
12 Mart Darbesi’ne
geçmeden evvel, önceki akşam bir televizyon kanalında izlediğim ABD’lilerin
uzay araştırmalarından bahsetmeliyim…
ABD’liler,
uzaydaki kızılötesi hareketlilikleri görmek için Arjantin-Bolivya sınırında, özel
olarak seçtikleri bir dağın beş bin metre yüksekliğindeki tepesine 16 kilometre
aralıkla 60 adet teleskop yerleştirmişler.
Peki,
ABD’liler uzayın derinliklerini araştırırken biz yaklaşık 100 yıldır niye
sürekli darbeleri konuşuyoruz?
Amerikalı
general askerlikle, Amerikalı akademisyen ilimle uğraştığından, onlar bu
gelişmeleri kaydediyorlar. Bizde ise generaller de, akademisyenler de, hatta
gazeteciler gibi başka meslek grupları da uzun süre siyâsetle uğraşmayı ve
darbeciliği kendilerine meslek edindiğinden, hep aynı konuları konuşuyoruz.
Gelelim
12 Mart Darbesi’ne…
Bugün
12 Mart… 1971 Darbesi’nin 47’nci yıldönümü…
Dönemin
ünlü gazetecisi Cüneyt Arcayürek’in teşhisiyle 12 Mart, “generallerin Çankaya’ya
çıkma mücadelesinden başka bir şey değildi”.
Prof.
Dr. Kemal Karpat’a göre ise, “1971 Darbesi, tamamen ordunun üst kademelerindeki
çekişmelerden doğmuştu”.
Bu
çekişmeler o kadar cinnet boyutuna gelmişti ki, Tümgeneral Memduh Ünlütürk’ün
Erol Mütercimler’e söylediğine göre, Kuvvet Komutanları, Genelkurmay Başkanını
devre dışı bırakmıştı. Muhsin Batur ile Faik Türün, devlet başkanlığı kavgası
içindeydi. İkisine bağlı birlikler Bolu civarında karşılaşarak çatışacak,
hangisine bağlı birlikler galip gelirse devleti o yönetecekti…
Çünkü
generaller, 1913’te Enver Paşa’nın hükûmet merkezini elinde silahla basarak
kabineyi devirmesi ve Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa’yı sadrazam yapması
geleneğini günümüze taşımak istiyorlardı.
Nitekim
aynı baskın, 27 Mayıs 1960’ta gerçekleştirilmiş, dönemin darbeci generali Cemal
Gürsel, Çankaya’ya oturuvermişti.
9
Mart’ta rejimi ele geçirmek üzere dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur
ve Kara Kuvvetleri Komutanı Faruk Gürler bir cunta oluşturmuşlardı. Sırayla
önce Faruk Gürler, daha sonra Muhsin Batur, Çankaya’ya çıkacaktı.
Bu
şahsî ihtiraslar, Atatürkçülük ve bağımsızlık gibi maskelerle perdeleniyor,
darbeci generaller genç subayları, üniversitelileri, öğretim üyelerini,
yargıçları kullanıyorlardı.
O
yüzden dönemin öğrenci lideri Sarp Kuray, “12 Mart 1971 öncesi mısır patlatır
gibi bomba patlatıyorduk” itirafında bulundu.
Mısır
patlatır gibi bomba patlasın ki halk, bir yandan ölürken, diğer yandan “Yok mu
bir kurtarıcı?” diyerek gözünü askere çevirsin.
Ne
var ki, 9 Mart’ın teorisyeni Doğan Avcıoğlu’nun Baasçı fikirlerinden ürken ABD,
devreye girerek karşı bir darbe tertip etti. 12 Mart günü General Memduh Tağmaç
komutasında generaller yönetime el koyarak Demirel hükûmetini tasfiye ettiler.
Demirel
hükûmetinin yerine, CHP Genel Başkanı İnönü’nün de desteğiyle CHP’li Nihat
Erim’in Başbakanlığında teknokratlardan oluşan bir hükûmet kuruldu.
“Ağlayanın
malı gülene fayda vermez” demişler, askerlerin hükûmeti dikiş tutmadı. Birinci
Erim Kabinesi 9 ay, ikincisi 5 ay kadar dayanabildi. Erim, geldiği gibi gitti.
O
günlerde Erim’in basın danışmanlığını yapan gazeteci Kurtul Altuğ, sonradan
yazdığı hatıralarında, “İktidarsız bir iktidarımız vardı” der.
