir medya mecrasında “Hıristiyan terörist” denilmedi. 

İslâmofobinin tarihî kökenleri

Hıristiyan teolojiye göre Müslümanlar, İsa Mesih’in ulûhiyetine ve haçta ölen kurtarıcı tanrı oluşuna inanmamaları, Hıristiyan kutsal metin külliyatının tahrif edildiğini iddia etmeleri, gerçek din olan Hıristiyanlığın yerini almak isteyen sahte ve bâtıl bir geleneği izledikleri gibi karşıt görüşlere sahiptirler. Kilise’ye göre, İslâm’ın Peygamberi Hazreti Muhammed (sav), kendi inancını oluştururken Yahudi ve Hıristiyan geleneğinden ciddî biçimde etkilenmiştir ama getirdiği mesaj (Kur’ân), Kitab-ı Mukaddes’le, özellikle de Yeni Ahit’le ihtilaf ve çelişki içinde olduğundan ilâhî kaynaklı olamaz. Bu geleneksel teolojik görüşün oluşmasında ilk dönem polemik literatürün büyük etkisi bulunmaktadır.

Vaizler İslâm’ı çoğu kez “putperestlik”, “kılıç dini”, “şeytanın işi” veya “heretik (sapık) bir Hıristiyan mezhebi” olarak düşünürken, Kur’ân’ı “saçma ve anlamsız”, Hazreti Peygamber’i ise çoğu kez “Ariusçu” (yani Hazreti İsa’nın tanrılığını kabul etmeyen akım), bazen de Yeni Ahit’te bahsedilen “Deccal”, “sahte Mesih” veya İncil’le tesadüf eseri olarak karşılaşan “sahte ve yalancı bir peygamber” görüyorlar. Bütün bu inanış kalıpları Hristiyanları Müslümanlara düşman etmiştir. Bu tarihî düşmanlık bugün de devam etmektedir.

Ayrıca, İspanya’da uzun yıllar hüküm süren Endülüs Emevî Devleti’nin varlığı, kutsal toprakları Müslümanların elinden kurtarmak üzere düzenlenen 8 Haçlı seferine katılanların cennete gideceklerine inandırılması, 1453’te Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethederek Doğu Roma İmparatorluğu’na son vermesi ve ilki 1529, ikincisi 1683’te olmak üzere Viyana’nın Müslüman ordularla kuşatılması bu korkuyu daha da arttırmıştır. Bunun yanında, 1960 Ekonomik Krizi’nden sonra Müslüman ülkelerden Batı’ya işçi göçünün hızla artması, 4 Kasım 1979 yılında gerçekleşen İran İslâm Devrimi ve sonrasında yaşanan olaylar ile 11 Eylül 2001’de 19 kişilik El-Kaideci 4 uçak saldırısıyla 2 bin 996 kişinin ölmesi ve 300 kadar itfaiye eri ile 6 bin kişinin de yaralanmış olması bu korkuyu tetiklemiş ve tüm dünyada Müslümanlara karşı nefret zirve yapmış, İslâmofobik düşmanlıklar ayyuka çıkmıştır.

İslâm’ın Avrupa’yla ilk teması, Rasulullah’ın (sav) Bizans imparatoruna göndermiş olduğu İslâm’a davet mektubu ile başlamıştır. Bu dönemde tam bir etkileşim yaşanmamıştır. İslâm ile Avrupa, tam olarak Tarık Bin Ziyad’ın Cebel kayalığından Endülüs’e yani bugünkü İspanya’ya girmesiyle tanışmıştır.

İslâmofobi Batı dünyasının kendi İslâm algılamasının bir sonucudur. Bu algılamanın oluşturulmasında birtakım siyâsî, askerî, ekonomik ve tarihî nedenler vardır. Batı medeniyeti İslâm’ı ve Müslümanları terör ve şiddet ile özdeştirmekten ve terör örgütleri ile ılımlı Müslümanlar arasında ayrım yapmaktan vazgeçmediği sürece İslâmofobi ile başa çıkmada başarılı olamayacaktır.

İslâmofobiyi tetikleyen son dönem kara tablo

11 Eylül Olayı; 11 Eylül 2001’de, ABD’nin New York şehrindeki İkiz Kulelere (Dünya Ticaret Merkezi) El-Kaide’nin üstlendiği söylenen, Amerika Birleşik Devletleri’ne karşı düzenlenen dört koordineli bir terör tezgâhı olayıdır. Olayda 2 bin 974 sivil ölmüş, 24 kişi de kaybolmuştur. 

