
İKİNCİ Dünya Savaşı’nın
sonunda, iki kutuplu bir dünya düzeni ortaya çıkmıştır. Savaşın galipleri olan
ABD ve SSCB bu iki kutuplu dünya düzeninin kurucu liderleri olmuştur. Savaşın
sonu, aynı zamanda ABD ve SSCB arasındaki soğuk savaşın başlangıcıdır.
SSCB’nin Türkiye’den toprak isteyerek Boğazlar üzerinde hak iddia etmesi,
Türkiye için önemli bir dış tehdit olarak ortaya çıkmıştır.
Tek parti diktatörlük idaresindeki Türkiye, SSCB tahdidinden dolayı ABD
liderliğindeki Batı Blokuna katılarak 1945’ten itibaren, SSCB tahdidine karşı
kendisi için bir ittifak oluşturmaya çalışmıştır. Türkiye’nin Batı Blokuna
katılma çabası, yönetim tarzının tek parti diktatörlüğünden göreli olarak,
Necip Fazıl Kısakürek’in adlandırması ile “güdümlü demokrasinin” başlamasına
yol açmıştır.
Türkiye’de ABD güdümlü bir demokrasi idaresinin başlaması da Türkiye’yi ABD
kampına, Batı Bloku içine katan da İnönü liderliğindeki CHP idaresi olmuştur.
Dönemin şartlarında Türkiye’de demokrasinin güdümlü olması kadar muhalefet de
güdümlü (muvazaalı/sahte, danışıklı) olarak kalmıştır. CHP ilkelerine ve
“inkılap” adıyla tek parti döneminde CHP’nin yaptıklarına muhalefet edenlerin
siyaset yapması, parti kurması, seçimlere katılması engellenmiştir.
1930’da muvazaalı bir muhalefet partisi olarak Serbest Cumhuriyet
Fırkası’nın (SCF) kurulması ile halkın CHP’ye karşı büyük bir nefret içinde
olduğu görülmüştür. Ekim 1930’da yapılan ara seçimleri ezici farkla SCF’nin
kazanması, partinin sonunu getirmiştir. CHP kendi muvazaalısı SCF’nin varlığına
bile tahammül edememiştir. Çünkü SCF, halkın CHP’ye karşı duyduğu nefretin bir
seline dönüşmüştür.
Demokrat Parti (DP) de pek çok bakımdan aslında SCF’nin devamı olarak ortaya
çıkmıştır. Adnan Menderes de 1930’da SCF’nin Aydın İl Başkanı olmuştur. SCF de,
DP de CHP’nin izin verdiği kadar liberal ilkelere sahiptir. İşin en tuhaf yanı,
halk, muhalefetin muvazaalı olup olmaması ile hiç ilgilenmemiştir. Halk bu
muhalefet partilerini CHP’ye muhalif olmasını yeterli görerek bağrına
basmıştır.
DP gibi partilerin iktidar olmasını ABD desteği ile açıklamak gerçekçi
değildir. Halk, DP liderlerinin ABD’ye ne kadar yakın olup olmadığı ile
ilgilenmemiştir. Muvazaalı olarak kurulmuş olsa da CHP’ye karşı olmasını tercih
etmek için yeterli görmüştür.
Bu yüzden halk, 1950 Seçimlerinde, “CHP’nin ülke kurtarıcılık, devlet
kuruculuk” iddialarını temelden reddetmiştir. Çünkü CHP idaresinde halk, bir
çeşit rehine muamelesi görmüştür. Her türlü zulüm devlet eliyle halka
yapılmıştır. Halk, dünyada benzeri görülmemiş bir sefalet içinde yaşamıştır.
Türkiye tarihinde 14 Mayıs 1950 Genel Seçimleri, ilk defa gerçek anlamda
yapılan özgür seçimlerdir. Her ne kadar kadınlar yalnızca seçme hakkına,
erkekler ise seçme ve seçilme hakkına sahip olsalar da muhalefet partilerinin
de seçimlere katılmış olmaları nedeniyle özgür kabul edilir. Türkiye tarihinde
iktidar ilk defa halkın iradesiyle hilesiz ve kansız bir şekilde el değiştirmiştir.
Türkiye’de millî egemenliğin ilk defa gerçekleştiği tarih, 14 Mayıs 1950 Seçimleridir.
