1443: Yeni Hicrî yıla girerken…

Kerbelâ’nın gerek şartı bu yüzden Hüseynî duruştur. Hüseynî duruşun kaynağı ise Muhammedî olmak… Muhammedî olmanın bir yanı Hasenî, bir yanı da Hüseynî oluştur. Bunun yolu, Allah’ın ahlâkı ile ahlâklanarak kalbi akılla, aklı da kalp ile buluşturmaktır. Kalbini aklı, aklını da kalbiyle buluşturanlar salihlerdir, erdemlilerdir. Onların kurdukları şehirlerde insanlar erdemlerini yarıştırırlar. Zira üstünlük takvâdadır.

HABER Ajanda’mızın 177’nci sayısını, Milâdî 2021’in Ağustos ayı baskısını tutuyorsunuz elinizde. Şükürler olsun!

Her ne kadar ülkemizde resmî anlamda Milâdî takvim tutuluyor olsa da İslâm kimliğimizle Hicrî takvimin de işliyor olduğunu biliyoruz. Ve o Hicrî takvimin yeni yılına, 1443’e giriyoruz tam da bu ay!

Hicrî takvimin ilk ayı “Muharrem”… Adı üzerinde, “haram” kelimesinden türeyen bu ayda İslâm öncesinde dahi Araplar, birbirlerine saldırmazlardı. Sonrasında Kur’ânî emirle de sabit edilmişti ki dört ay saldırmak yasaktı. Ancak İslâm sonrasında, tarih kaynaklarına göre Saadet Devri’nin henüz bitmiş olduğu süreçte, hem İslâm’a, hem de geleneğe aykırı olarak, Hazreti Resulullah’ın ciğerparesi, Cennet gençlerinin serdarı, reyhan kokulu İmam Hazreti Hüseyin ile yârenleri (ra), Kerbelâ’da, Fırat’ın kenarında bir yudum suyun dahi esirgendiği alanda, Yezid Bin Muaviye’nin Yezid Bin Muaviye huylu ordusu tarafından şehit edildi.

O gün, Muharrem’in onuncu günüydü. Arapça isimlendirmesiyle “aşura”… O gün, bir tatlıya isim veren gün değildi. O gün, yeryüzünde bir daha haksızlık karşısında İslâm adına, ümmet adına durulmaz endişesiyle gösterilen duruşun günüydü. Muharrem’in aşurası yani Muharrem’in onuncu günü, Muhammedî neslin ve Muhammedî duruşun yeryüzünden silinmesi için gösterilen aşağılık çabanın sonsuza dek ebter kaldığı, soyunun kesildiği gündür.

İçinde yaşadığımız çağda, Kerbelâ’da yaşananlardan hasbelkader haberdar olanlar, bir haksızlığa uğradıklarında, kendilerine zulmedeni Yezidlik ile suçluyorlar. Hâlbuki bir durumun Kerbelâ ile özdeşleştirilebilmesi için aranan şart, bir Yezid’in var olması değildir. Zira Kerbelâ’nın başaktörü İmam Hazreti Hüseyin’dir (ra). Bütün zalimler Yezid karakterledirler. Ancak bütün mazlumlar İmam Hazreti Hüseyin (ra) karakterli değildirler.

Yezid Bin Muaviye, İmam Hazreti Hüseyin ve ailesini yeryüzünden kazıyarak Muhammedî soyun hiçbir izinin ve O’nun (sav) isminin sonsuza dek hatırlanmamasını murâd etmişti. Ancak Hüseynî duruş, yeryüzünde temiz hukukun ve hak aramanın sonsuza dek sürmesine vesile olduğu gibi, Yezid ve avenesinin de bir daha asla soy ve isim olarak yürümemesine neden olmuştur. Öyle ya, sadece Müslümanlar değil, tüm insanlar İmam Hazreti Hüseyin’in (ra) evlâtlarından çoğalan nesle bugün dahi ihtiram ederlerken, O’nun ve Ailesinin, Evlâtlarının isimlerini çocuklarında yaşatırken, Yezid’in soyu dahi, “Benim dedem de Yezid idi” şeklinde övgü dolu tek bir cümle kuramamaktadır.

İmam Hazreti Hüseyin (ra), sırf bu açıdan dahi bir semboldür. Onun temsilinde hak için mücadele eden Muhammedî-Hüseynî duruşa sahip olan her isim, soyuna tamamen kastedilmiş dahi olsa fikriyle ve ismiyle yaşamaktadır ve yaşayacaktır. Bunun yanında hiçbir zalimin ismi ve fikri, kendi soyundan gelenler tarafından dahi fikren ve ismen yaşatılmayacak, hatta utanç nedeniyle saklanacaktır.

Kerbelâ’nın gerek şartı bu yüzden Hüseynî duruştur. Hüseynî duruşun kaynağı ise Muhammedî olmak… Muhammedî olmanın bir yanı Hasenî, bir yanı da Hüseynî oluştur. Bunun yolu, Allah’ın ahlâkı ile ahlâklanarak kalbi akılla, aklı da kalp ile buluşturmaktır. Kalbini aklı, aklını da kalbiyle buluşturanlar salihlerdir, erdemlilerdir. Onların kurdukları şehirlerde insanlar erdemlerini yarıştırırlar. Zira üstünlük takvâdadır.

Onların kurdukları şehirlerde hayat vardır. Su vardır, toprak vardır, ateş vardır, hava vardır. Onların kurdukları şehirlerde her kulun hakkı gözetilir. Kadın-erkek, genç-yaşlı, canlı-cansız ayrımı yoktur. Toprağın da, suyun da, ateşin de, havanın da, hayvanın da, insanın da, elektriğin de hakkı gözetilir. Yaratılan, Yaratan’dan ötürü sevilir.

“Müşrikler kendi inkârlarına kendileri şahit olup dururlarken, Allah’ın mescitlerini imar etmeleri mümkün değildir. Onların bütün yaptıkları boşa gitmiştir. Ve onlar ateş içinde ebedî olarak kalacaklardır. Allah’ın mescitlerini, ancak Allah’a ve ahiret gününe inanan, namazı kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imar ederler. İşte hidayet üzere oldukları umulanlar bunlardır. Siz, hacılara su dağıtma ve Mescid-i Haram’ı imar etme işi ile Allah’a ve ahiret gününe iman edip Allah yolunda cihad edenlerin yaptığı işi bir mi tutuyorsunuz? Bunlar Allah katında eşit olamazlar. Allah, zalimler topluluğuna hidayet ihsan etmez!” (Tevbe, 17-19)

Yeni Hicrî yılımız bereketli olsun!