11 Mart 2004 tarihinde İspanya’nın başkenti Madrid’de banliyö tren ağına karşı gerçekleştirilen saldırıları da El-Kaide üstlenmişti. Saldırılar sonucunda 192 kişi öldü, 2 bin 50 kişi yaralandı. Saldırılar Atocha, El Pozo del Tío Raimundo, Santa Eugenia ve Calle Téllez istasyonlarında gerçekleşmişti. Saldırı esnasında “Allah-u Ekber” sesleri duyulmuştu.

2 Kasım 2004 günü Hollanda’da İslâm’ı karalamak için yapılan “İtaat” (Submission) isimli bir kısa filmin gösteriminden sonra, filmin yönetmeni Theo Van Gogh’un Faslı bir Müslüman genç tarafından sokak ortasında hunharca öldürülmesi, Batılılara yeni bir fırsat vermişti.

7 Temmuz 2005 günü Londra Metrosuna yapılan ve 52 kişinin ölümü ve 784’ünün de yaralanmasıyla sonuçlanan, El-Kaide’nin üstlendiği söylenen bombalı baskın tezgâhı da unutulmamalıdır.

21 Eylül 2013 günü Kenya’daki bir AVM’de, Eş-Şebab’lı silahlı ve maskeli militanlar 39 kişiyi öldürmüş, 153 kişiyi yaralamıştı. Saldırıdan önce “Müslümanlar dışarı çıksın” diye bağırmışlardı.

7 Ocak 2015 günü Fransa’da yaşanan karikatür skandalı ve Charlie Hebdo adlı dergine düzenlenen baskın tezgâhında da 11 kişi hayatını kaybetmiş, 11 kişi yaralanmıştı. Saldırıyı yine malûm El-Kaide üstlenmişti.

22 Mayıs 2017 günü Manchester Arena’da yaşanan ve DAEŞ’in üstlendiği patlamada 23 ölü, 59 yaralı vardı. Böylece Müslümanlara karşı var olan korku daha da perçinlenmiş oldu.

Esasen İslâmofobi kavramının oluşumuna zemin olan tüm olaylar, olayların sebebi olarak gösterilen eylemler ve eylemleri gerçekleştirenler tek tek analiz edildiğinde, onları İslâm ve Müslüman kimliği ile bütünleştirmenin dahi zorlama olduğu görülmektedir.

Bu olaylar neden ve nasıl oluyor?

Batı’nın İslâmofobi zihniyetini sadece birkaç şiddet olayına indirgeyerek, Müslümanların başta fikrî ve sanatsal etkinlikler olmak üzere her türlü eleştiriye tahammülsüzlüğü gibi algılamak ve değerlendirmek, eksik ve yanlış bir değerlendirme olacaktır. Zira Batı, başta inanç özgürlüğü olmak üzere temel insan hakları konusunda oldukça duyarlı olmasına karşın, söz konusu İslâm ve Müslümanlar olduğu zaman tüm değerlerini bir kenara bırakabilmekte veya tutum ve davranışlarını meşrulaştıracak ortamı hazırlamaktadır.

Bu tür olayların basit bir senaryosu bulunmaktadır: Önce İslâm’a karşı veya Müslümanların duyarlı olduğu bir konuda aşağılayıcı bir yayın yapılmakta, daha sonra da Müslümanların gösterdiği tepkileri gerekçe gösteren Batılı saldırganlar kendi tezlerini “kanıtlamış” olmaktadırlar. Son çeyrek yüzyılda Avrupa ülkelerinden bazılarında yaşanan, Müslümanları saldırgan olarak gösteren olaylara kabaca bakıldığında dahi bu basit senaryonun hayata geçirildiğini takip etmek hiç zor olmayacaktır.

İslâmofobinin doğurduğu neticeler

Yeniden İslâmofobi ve Irkçılık Forumu (Forum Again Islamophobia and Racism, FAIR) isimli kuruluş, İslâmofobiyi “İslâm’a ve Müslümanlara yönelik korku, nefret veya düşmanlık” olarak tanımlamaktadır. Irkçılığa karşı olarak kurulan bu kuruluşa göre İslâmofobi, Müslümanların sosyal hayatını bütünüyle etkilemektedir ve İslâmofobi bazı durumlarda daha açık bir şekilde görülmektedir. Şöyle ki, Müslümanlara yönelik dışlamalar, tehditler, saldırılar ve şiddet olayları artmış; camilere, İslâm merkezlerine ve Müslüman mezarlıklarına yönelik saldırılar hız kazanmış; eğitim, istihdam, barınma, mal ve hizmet alımında ayrımcılık yapılması sıradan hâle gelmiş; kamu kurum ve kuruluşlarında Müslümanlar için saygı kalmamıştır.