23 Nisan 1920, İstanbul’daki Mebusan Meclisi’nin Ankara’ya taşınıp “Büyük
Millet Meclisi” adını almasından ibarettir. Meclis’in Ankara’ya taşınması ile
Ankara’daki iktidarı halk tayin etmiş değildir. Türkiye’de “millî egemenlik”
gününe uygun tek olay ve gün, bundan dolayı 14 Mayıs’tır. Oysa 1950 Genel Seçimleri
ile 30 yıllık gaspından sonra iktidar, CHP’nin elinden alınmıştır. Bir zulüm,
bir istibdat idaresine karşı halkın sessiz isyanı ve seçme hakkı ile yaptığı
bir devrimdir.
Ancak 1950 sessiz-kansız halk devriminin amacına ulaştığı kuşkuludur. Bir
defa DP gerçek muhalefet partisi değil, bir muvazaa partisidir. Tek parti
döneminin bütün zulümlerinin suç ortağı ve onlara sadık kalmayı varlık nedeni
sayan Celal Bayar, halkın beklediği köklü değişikliklere DP içinde engel
olmuştur. Menderes ise Bayar’ın gölgesinde ve ancak onun izin verdiği kadarıyla
icraat yapabilmiştir.
Menderes’e bakış
Adnan Menderes (1899-1961) zengin bir ailenin çocuğu olarak Aydın’da
dünyaya gelmiş ve inanılmaz derecede, Türkçeyi kusursuz ve şiir gibi konuşma
yeteneğine sahiptir. İzmir’de lise eğitimini tamamlamıştır. SCF’nin kapatılıp
uygun görülen yöneticilerinin CHP’ye alınmasının sonunda Menderes de CHP’ye
alınmıştır. 1931-1945 arasında CHP milletvekilliği yapmış, 1945’te CHP’den ihraç
edilince kaçınılmaz olarak muhalefet partisi içinde yer almıştır. CHP’nin
ilkelerine/altı okuna hiçbir zaman esaslı muhalefetin içinde olmamıştır. Kendi anlayışına
göre liberalizm ile Kemalizm arasında bir ilişki, bir uyum kurmuştur.
Menderes, liberalizm ile altı ok arasında kendine göre kurduğu uyum ile
CHP’nin tek parti uygulamalarını “halk arasında tutulanlar ve tutulmayanlar”
diye tasnif etmiştir. Tutmayanların başında gördüğü “ezanın Türkçe okunması”
mecburiyetini iptal etmesi, onu halk nezdinde emsalsiz bir kahraman durumuna
getirmiştir.
27 Mayıs 1960 Askerî Darbesi’nin mimarı Cemal Madanoğlu, “Ezanın Arapça
okunmaya başlandığı gün Menderes’i devirmeye karar verdik” diyerek Menderes’e
karşı duydukları düşmanlık ve kinin gerçek nedenini formülleştirmiştir (Cemal
Madanoğlu, Anılar, İstanbul 1982). Menderes’in darbecilere göre önemli suçları
arasında ilk defa imam-hatip okulu açması ve ilkokullarda din dersini seçmeli
de olsa başlatması yer almıştır.
Menderes’in farkı ezanla sınırlı değildir. Onun döneminde Türkiye’de önemli
bir imar faaliyeti başlamıştır. Bütün il ve ilçeleri birbirine bağlayan
karayolları ağı yapılmıştır. Ticaret, tarım, ihracat büyümüştür. Yeni barajlar
ile elektrik üretimi-tüketimi artmış, sulu tarım yaygınlaşmıştır. Halk onun
zamanında refah ile tanışmıştır. DP zamanında halk, hürriyeti yaşamaya
başlamıştır. Jandarma, polis, haciz korkusunu aşmıştır.
