14 Mayıs’ta gençler özgürlüğü mü, diktayı mı seçecek?

“Gençler ne ister?” diye sorup kalıplar kurarak bir yere oturtmak yerine, gençlerin tercihlerini gözleyerek tercihlerini yaşayacakları alanları genişletmektir onlara hitap etmek. Ne kadar hitap ederseniz, o kadar muhatap alınırsınız.

YAKLAŞIK dört yıldır Türkiye’de gençler üzerinden siyâsî polemikler yürütülüyor. Bunun en öncü başlıklarından biri “Z kuşağı” meselesi…

“Z kuşağı” ismiyle bir konuşlandırma yaparak bu konuşlandırma içine dâhil ettiği kişilerin Türkiye’deki siyâsî otoriteden hazzetmediğini vurgulayan bir cephe var. Bu cephe, sürekli şekilde Türkiye’de gençlerin özgür olmadığını ve bunun sebebinin mevcut iktidar olduğunu dile getiriyor.

Bu sınıflandırmanın karşısında geçtiğimiz yıllarda iki dosya hazırlamış ve Türkiye’deki gençlerin hangi alanlarda nasıl bir kemiyet oluşturduğuna yönelik bir mukayese yapmıştım. Demiştim ki özetle, “Gezi Olaylarının sürdüğü 45 günlük süreçte, Ankara ve İstanbul’daki çatışmaların yaşandığı sokak ve meydanlarda toplam 30 bin insan vardı. Buna karşılık Teknofest’in ikinci yılında Atatürk Havalimanında gerçekleştirilen etkinliklere bir haftada 5 milyon insan iştirak etti”.

Bu mukayeseden şu tespite dikkat çekmeye çalışmıştım: “Karşı taraf sürekli biçimde Türkiye’deki bütün gençlerin Erdoğan karşıtı olduğunu dile getirirken kendi tanımladığı bir kavramı öne sürerek bu konuya dair gündemi kendi peşinden sürüklüyor. Eğer sayısal verilerle bu konuyu mukayese edersek daha doğru bir neticeye varabiliriz.”

Bizim bu iki dosya çalışmamız gerçekten de hak ettiği dikkati çekti ve mevcut iktidar, “Teknofest Kuşağı” isimlendirmesiyle bir çıkış yaptı. Doğrusu bu isimlendirmenin bizi doğru anladığını söyleyemem, ancak Türkiye’nin gençlerini karşı cepheye kaptırmamak adına kısmen de olsa ifade ettiğimiz gerçeği kavradığını beyan edebilirim.

Peki, neden hem Z kuşağı, hem de Teknofest kuşağı isimlendirmesine karşıyım?

Evvelâ özgürlük, birinci kıstasımız!

“Z kuşağı” tanımını yapan karşı cephe, bu tanımla sadece Türkiye’deki gençleri değil, bütün dünyadaki gençleri belli bir kalıba sokmakta, hatta mahkûm etmektedir. O derece ki, “Benim senin için belirlediğim kalıplar bunlardır, bu kalıplar çerçevesince yaşamalısın” demektedir.

Bugün gençlere teknoloji diye yalnızlık fütürizmini, küresel bireysellik oyunlarını, robotlaşan insan tipini, LGBT’yi, aileden uzaklaşan sözde hür özde esir yaşamı bu Z kuşağı tanımının kolonları arasında görmek zor değildir.

“Teknofest kuşağı” tanımı da istemeden de olsa aynı kalıbı dayatmaktadır. Zira Teknofest, bir bilim-teknik etkinliğidir. Fennî bilimler üzerine kurulu bir zemine sahiptir. Ancak her insan için geçerli olduğu gibi gençler için de sosyal, sanatsal, kültürel meseleler ve bilimler vardır. Konunun bu tarafı düşünüldüğünde, Türkiye’de teknik ve fennî bilimlerle ilgilenmeyip de Türk-İslâm anlayışı, Türk-İslâm sanatları ve Türk-İslâm kültürüyle doğrudan ilgilenen yüz binlerce genç de vardır. Ve bu gençler, şuur ve ahlâk anlamında asıl sadık ve asıl yönlendirici karaktere sahip olanlar olarak mevcutturlar.

Bu yüzden bir kısım gençleri “Teknofest kuşağı” diye nitelemek, bütün gençliği bir kalıba sokmak ve bütünü parçalayarak ayrıştırmak demektir. Bu hatadan vazgeçilmelidir.

“Z kuşağı” tanımını yaparak gençliği kafesleyen cephe, üniformal bir gençlik dizayn etmeye gayrettedir. Bugün Altılı Yedili Masa’nın bütün söylemleri, söz konusu tanımı yapan cephenin üniformal söylemlerini dile getirirken gençliğe özgürlük vaat etmektedir. İşte çelişki de buradadır!

Gençlere “Benim dediğim gibi yaşa!” diyen hiçbir otorite özgürlükçü değildir. Bu bir diktadır, dikta işleyişidir. Bedava internet, teknoloji ürünlerinde vergi indirimi gibi vaatler sözdedir, özde değildir. Bunlar özgürlük vermek değil, gençliğin ne istediğini bilmemekten ileri gelen inatçılıklardır.

Bir güzel sanatlar öğrencisi, alması gereken şövaleyi fahiş rakamlar ödemek yerine iktidarın yönlendirdiği ve güzel sanatlarla ilgilenen bir sivil toplum kuruluşundan ücretsiz şekilde temin edebiliyorsa, bu düşünce, o gence özgürce sanatını icra etmesi için bir zemin hazırlar.

Bir konservatuvar öğrencisi, alması gereken bir kemanı fahiş rakamlar ödemek yerine iktidarın yönlendirdiği ve müzikle, tiyatroyla ilgilenen bir sivil toplum kuruluşundan ücretsiz şekilde temin edebiliyorsa, bu düşüncedir onu yükseltecek ve özgürleştirecek hamle.

Bir tarih bölümü öğrencisi, edinmesi gereken kaynakları tek bir şehrin kütüphanesinde değil, hangi şehre giderse gitsin iktidarın bir hizmeti olarak kolayca eline alabiliyorsa, bu, ona özgür araştırma alanı açmak şeklinde özgürlük sunmak olacaktır.

Bu örnekleri çoğaltmak öyle mümkün ki… “Gençler ne ister?” diye sorup kalıplar kurarak bir yere oturtmak yerine, gençlerin tercihlerini gözleyerek tercihlerini yaşayacakları alanları genişletmektir onlara hitap etmek. Ne kadar hitap ederseniz, o kadar muhatap alınırsınız.

Buraya kadarki notlarımızla gençlerden şunu düşünmelerini istemek mümkün: Size “Z kuşağı” diyerek “Sen böylesin, böyle yaşamalısın” diyen diktacı zihniyete mi hak vereceksiniz, yoksa özgürlüğünüzü müdafaa mı edeceksiniz?