Dolayısıyla İslâmofobi, “tüm Müslümanlara veya Müslümanların çoğuna yönelik, yalnızca söylemsel olarak değil, iş yaşamında ya da hizmet alımındaki ayrımcılığa uğratma, şiddet, toplumsal hayattan dışlama gibi yöntemlerle meydana gelen korku ve düşmanlık hissini içeren kavram” şeklinde de tarif edilebilir.

İslâmofobiye karşı alınması gereken önlemler

Kurumsallaşma olmalı; araştırma kurumları, izleme merkezleri, veri toplama, raporlama ve yayın faaliyetleri arttırılmalı. Uluslararası kuruluşlarda (BM, AGİT, Avrupa Konseyi ve Avrupa Komisyonu) etkin temsil gerçekleştirilmeli ve diplomasi alanındaki faaliyetler arttırılmalı. Parlamenterler arası diplomatik faaliyetler geliştirilmeli ve her türlüiİşbirliği arttırılmalı. İslâm İşbirliği Teşkilatı tarafından “Uluslararası Din Özgürlükleri Komisyonu” kurulmalı. Yine İİT tarafından İslâmofobi ile mücadele için özel temsilciler yetkilendirilerek atanmalı. Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı tarafından “İslâmofobi ile Mücadele Özel Temsilcisi” atanmalı. Dünyada İslâmofobi ile ilgilenen sivil toplum kuruluşlarının kapasiteleri geliştirilmeli. Üniversite, düşünce kuruluşları ve araştırma merkezlerinin projeleri desteklenmelidir.

Ayrıca İslâmofobinin ırkçılık, nefret söylemi ve nefret suçu olarak tanınması için hukukî mücadele sürdürülmeli. Türk ve Müslüman diaspora ile etkin iletişim, işbirliği ve dayanışma sağlanmalıdır.   

Sonuç

Sonuç olarak şunları belirtmek gerekir ki, İslâm korkusunun ya da karşıtlığının temel nedeni, cihad ayetlerinden çok, İslâm’ın dünya ölçeğinde hızla yayılan bir din olması, nüfusu giderek artan Müslümanların Avrupa başta olmak üzere dünyanın değişik bölgelerine yerleşmeleri, misyonerlik faaliyetleri ve emperyalist emeller karşısında en büyük engel olarak İslâm’ın ve Müslümanların görülmesidir.

Empati kurduğumuzda, böylesi bir korkunun normal olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü İslâm insanlara baskıyı, sömürüyü ve emperyalizmi reddeden adil bir sistemden yanadır.

Barış ve adaleti öngören İslâm inancı, elbette emperyalistler, yoksul ülkelerin doğal kaynaklarını sömürenler, kendi çıkarları uğruna kan dökmeyi meşru sayanlar, ırk ve kültür ayrımcılığı yapanlar, hukuku çarpıtanlar, insan haklarına saygıdan yoksun hayat sürenler için bir tehdit olarak algılanabilir. Sebebi ne olursa olsun, İslâm’la ilgili dış dünyada ve içeride oluşan şüphe ve kaygıları gidermek ve İslâm dinini insanlığa doğru bir şekilde tanıtmak öncelikle biz Müslümanlara düşen en önemli görevdir.

Bir insan hakları ihlâli olarak ayırımcılık, yabancı düşmanlığı ve nefret suçları kapsamında değerlendirdiğimizde, dosyamızın çıkış nedeni olan Yeni Zelanda saldırısı da bu çerçevede “insanın değerinin görülebilmesi bakımından” bütün insanlığa acı bir tecrübe yaşatmıştır. Geçmişte yaşanan benzer hak ihlâlleri ile ilgili BM ve Avrupa Parlamentosu’nda alınmış önemli kararlar bulunurken, bu saldırıya ilişkin uluslararası düzeyde sosyal, siyâsî, hukukî ve medya eksenli daha pek çok adımın atılması gerekmektedir.

Müslüman toplumlar olarak önce kendi inançlarımıza ne kadar bağlı olduğumuzu, inançlarımızın gereklerini yerine getirip getirmediğimizi ciddî bir biçimde sorgulamamız, sonra da evrensel insanî değerlerden uzaklaşmadan sorunlarımızı hukuk sınırları içerisinde çözümleyecek bir bilince erişmemiz gerekmektedir.

Daha barışçı ve daha insanca bir dünyada buluşmak dileğiyle…