CHP idaresi muvazaalı da olsa iktidarı muhalefete devrederken kendi
tedbirlerini almıştır. Ordu mutlak bir şekilde CHP’nin altı oku ve Kemalizm’e
bağlı kimselere emanet edilmiş, yargı tümüyle CHP’liler tarafından doldurulmuş,
o dönem sayısı iki olan üniversitenin görevlileri ise zaman içinde CHP Genel Merkezi’nden
daha çok CHP’li olduklarını ispatlamışlardır. 1925 Takrir-i Sükûn Yasası ile
birlikte Türkiye’de basın tümüyle bir parti basını (CHP basını) hâlini
almıştır. Parti basını arasında bazen iç sorunlar yaşanmış olsa da hiçbir zaman
parti basını sınırlarını aşmamıştır. Padişahlık döneminde bile görülmeyecek
şekildeki bu parti basını daima halka karşı CHP’nin yanında yer almıştır. Bu
hizmetine karşılık Hazine’yi tırtıklamıştır.
14 Mayıs ne demek?
Menderes büyük oy farkı ile 14 Mayıs’ta iktidar olmuştur. Ancak basın,
üniversite, yargı ve ordu ile kuşatılmıştır. Zaten liberalizm ile Kemalizm
arasında ikircikli davranan Menderes, bu kuşatmayı hiçbir zaman aşamamıştır.
Temel konularda Celal Bayar’ın CHP ile birlikte olması da Menderes’in elini
kolunu bağlamıştır.
Menderes on yıllık iktidarında halkın üzerindeki baskıları tümüyle olmasa
bile önemli ölçüde azaltmıştır. Bu yüzden halkın ona bağlılığı artarak devam
etmiştir. Menderes’in Kamalizm’den kopamayışı, gelgitli kararlar almasına yol
açmıştır.
1950 Genel Seçimlerinde CHP milletvekili adayı olan Kemal Pilavoğlu ve
arkadaşlarının Kemal Paşa’nın heykellerine saldırması, 6816 sayılı Atatürk’ü
Koruma Kanunu diye bilinen yasanın Menderes tarafından çıkarılmasına neden
olmuştur. Yasanın çıkarıldığı 1952’den bugüne kadar aradan geçen yetmiş yıllık
süre içinde Kemal Paşa’yı ve yaptıklarını eleştirmeyi suç sayan bir tatbikata
zemin olmuştur. Menderes’in bu yasayı çıkarırken belki aklında/niyetinde böyle
bir husus yoktu. Ancak yasanın tatbikatı böyle olmuştur. Dünyanın hiçbir
yerinde benzeri bir yasa yoktur. Yasa sadece heykellerin korunması amacıyla
sınırlı olarak görülse de özelliği şudur ki, İnönü ya da Karabekir’in heykeline
bir saldıran saldırganın göreceği ceza ile Kemal Paşa’nın heykeline saldıranın
göreceği ceza arasındaki fark, yetmiş yılın bir özetidir. Bu yasa ile düşünce
özgürlüğünün önüne önemli bir set çekilmiştir. Bütün yapıp ettikleri ile halkın
üzerindeki baskıları ortadan kaldırmaya çalışan Menderes, garip bir şekilde,
belki istemeden, bu yasa ile düşünceyi, geçmişin özgür bir şekilde
değerlendirilmesini engellemiştir.
Ancak Menderes kendisini hiçbir zaman bir İslâm kahramanı olarak takdim
etmemiştir. Kişisel yaşantısında da İslâmî kurallara sadık kalmadığı
bilinmektedir. Yine de Menderes, İslâm’ı Türkiye için bir sorun sayan görüşü
hiçbir zaman kabul etmemiştir. Aksine, “Türkiye Müslümandır, Müslüman
kalacaktır” gibi konuşmaları ile CHP’nin Türkiye için İslâm’ı bir sorun, bir
irtica kaynağı olarak gören takıntılı siyasetini kabul etmemiştir.
Menderes’in idamının üzerinden altmış yıldan fazla süre geçmiş olmasına rağmen hâlâ haksız eleştiri ve düşmanlıklara maruz kalması, kendisine karşı duyulan kinin tarifsiz olmasından dolayıdır. AK Parti başta olmak üzere, Menderes’in siyâsî çizgisini sahiplenmiş olan bütün siyâsî iktidarların hâlâ 27 Mayıs Darbesi’ni yargı konusu yapmamış olması, Türkiye’nin özgür geleceği için büyük bir kayıptır. Türkiye’nin özgür geleceğine yapılabilecek en büyük hizmetlerden biri 27 Mayıs darbecilerinin yargılatılması ise, diğeri de 5816 sayılı yasanın kaldırılmasıdır.