Talihin
tecellisi, Nihat Erim, Başbakan olduğu o günlerde yaptığı sıkıyönetim
uygulamalarının intikamı olarak aşırı solcu bir örgüt tarafından 1980’de
öldürüldü.
12
Mart’ta Türk siyâsetinin üzerine çullanan anlı şanlı kişilerin hiçbiri kısa
dönemde mutlu olsalar da sonradan berhudar olamadılar.
“Kayıt
dışı siyâset” yapmayı hayat tarzı hâline getirmiş odaklar için aslında 12 Mart
bulunmaz bir fırsattı. Ancak bir türlü ders almaya yanaşmadılar. O yüzden aynı
sancılar sonraki yıllarda da devam etti.
TSK’yı
darbelerden arındırmak isteyen subaylar (!) hiçbir zaman kendi içlerindeki
çürük elmaları temizleme gayreti içinde olmadılar. TSK’nın darbelerinden
korunmak isteyen siyâsiler de, AK Parti dönemi hariç, darbeci generalleri
tasfiye etme cesaretinde olmadılar. Hâl böyle olunca, TSK, cuntacı fikirlerden
bir türlü arınamadı.
Bazı
örnekler vererek konuyu izah edeyim…
23
Aralık 1957’de Binbaşı Samet Kuşçu, ordu içindeki darbe faaliyetini ihbar etti.
9 subay tutuklandı. Yargılamayı yapan İstanbul 1’inci Ordu Komutanlığı
Mahkemesi Başkanı, Cemal Tural idi. İhbarı yapan Kuşçu’ya “isyan tahrikçiliği”nden
2 sene hapis ve ordudan atılma cezası verildi. İhbar edilen komutanlar ise
serbest bırakıldı. 27 Mayıs Darbesi’nden sonra darbe girişimi ile suçlanan
subaylardan emekli Albay Cemal Yıldırım, Kurucu Meclis üyesi ve senatör; Albay
Naci Taşkın MİT yöneticisi; Faruk Gürler de 12 Mart Muhtırası’ndan sonra
Genelkurmay Başkanı oldu.
İhbarcının
ceza aldığı, darbe hazırlığı yapanların serbest kaldığı bu sözde mahkemeden
sonra darbe girişimleri hız kazandı ve meyvesini verdi.
Darbeci
subaylar sanki hiçbir şey olmamış gibi sonraki yıllarda orduda çok önemli mâkâmlara
geldiler.
Hükûmeti
devirmek için kurulmuş cuntanın kuryesi olacaksın, sonra da Kuvvet Komutanı…
Böyle bir ülkeye demokrasi gelir mi Allah aşkına?!
Bakın,
bir dönem Harita Genel Komutanlığı yapmış Tümgeneral Oltan Evren, ne diyor: “1960
yılında Harp Okulu’na geldim, ihtilâller içinde yoğruldum. 22 Şubatçıyım, Albay
Aydemir’in sağ koluydum. Tümgeneralliğe kadar bu ülke beni getirdi…”
İki
defa darbeye kalkışmış ve darbecilikten asılmış Darbeci Albay’ın sağ kolunun
göğsünü kabartarak bunları söylediği bir ülkede yaşıyoruz.
Efendim
neymiş, dönemin Başbakanı Erbakan, Başbakanlık’ta âlimlere ve hocaefendilere
iftar düzenlemiş ve generaller bunu darbe sebebi saymış. Bu adamlar suçlu mu?
Hayır, aksine ilim adamı! Siz suçlu olan subayları devleti en üst mâkâmlarına
getiren bir mekanizma kurun, sonra da ilim adamları Başbakanlık konutuna davet
edildi diye darbe yapın…
15
Temmuz darbe kalkışması da benzeri bir ruh hâlinin tezahürü değil miydi?
Darbecilik
bir kanser hücresi gibi, bir bünyeye girince, artık o bünye iflah olmuyor.
Amerikalılar teleskop başında kızılötesi ışınları takip ederken, biz hâlâ
darbecilerle uğraşıyoruz.
Bu
ülke en az on defa hırslı bir generalin devletin zirvesine oturma çabasının
politik arenası oldu. Darbeciler bu ülkenin geleceğini yeterince çaldılar.
Artık
Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve bu aziz millet, bir daha bu tuzağa düşmemeli!